Bir Dönemin Sonu mu? (15)

Erdoğan’ın sarsılmaz imajı gün be gün eriyor. Yaşı 40’ın üzerindeki insanlar Erdoğan öncesi dönemi hatırlıyorlar. O dönemdeki devlet vatandaş ilişkileri ve devletin toplumun çoğunluğuna tepeden bakışı öylesine kötüydü ki, Erdoğan sonrası gelen düzen için Erdoğan’a minnet duygusuyla gelişen güçlü bir duygusal bağ oluştu. Erdoğan son dönemlerde bu muhteşem krediyi hoyratça harcıyor. Kendi hayran kitlesi bile yavaş yavaş kendisine soğumaya başladı. Yeni nesil için ise oldukça itici bir figür.

Erdoğan’ın feodal siyasi anlayışı yaşlı insanlarda fazla rahatsızlık uyandırmayabilir. Ama Özal döneminde serbest piyasa ekonomisine geçen ve liberal fikirlerin beslediği yeni nesil için fazlasıyla arkaik kaçıyor. Mesela, yapılan tüm iyiliklerin, güzelliklerin Erdoğan’a mal edilmesi, tam aksine tüm yanlışlık ve kötülüklerin de etrafındakilere yüklenmesi gayet itici. Bütçe %30 zammı kaldırabiliyorken, önce bilerek %25 açıklanıp, ardından zam oranının Erdoğan tarafından %30’a çekilmesi. Veya %20 vergi konulmasına karar alıp önce %25 vergi açıklanması ve ardından büyük insan (!) Erdoğan’ın himmet gösterip vergiyi %25’e düşürmesi. Hayranları bu tür ucuz numaralara kanabilirler, ama sağduyulu insanlar rahatsız oluyor. Hele gençler hiç yemiyor. Bürokratların istifa etme lüksleri bile yok. Ancak ulu önderimiz Erdoğan’dan görevden affını isteyebiliyorlar. Çok kötü bir imaj bu. Bunu birkaç kişiye sorduğumda Osmanlı’da bürokratlar padişaha böyle davranıyor, o yüzden Erdoğan da bu stili benimsemiş dediler. Erdoğan’ın takıntılarından biri de Osmanlı hayranlığı.

Açıklama yapan her bürokrat cümleye sanki besmele çeker gibi “Sayın Cumhurbaşkanımızın önderliğinde / lütfuyla / inayetiyle” diyerek başlıyor. Velev ki öyle olsun, öyle söylenmez. Etrafındaki insanları nesneleştiren, onurlarını zedeleyen, itibarsızlaştıran bu yaklaşım sanmayın ki Erdoğan’a artı yazıyor. Ak Parti’ye oy veren gençler bile Erdoğan’la dalga geçiyorlar.

Erdoğan’ın demode olmuş siyasi reflekslerinden biri de her şeyden politik rant çıkarmaya yönelik olması. Kendi politik ikbali için herkesi eziyor. Şehit Eren Bülbül’ün annesine ev hediye ediyor, bunu herkesin önünde onur kırıcı bir şekilde yapıyor, sırf kendisine prim yapmak için. Biraz siyasi ahlak kaygısı olan biri, oğlunu vatan için kaybetmiş bir anneye bu muameleyi yapmaz. Siyaset ve ahlak; oksimoron. Ne kadar acı?

Yüzlerdeki ifade her şeyi anlatıyor :(

Maraş Depremi’nden bile siyasi rant çıkarılmaya çalışıldı. İlk birkaç günkü gecikme, acizlik çok normaldi. Devlet hantaldır. Ama biz her şeye hakimiz havası estirmek için sivil inisiyatifi baskılamakla çok insanı mağdur ettiler. Muhalefet de farklı değildi. İktidarıyla, muhalefetiyle Türk siyasetinin ne kadar çirkin bir kafa yapısı olduğunu da deprem sayesinde görmüş olduk.

İnsanlara kemik atar gibi çay paketleri atan Erdoğan’ı yanındaki danışmanları nahoş görüntü veriyorsunuz diye uyarmış. O da “Osmanlı geleneği” demiş, devam etmiş. Ama ne olduysa vazgeçti bu uygulamadan. Birilerinin Erdoğan’a padişahlıkla yönetilmediğimizi, kendisinin de sultan olmadığını sık sık hatırlatması gerekiyor.

Erdoğan’ın politik felsefesindeki en önemli yanlışlardan birisi de mütemadiyen konuşması. Böylece devamlı gündemde, göz önünde olacağını vehmediyor. Halbuki dağdaki kurdun kuşun bile Erdoğan’dan haberi var. İktidara gelmeden önce susturulmaya çalışıldığı için o dönemde kendisini her fırsatta hatırlatmak istemesini anlayabiliyorum. Ama 22 yıldır mikrofon onda, gece gündüz konuşuyor. O kadar çok tekrara düşüyor ki. Yaklaşık on yıldır Erdoğan’ın konuşmalarını okuyup, dinlemiyorum. Buna rağmen her konuştuğundan haberim oluyor. Bir restoranda yemek yerken açık olan televizyondan, sosyal medyada gezerken, insanlarla muhabbet ederken hep Erdoğan’ın yaptıklarını konuştuklarını dinlemek zorunda kalıyorum. Çok konuştuğundan o kadar çok tekrara düşüyor ki, artık ikrah ediyor insanlar. Devlet başkanı olarak yapması gereken konuşmalar kendisini ifade etmek için yeterince fırsat sunuyor. Fazlası usandırıcı. İmajını yıpratıyor, yüzünü eskitiyor, karizmasını zedeliyor.

Cumhuriyet’in 100. yılında emeklilere verilen 5.000 TL’yi o kadar çok milletin yüzüne vurmuş ki, sıkı Tayyipçi emekli bir akrabam “Vallahi devlet IBAN verse parayı geri yollayacağım” dedi, öylesine öfkelenmiş. Aklıma gelmişken, Erdoğan’ın bankaların maaşı yatırmaktan dolayı emeklilere verdiği 10-15 bin liralık promosyon bedelini kendisi veriyormuş gibi sunması da çok kötüydü. O parayı her banka herkese veriyor. Adı promosyon olan bu para aslında faiz parası. Samimi dindarların hiçbirisi ekonomik olarak zor durumda olsalar bile bu paraya dokunmuyor, fakir fukaraya devrediyor. Bize, ülkeyi mahvı perişan eden kendi garabet ekonomik politikalarını yedirmek için “Nas var, nas” diye ayetle gelen Erdoğan, bankaların (faiz kurumlarının) insanlara verdiği promosyon (faiz) paralarını kendisinin bir ikramıymış gibi sundu. Yazıklar olsun bu kafaya.

Erdoğan’ın bu ülkeye yaptığı en büyük kötülüklerden birisi de sivil toplum kuruluşlarını kimliksizleştirmesi oldu. İdeolojik olarak siyasi yelpazenin muhafazakar kanadında kalan tüm sivil toplum kuruluşlarını ya baskıyla, ya rüşvetle boyunduruğu altına aldı. Zamanın esip gürleyen radikal figürleri ve STK’ları bile bir kurum binasına, birkaç proje bütçesine kendilerini yayla gibi Erdoğan’ın önüne serdiler. Ne kadar büyük bir hata yaparsa yapsın kendi cenahından bir eleştiri yükselemez oldu. Karşı cenahtan gelen eleştirileri de “onlar düşmanlığından yapıyor, iftira atıyorlar, yalan söylüyorlar, Batı tetikçileri, vatan hainleri” diye yaftaladıklarından kendilerinin hiç yanlışları olmamış oluyor. Haliyle hem etrafındaki danışmanlarında hem kendisinde ilahlaşma eğilimi gelişiyor. Düşünün ki her yaptığınız doğru, hiçbir arkadaşınız, dostunuz, fikirdaşınız itiraz etmiyor, ne düşünürsünüz? O kadar zeki, basiretli, bilgili, muhteşemim ki herkes beni teyid ediyor, ne yaparsam alkışlıyor. Gelinen nokta bu. Yazımın önceki bölümlerinde yazmıştım, “Batı’nın en üstün yanı kendi ayıbını kendi bulup gidermesi” diye. Ayrıca “sivil toplumun sesini dinlemek devletin bekası adına çok önemli bir geri besleme aracı” da demiştim. Erdoğan toplumun yarısından fazlasına tekabül eden muhafazakar kitlenin iki kolunu da bu şekilde baltayla budadı.

Erdoğan’ın feodal kafasına dair çok daha fazla örnek verilebilir. Burada keselim. Evde, askerde, camide, medresede dayak yiyerek büyüyen nesiller Erdoğan’ın bu üslubundan rahatsız olmayabilir. Oysaki yeni neslin dünya algısında Erdoğan tarzında bir lidere yer yok. Erdoğan kafasını, zihniyetini değiştirebilir mi bilmem. Ama değiştirse bile ipin ucu çoktan kaçtı. Erdoğan değişmedikçe taifesi değişmez. Diyelim ki Erdoğan değişmeye kalkıştı, taifesi bu değişime izin vermez. Çünkü etrafındaki kitlenin büyük çoğunluğu “Padişahım sen çok yaşa” demekten başka meziyeti olmayan dalkavuklar ordusu. Eğer değişim olursa hepsi makamlarından, hortumlarından mahrum kalacaklar.

Yazının başlığındaki “Bir dönemin sonu mu?” sorusunun cevabı tam da burada gizli. Erdoğan dönemi can çekişiyor. Rüçhan Çelik isimli arkadaşımızın yaay’da yaptığı açıklama bu durumu güzel özetlemişti: “Anadolu, 2023 seçimlerinde Reis’e son kez el verdi.” Bu bir bakıma veda öpücüğüydü. Erdoğan bir dahaki seçimde karşısında Kılıçdaroğlu gibi baştan aşağı sabıka riski taşıyan birisini bulamayacak. Erdoğan ve Ak Parti’yle ilgili yorumlara burada bir son verelim.

Sonraki bölüm…


İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Free counters!

Yorumlar