Bir Dönemin Sonu mu? (1)

Karl Marx tarihte hiçbir medeniyetin diğer medeniyetler üzerindeki süpürücü etkisinin Batı Medeniyeti kadar olamadığını vurguladığında, henüz 19. asrın ortalarıydı. Ve henüz dünya, Batı Medeniyeti’nin diğer medeniyetler üzerindeki dönüştürücü, örseleyici ve çürütücü etkileriyle ilgili sadece kısa bir fragmana şahit olmuştu. O devirde bu yorumu yapabilmek ancak madde-fikir diyalektiğinde dahiyane bir yeteneğe sahip olmayı gerektirir. Dahiyaneydi, çünkü Marx’ın 160 yıl önce fark ettiği bu gerçeği, pekçok kişi yeni yeni farkedebiliyor. Batı Medeniyeti’ne küçük bir ihtimalle bile dur deme şansı olan tek medeniyetin, yani İslam Medeniyeti’nin sosyal bilimcilerinin bir kısmı meseleyi anlamışlarsa da ne teorik ve de pratikte sadre şifa bir çözüm üretilebilmiş değiller. Küresel ısınmanın kutuplardaki buzları gün be gün erittiği gibi diğer medeniyetler Batı karşısında her geçen gün kan kaybetmeye devam ediyorlar. 


Bu yazıyı, kıymetli okurlarımın uzun süredir siyaset hakkında yazı yazmayan bendenizi tazyikli bir ricayla 31 Mart seçimlerinin sonuçlarını değerlendirmemi istemeleri üzerine kaleme alıyorum. Fakat bu seçimi, uzun süredir içten içe çağlayan, ancak bazı özel sebeplerle  kendisini gösteremeyen sosyal değişimin kuvvetli bir dışavurumu olarak gördüğümden yukarıdaki girişi yaparak başladım..


31 Mart’ta öyle bir seçim sonucu ortaya çıktı ki, son 20 yıldır her seçime büyük, ham ve mesnetsiz beklentilerle girmiş ve her seferinde hüsrana uğramış muhalif cephenin bile ağzı açık kaldı. Erdoğan siyaset sahnesine çıktığı günden beri kendisinden önceki bütün siyasi ezberleri bozmakla kalmamış, çizdiği performansla olması ve hatta hayal edilmesi bile mümkün olmayan pek çok şeyi hayata geçirerek, hem siyasi figürlere hem de topluma yeni ezberler kazandırmıştı. Erdoğan’ın ezberlettiği siyasal ve toplumsal gerçekler de değişmeye yüz tutmuştu. Ama kendisini göstermeye fırsatı olmamıştı. Ne iktidar, ne de muhalefet cephesinin böyle dramatik sonuçlara hazır olmamasının çok önemli bir nedeni varmış meğer; Kemal Kılıçdaroğlu.


Toplumun farklı katmanlarından, özellikle de gençlerden çok sayıda insanla teşriki mesaisi olan birisi olarak sosyolojik değişimi iyi okuduğumu düşünüyordum. Önceki seçimlere yönelik birçok tahminimde çuvalladım ve özgüvenim bayağı bir zedelenmişti doğrusu. Hatta daha önceden emin olduğum birçok tespitimi bırakın başkalarına, kendime bile savunamaz hale gelmiştim. Toplumun değiştiğini, dönüştüğünü, gelenekçi kitlenin sahneden yavaş yavaş çekilip yerini daha liberal bir nesle bıraktığını apaçık görmeme rağmen, çok önemli bir parametreyi ıskaladığımdan tespitlerimin siyasi gerçekle uyuşmazlık göstermesi, zihnimi iddialı yorumlardan müphem analizlere evirmişti. En önemli hatam şu olmuştu. Modernize olan, liberalleşen, bireyselleşen, vurdumduymazlaşan insanlarda bazı değerler hızla deforme olurken, büyük bir çoğunluğunda vatan ve millet sevgisi fazla yara almıyormuş. Dini değerler, eski sosyolojik normlar hızlı bir erozyona maruz kalırken, vatan millet aşkı öyle kolay kolay yok olmuyormuş. Bu beni çok mutlu eden bir yanılgı oldu açıkçası.


Sosyolojik değişimin sonuçlarının seçimlere kitlesel reaksiyon olarak bir türlü yansımaması gerek bende, gerekse büyük beklentilere girmiş muhalif cephede şaşkınlıkla karşılanması değişimin vatan millet mevzubahis olduğunda beklemeye alınmasıyla alakalı imiş. Bunlar birikip birikip birden patlayınca hepimiz bu sefer ters istikamette şaşakaldık doğrusu.

Bu ilginç sonuçların çok sayıda sebebi var elbette. İlginç olması sadece CHP’nin oy oranındaki ani yükselmeyle değil, aynı zamanda hiç beklenmedik bölgelerde gözlerimize inanamayacağımız sonuçların karşımıza çıkmasıyla alakalı. Sebepleri sıralamaya başladığımızda belki herkes ekonomik darboğazı bir numaraya yazacaktır. Ama çok da emin olamıyoruz. Bundan 9 ay önce ekonomi yine en az şimdiki kadar kötüydü, ama sonuçlar böyle değildi. O seçimde %50 alan Cumhur İttifakı bu seçimde %40’a düştü. Bir kere Ak Parti’ye ve Erdoğan’a çok öfkeli olduğu halde vatan elden gidiyor diyerek sandığa mecburen giden, ama bu seçimde protestosunu koyarak oy kullanmayan büyük bir kitle var. Seçime katılım oranından bunu rahatlıkla görebiliriz.

Seçimin sonuçlarına tesir eden üç büyük faktörü şöyle sıralayabiliriz: 1) Artık açlık sınırının bile altında yaşamaya zorlanan emekliler 2) Erdoğan ve avanesindeki yozlaşmanın hız kesmeden ve ivmesini artırarak devam etmesi 3) Yeni nesilde gün be gün büyüyen Erdoğan antipatisi.


Emeklilerin karşı cepheye yönelmesi geçici bir durum. Yani sonraki seçimlerde gerekli iyileştirilmeler yapılabilirse bu seçmen kitlesinin oyları geri çağrılabilir. Yaşlı nüfusta Erdoğan’ın hala kredisi var. Erdoğan’ın ekonomiyi toparlayabilme ihtimalini bilahare ele alalım. 


İkinci önemli mesele Ak Parti’deki yozlaşmanın giderilebilip giderilemeyeceği. Erdoğan’ın seçim sonrası yaptığı konuşmayı hayranlıkla izledim. Verilen mesajları doğru kavrayıp partisini düzelterek yeniden halkın teveccühünü kazanmaktan bahsetti. O konuşmayı dinleyince Tolstoy’un Hacı Murat romanındaki direniş ruhunu hatırladım. Sağlık sorunları had safhaya varmış, partisindeki klikler tarafından etrafına set örülmüş, son üç seçimdir oyları eriyen bir liderin hala yeniden dirilmekten bahsetmesi oldukça etkileyiciydi. Türkiye ortalamasına göre marijinal sayılabilecek bir parti ve ideolojinin mensubu olmasına rağmen, Cumhuriyet tarihinin son çeyreğini adeta kapatan bir siyasi performans sergileyebilmek için böylesine bir tutku gerekiyor sanırım.


Fakat Erdoğan ne kadar dirençli, ne kadar iktidar tutkunu bir yapıya sahip olsa da, maddenin tabiatını baz aldığımızda artık geri dönüşü olmayan bir sürece girdiğimizi söyleyebiliriz. Osmanlı devleti gerileme ve ardından çökmeye yüz tuttuğunda, vatansever Osmanlı aydınları bir hal çaresi için yıllarca çırpınıp durdular. Ama çöküşü engelleyemediler. Erdoğan 50 yaşındaki dinçliğine kavuşsa bile buradan geri dönüş neredeyse imkansız hale geldi. Zira mesele enerji değil. Bozuk zihniyet ve buna bağlı gelişen onarılması kabil olmayan yapısal sorunların mevcudiyeti.


Yeni nesildeki Erdoğan antipatisi ise Türkiye’nin iç dinamiklerinden çok, küresel değişimin bir sonucu. İktidarının ilk dönemlerinde bu dönüşümle ilgili hiçbir tedbir almayan, ilerleyen dönemlerde mevzuya uyanan Erdoğan’ın ipin ucunu kaçırdığı bir gerçek. Aldığı tedbirler de baştan savma ve bolca imam-hatip açma eksenli tedbirler. Çok işe yarayacak cinsten değil, ayrıca fazlasıya geç kalınılmış durumda.


Sonraki bölüm.


----------------------


Free counters!

Yorumlar

  1. “Not 1: Ahmet Hoca’nın açıklarını yazdığımı bilen arkadaşlar, delişmen yanımı kışkırtmak amacıyla “Hoca’yı eleştirmek kolay, sıkıysa Erdoğan’ı eleştir de görelim” diyerek üzerime geldiler. Boşuna uğraşmayın. Kendi aramızda hatalarını konuşur, eleştiririz. Kendisiyle kamuoyuna kapalı bir ortamda karşı karşıya gelsem yüzüne karşı da eleştiririm. Ama kamuoyuna açık bir platformda bunu asla yapmam. Dedik ya. O ümmetin kristal vazosu. Onu ve davasını muhafaza etmek sadece benim değil, bağımsız bir Türkiye’ye inanan herkesin asli görevi.”

    Ahmet Davutoğlu yazınızın sonunda Erdoğan için bunu söylemiştiniz, şu anda burada bahsettiğiniz “asla”nızdan ne kaybettiniz, yoksa bağımsız bir Türkiye’ye mi inanmıyorsunuz? Tayyip abi sadece Silahlı Kuvvetlerin yapısındaki değişikliğinden ve müfküresinin Bağımsız Devlet olabilme çabasından dolayı bile bu milletin takdirini kalplerde yaşayacak ve onun asli niyetini bilen herkes yine aynı şekilde onu eleştirmemeyi “ bağımsız bir Türkiye’ye inanan herkesin asli görevi.” olarak belleyecektir. Ahmet Davutoğlu, Rus uçağı mevzusunda Fetöcülerin ağına düştü ve devamında da hep geriye saydı ama Erdoğan her hatasından (ekonomi hariç) alnının akıyla çıktı ve gerektiğinde özür dileyip helallik almasını da bildi.

    Bu yorumu da İslamcı reflekslerle asla yazmıyorum, ailesi bürokrasi geleneğinden gelen ve seküler biri olarak bunları söylüyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kristal vazo çatladı. Kırılmasın diye önce içeriden düzeltmeye çalıştık. Çok kişiyle konuştum. Bazıları zaten söylediklerimizi hafifsedi, büyük adamlar ya. Bazıları da benimle aynı istikamette düşündükleri halde dalkavuklar ordusunun ördüğü demir perdeyi geçemediler. Ben de açıktan uyarmaya başladım. Hepsi bu. Bütün bunları da yine aynı saikle, yani ülkenin bağımsızlığı elden gidiyor korkusuyla yaptım.

      Erdoğan ekonomide de geri adım attı, ama ülkeyi batırdıktan sonra. Ekonomik darboğaz nedeniyle ülkenin uluslararası arenada verdiği tavizleri bilenler bilir, burada söylemeyeyim. Yazı dizisini tamamlayayım, hepsini okuduktan sonra ne dediğimi anlayacaksınız.

      Sil
  2. Ayrıca Silahlı Kuvvetlerde hatrı sayılır bir takipçi kitleniz olmasına ve bunu bilmenize rağmen bu şekildeki yorumlarınızın insanlarda bıraktığı etki yıllar sonra farklı sebeplerle farklı boyutlarda olacaktır. Umarım bu noktadaki sorumluluğunuzu da farkedersiniz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İçinde vatan millet sevgisi olan herkese muhabbetim baki. Ama benim kendimce gördüğüm hataları dile getirmem gerekiyor. Bu da vatan sevgisinin bir uzantısı. Onurlu bir insan şahısların arkasından yürümez, davasının ve ilkesinin peşinden gider.

      15 Temmuz'da ölümün kıyısından dönmüştüm. Bazı arkadaşlar "Tayyip için değer miydi?" diye sorunca, "Tayyip kim ya, ölümlü bir insan, ben o gün değerlerim adına direndim, yarın Tayyip aynı hatayı yapsın, onun tanklarına karşı da direnirim" demiştim. 5 yıl önceydi. Esas olan ilke, dava, değerdir.

      Yazının sonunu beklemenizi bir kez daha tavsiye ediyorum.

      Sil

Yorum Gönder

Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.