Bir Dönemin Sonu mu? (5)
Gerek Erdoğan öncesi dönemi anlatırken, gerekse Erdoğan analizi yaparken pek çok şeyi atlamak zorunda kaldım. Erdoğan gibi bir fenomeni ve siyasi serencamını dört başı mamur şekilde anlatabilmek için ciltler dolusu kitap yazmak gerekir. Daha önce de yazmıştım. Erdoğan, siyaset bilimciler için yepyeni olguları, metodları ortaya koyması hasebiyle, bilimsel bazı kabulleri bile çürütebilecek olağanüstü bir siyasetçi. Siyaset bilimini yeniden yazdırabilecek bir deha.
Azınlık Ruhu Candır (2)
Refah Partisi önemli belediyeleri aldığında vaveyla kopmuştu. Aslında bu bir bakıma ön alma çalışmasıydı. Sonuçta belediyeler yerel iktidarlardı ve ülkenin iç ve uluslararası nizamını dizayn etme yetkisi yoktu. Zaten belediyelerdeki çalışmalar seküler devlet oligarşisinin ve seküler vatandaşlarımızın huzurunu bozacak ciddi bir değişim yaratmamıştı. Yani korkulan olmamıştı. Bilakis önceki belediyelere göre çok daha iyi performansa şahit olan vatandaşlar sakinleşmiş, hatta bir kısmı oyunun rengini değiştirmeye başlamıştı. Korkulan şey Refah kadrolarının devletin başına geçmesiydi. Nitekim başarılı belediyecilik faliyetleri Milli Görüş’ü iktidara taşıyınca asıl kıyamet o zaman koptu. Milli Görüş’ün ilk çıkışı, basın ve kamuoyu üzerindeki baskılar yetmeyince devletin derin unsurları tarafından saf dışı edildi.
Erdoğan ikinci çıkışı Ak Parti’yle yapıp iktidara gelince, aynı korkular çok daha güçlü bir şekilde yeniden dillendirilmeye başlandı. Cumhuriyet mitingleri, askerlerin açıklamaları, basın ve bürokrasiden yükselen seslerle baskı altına alınmaya çalışılan Erdoğan hiç acele etmiyordu. Hem topluma, hem devlete kendisini kabul ettirmek gibi çift kulvarlı bir koşuyu dengeli bir şekilde yürütmek zorundaydı. Azınlık psikolojisi yine devredeydi. Azınlık ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi layık görülen bu akımın gadre uğradığını vurgulamak adına, Erdoğan ve eşi Emine hanımın zenci süsü verilmiş fotoğrafları dergilerin kapaklarına taşınıyordu.
Erdoğan, Erbakan döneminde bir kereliğine %21 alan, ardından düşen ve daha çok %10’un altında seyreden Milli görüş’ün oy oranını İstanbul seçimlerinde %26’dan başlayarak Ak Parti’de %34’e, ardından her gün yükselen bir ivmeyle %50’lere kadar taşıdı. Seçimi kazanma problemi yoktu. Çok büyük kitleleri, bir kısmını fanatiklik seviyesinde olmak üzere peşine takmıştı. Kendisini devlete hala kabul ettiremese de halk nezdinde ülkedeki tartışmasız tek lider olmuştu.
Erdoğan’a güzel işler yaptıran, siyasi nezaket ve toplumsal kapsayıcılık konusunda hassasiyet göstermesine vesile olan şey devlet indinde meşruiyet bulamamasıydı. Halkı ardına alarak sosyolojik azınlık duvarını aşmıştı, ama devlete karşı hala azınlık refleksleriyle hareket etmek zorunda kalıyordu.
Genelde Erdoğan, ABD ve FETÖ ittifakının “One Minute” vakasıyla çatırdadığını düşünülür. Ben o kanaatte değilim. Asıl sebep eski derin devletin dişlerinin iyiden iyiye sökülmesiydi. ABD’nin artık Erdoğan’a ihtiyacı kalmamıştı. Bir zamanlar Erdoğan’ın her hareketini alkışlayan FETÖ’nün kalemşörleri yavaş yavaş cızırdamaya başladı. Biz o dönemlerdeki gelişmeleri hep Erdoğan ve Gülen arasındaki güç savaşı olarak okuyorduk. Oysa asıl mesele şuydu. Türkiye’nin gelmesi gereken bir hiza vardı ve bu hizaya gelinmişti. Artık Erdoğan’a ihtiyacı kalmayan ABD kendisini ekarte etmek için düğmeye basmış ve Türkiye’deki yeni derin unsurları olan FETÖ mensuplarına işaret fişeğini çakmıştı.
Aklımıza hemen şu soru gelebilir; Erdoğan madem ABD’nin partneriydi ve madem hazır Erdoğan’a bariyer olan unsurlar elimine edilmişti, ABD Erdoğan’dan neden vazgeçsindi ki? Şöyle bakalım. Epeyce mesafe kat edilmiş ve Erdoğan’ın kırmızı çizgilerine kadar gelinmişti. Erdoğan öngöremediği için dolaylı olarak ülkenin geleceğine zarar verecek kararlar alsa da, bile isteye ülkesine zarar verecek biri asla değildi. İçinde Osmanlı ruhu, büyük Türkiye, ümmet sevdası kıpır kıpırdı. Bir yerden sonra ABD’nin başına bela olacağı apaçık görünüyordu.
Rağmen Bey’in Nirvanası
Erdoğan bir taraftan eski derin devletle husumetliydi, diğer yandan da ABD ve FETÖ’yle çatışmaya başlamıştı. O vakitte yargı, bürokrasi, askeriye FETÖ’nün kontrolüne girmişti ve bugünlerde Erdoğan’ın arkasında duran eski seküler rejim artıkları ya hapisteydi, ya emekli edilmişti ya da ağır baskı altındaydı. Erdoğan’ı bir şey için alkışlayacaksak en çok 2013 - 2016 arasında adeta tek başına savaştığı varolma döneminde gösterdiği dirayet için alkışlamalıyız. Öylesine yalnızdı ki bu sürecin sonunda “Yanımda milletimden başka kimse yoktu” diyerek dönemin özetini sunacaktı. Erdoğan o dönemde içerde ve dışarda tam anlamıyla 7 düvele karşı savaş vermişti.
Yazımın önceki kısımlarında Erdoğan’ın “Ben düşersem, devlet düşer, millet düşer, vatan düşer, din düşer” zihni alt yapısı bu üç yıllık dönem için birebir örtüşen bir hal aldı. 2013-2016 arası gerçekten Erdoğan düşseydi vatan-millet-devlet-din kalmayacaktı. Benim Erdoğan’a en kuvvetli destek verdiğim dönem de o dönem olmuştu, tabii on milyonlarca insanın da. Gerçekten de o dönem Erdoğan bizim kristal vazomuzdu.
Rağmen Bey 2013-2016 arası politik kariyerinin zirvesini yaşadı. Bu dirayeti tarihte çok az devlet başkanı göstermiştir. Bugün yarı bağımsız bir Türkiye’den bahsedebiliyorsak tamamiyle Erdoğan’ın o dönem gösterdiği kutlu direniş sayesindedir. 2013-2016 döneminin öncesinde ve sonrasında onlarca hata yapmış olsa da sadece bu dönemin hatrına Erdoğan’a bu milletin bir minnet borcu var, hakeza benim de. Erdoğan’a gönülden, tereddütsüz, hatta ölümüne destek verdiğim tek dönem 2013-2016 arasıdır.
15 Temmuz darbe girişimi ve bu girişimin bastırılması Cumhuriyet tarihindeki en önemli hadisedir. Şüphesiz Erdoğan bu işi tek başına başarmadı. Halk arkasında durdu, istihbarat zamanında müdahale etti ve devletin önemli unsurlarında görevli şahsiyetler büyük riskler alarak kritik zamanlarda vatan savunmasında olaya müdahil oldular. Bütün bunlara rağmen en büyük irade ve dirayet Erdoğan’ındır. Çünkü o gün o dirayette bir liderimiz olmasaydı bahsettiğimiz diğer tüm faktörler akim kalacaktı.
Darbe girişimi başarıyla atlatılınca Türkiye’de alışageldiğimiz bütün denklemler bozulup yeni bir safhaya geçildi. Bazı yönleriyle çok hayırlı olan bu düzenin bazı yönleriyle de çok ciddi handikaplar inşa ettiğini gördük. Düzenin en çok hasar gören parçası Erdoğan oldu. Bizim sevdiğimiz, peşine düştüğümüz, liderimiz Erdoğan yavaş yavaş eridi ve yerine Leviathan* geldi. 15 Temmuz sonrası eski devletin tüm zinde aktörleri tekrardan aktive oldu ve Erdoğan’a biat ettiler. Erdoğan kendisini gönüllerin sultanı yapan azınlık ruhunu işte o gün kaybetti. Önce halk nezdinde meşruiyet sağlamıştı, ardından kendisi için adeta bir “Kızıl Elma” niteliğndeki hedefine ulaşmıştı. Artık o devletin tümüyle sarıp sarmaladığı başkomutandı. Doğru olan da buydu. Ama doğru olmayan bu güzel gelişmeyle beraber Erdoğan’ın eski ruhunu kaybetmesiydi.
-
*Leviathan: Thomas Hobbes'un devleti (kralı) benzettiği devasa deniz ahtapotu.
--------
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Turing'deki konuşmalarınızdan beri sizi takip ve takdir ediyorum.
YanıtlaSilEyvallah...
SilBu yazının sonu gözaltı getirecek gibi devam ediyor.
YanıtlaSilNe gelirse gelsin.
SilArkanızdayız
SilSiz bence her şeyden önce bu kadar ulusalcı subay ve seküler bürokrat Erdoğan’a neden destek veriyor diye düşünebilirseniz yazınıza karşı Pirus zaferi elde edersiniz. Erdoğan’a 2010’a kadar hiç destek vermemiş ancak istikamete girdikten sonra Erdoğan haricine destek vermeyenler olarak ileride evlatlarımıza gururla anlatacağız.
YanıtlaSilVe unutmayın ki Erdoğan’ın ekonomi takıntısı sadece faizden değil aynı zamanda Batı’ya istediğini vermediğinden oldu. Daha yeni BOTAŞ-Exxon arasında enerji anlaşması oldu onun 2017 taslağına bir bakın bir de şimdiki taslağına bakın veya CAATSA yaptırımları için Erdoğan’ın diretmesi sayesinde yaptırımların kaldırılmasına bakın. Ekonomi batının silahındaki son kurşun, AIHM’in TR aleyhine karar açıklarken bile kredi kuruluşlarının notu negatife döndürmek için veriyor. Nereden biliyorsunuz demeyin doğrudan yaptığım iş bu. Sizi ve yazılarınızı bu saatten sonra takip etmem.
Yaılarımı çok insan takip etsin isteseydim, gider dalkavukluk yapar kendime iktidar yanlısı veya müzmin muhalif bir yayın organında çuval dolusu para alarak yapardım bu işi. O kadar çevremiz var çok şükür.
SilDiğer yorumlara gelince. Seküler subay ve bürokratlar önce, 80 yıl bu milletin değerlerine nasıl tecavüz ettiklerini, PKK'yı nasıl başımıza bela ettiklerini, ülkeyi nasıl her seferinde ekonomik olarak küçülttüklerini bir izah etsinler, sonra fikirlerine ve duruşlarına itibar edelim. Bugün gücü tekrardan ele geçirmenin sarhoşluğuyla bize ayar vermeye kalkmasınlar. Ben kimi zamanlar o insanlarla aynı çizgide olabilirim, kimi zaman da karşı karşıya gelebilirim. Vatanı, milleti benim kadar asla düşünmüyorlar. Bürokraside ve siyasette gayet geniş çevrem var ve devletten bir tane ihale almadım. Alnımın akıyla, kapı kapı dolaşıp pazarlamacılık yaparak rızkımı kazanmaya çalışıyorum. Onlara bakıp hizaya gelmem. Biri hizaya gelecekse, benim duruşuma bakıp onlar hizaya gelsin. Çünkü benim hiçbir makam, para, kadın hesabım yok. Sokakta mazlumlarla iç içe yaşıyorum.
Ekonomi konusunda ayrıntılı yazacam, ama okumayacağın için öğrenemeyeceksin :) Söyeldiklerin işin bir vechesi. Ben senin bildiklerini büyük oranda biliyorum, ama sen benim bildiklerimi bilmiyorsun.
Ben biliyorum sen bilmiyorsun kibrine girdiysen Allah selamet ve istikamet versin. Senin bürokraside çevren olduğu kadar benim de var ve hatta fazlası var, ben bu üslupla konuşmadım. Seküler subay ve bürokratların hepsi de asla tek düze değil, vatan-millet-devlet mevhumu etrafında kümelenmiş ve dönemine göre doğru yerde kalabilmiş olanı çok fazla. Sen bilmiyorsun dediğin şey rüşvetler ise sen benim bildiğimin bir kısmını bile bilmiyorsundur hem de son 20 yıl değil 30 yıl.
SilTamam. Şimdi anlaştık. Ben cahil, hain ve kibirliyim. Sen de vatansever, bilgili ve mütevazısın. Sözünün eri ol. Bir daha yazılarımı okuma, hele hele yorum hiç yazma.
SilRte nin büyüklüğü kendisinden değil, zamanı gelen bir fikrin artık sahneye çıkmasından gelir. bilen bilir, hiçbir şey "zamanı gelen bir fikirden" daha güçlü değildir. Kendisi şeyhine iman eder gibi ona iman eden kitlenin ekmeğini çok yedi. Kibir, sürekli yanlış karar almasına rağmen inanılmaz bir kendine güven, para hırsı, bölgecilik, pohpohlanma bağımlılığı vs. derken bitmeyecekmiş gibi gözüken sermayeyi yedi bitirdi. Fikrede yazık oldu, yeniden bir şans bulması belki 50 sene sonraya kaldı.
YanıtlaSilNe yaptın sen arkadaş? Yazının sonuyla ilgili spoiler verdin :)
SilZiya ağabey yine ölçülü, basiretli ve ferasetli bir yazı dizisi hazırlamış. Allah kalemini mürekkepli, görüşünü açık, ruhundaki bu “eyvallahsız” tavrını daim etsin. Severek takip ediyoruz.
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Sil