Bir Dönemin Sonu mu? (13)

 İmamoğlu’nun Erdoğan’a benzediğini yazdım. Ancak birkaç gömlek altında. İlginçtir, üniversite diploması konusunda da Erdoğan’a benziyor. Evet, bir diploması var, ama baştan aşağı şaibeli. Kıbrıs’ta baba parasıyla üniversite okumaya başlamış. Sonra İstanbul İngilizce İşletme bölümüne yatay geçiş yapmış. Ben de o dönemde üniversite okuduğumdan biliyorum, İstanbul İngilizce İşletme çok prestijli ve kazanması çok zor bir bölümdü. Girne Amerikan Üniversitesi İletişim bölümünden İstanbul İngilizce İşletme bölümüne geçiş iki sebepten mümkün değildir. Bir tanesi iletişim-işletme yatay geçişi mevzuata uymaz. İkincisi de mevzubahis bölümlerin üniversite giriş puanları arasındaki astronomik farktan dolayı bu neredeyse imkansızdır. İmamoğlu’nun Kıbrıs’taki ortalaması 4.00 olsa bile İstanbul İngilizce İşletme bu yatay geçişe normal şartlarda müsade etmez. İmamoğlu gibi keyfine düşkün, sosyal yönü güçlü bir karakterin ortalamasının 4.00 olma ihtimali de yok tabii ki. Peki nasıl oldu da bu yatay geçiş yapıldı? Dedik ya, esnafoğlu esnaf Ekrem paranın gücünü gayet iyi biliyordu.


İmamoğlu’nun sadece yatay geçişi değil, aynı zamanda diploması da şaibeli. İngilizce konuşamıyor, hadi diyelim İngilizce konuşmak pratik işi. Önüne konulan İngilizce akademik bir metni anlayamaz, eline sözlük bile verseniz çevirisini yapamaz. İstanbul Ü. İngilizce İşletme mezunu olabilmek için en azından İngilizce akademik metinleri rahatlıkla okuyup anlayabilmeli ve İngilizce metin yazabilmelisiniz. Oradan mezun arkadaşlarımızın seviyesi böyleydi. Peki nasıl mezun oldu Ekrem bey? Dedik ya esnaf diye, bulmuştur bir yolunu.


Ama lütfen bu konuları kaşımayalım. Yarın hasbelkader İmamoğlu CB olur da diploma, İngilizce, yatay geçiş gündeme gelirse, tıpkı Erdoğan gibi kompleks yapıp “ben ekonomistim” diyerek ülkenin bir 15 yılını daha berhava edebilir. Ya da İngilizce bilmediği için bunu ispatlamak adına, İngilizce kaleme alınmış uluslararası bir anlaşmayı kendi başına okumaya kalkıp yanlış şeylere imza atabilir.


Bu arada Erdoğan’ın üniversiteye gitmemesi gayet doğal. Ta lise yıllarında siyasete girmiş, ardından üniversite yıllarında Milli Görüş’ün önemli aktörlerinden biri olmuş. On binlerce gence liderlik yapan birisi olarak üniversiteye gidip kafası dumanlı öğrencilerle kantinde geyik muhabbetlerine mi takılacaktı? Bence doğrusunu yapmış, davasının peşinde koşmuş.


Hasılı diyeceğim o ki, CB olacak kişiye yok üniversite diploması olsun, yok İngilizce bilsin, yok 40 yaşını geçsin diye bariyerler koymak gibi fuzuli yasalar çıkarmayın. Bir insana bir konuda seçme hakkı veriyorsanız, aynı konuda seçilme hakkı da vermek zorundasınız. Bu mantığın en basit kuralıdır. Hukuk mantığa ters olamaz, mutlaka bir yerde patlar. Şimdi size bunu da ispat edeyim.


Bir yasanın, kuramın doğruluğunu test edebilmek için maksimizasyon - minimizasyon yaparsınız. Varsayalım ki ülkede bir salgın hastalık oldu ve 40 yaş üstü insanların biri hariç tamamı öldü. O şahıs otomatikman CB mı olacak? Ya da üniversite mezunu kimse kalmasa CB seçemeyecek miyiz? Bütünün her parçası bütüne aittir ve aynı haklara sahiptir. Okuma yazması olmayan biri bile halktan yeterince oy alıyorsa CB olma hakkına sahiptir. İmza atacağı metinleri güvenilir birilerine okutur, anlar, öyle imzalar. İngilizce bilmediği için dalga geçilen Erdoğan binlerce İngilizce metnin altına imza atmadı mı? İngilizce bilmediği halde uluslararası politikada gayet iyi performans göstermedi mi? İşi yaşla ve eğitimle sınırlandıracaksanız İlber Ortaylı’nın CB olması gerekmez mi? Profesör, gayet bilgili ve yeterince yaşlı, olgun.


Erdoğan - İmamoğlu benzerliklerini biraz daha açayım. Mesela ikisi de gençliğinde amatör futbol oynamış; Erdoğan forvet, İmamoğlu kaleci. Zihinsel kodları da çok benzer. Karadenizli muhafazakar ailelerde büyümüşler. Kur’an, medrese eğitimi almışlar. Sadece muhafazakar değil, milliyetçi bir altyapıları da var. Erdoğan’ın Atatürk’le ilgili düşüncelerini gayet iyi tahmin edebiliyorum, İmamoğlu’nunki de aslında çok farklı değil. O yüzden İmamoğlu’nun ısrarla ne kadar Atatürkçü, laik olduğu vurgulanıyor. Wikipedia’daki İmamoğlu faslına bakarsanız bunu görürsünüz. Ayrıca bu fasılda öyle bir dil kullanılmış ki, adeta İmamoğlu’nun ne kadar iyi bir CB adayı olacağını anlatıyor, objektiviteden çok uzak bir metin.


Ekrem İmamoğlu’ndan çok bahsettim, farkındayım. Bir dahaki seçimlerde CB olma ihtimali yüksek. CB olamasa bile Türkiye’nin gündemini uzun süre meşgul edecek bir isim.


Şimdi gelelim seçimin kaybedenine. Hatırlar mısınız bilmem, Ak Parti’nin oy oranı 2007 seçimlerindeki %46,6’dan 2009 yerel seçimlerinde %38,8’e düştüğünde muhalefette zafer çığlıkları atılmıştı. Halbuki CHP’nin oyu %23,1 idi ve Ak Parti’den 15 puan fark yemişti. Bir de bugünkü manzaraya bakın. Hemen burada önemli bir ayrıntıyı paylaşalım. Ak Parti’nin genel seçim oy oranları yerel seçimlere göre hep daha düşük olmuştur. İl genel meclisi oy oranlarından bahsediyorum. Yani bugün genel seçim olsa Ak Parti 1-2 puan daha fazla oy alabilirdi. Seçmenin ülke ve yerel seçim refleksleri biraz farklı.


Ak Parti ve Erdoğan yolsuzluklar, kamu yönetimi, siyaset, eğitim, kültür, adalet, çevre ve ekonomi sahnesinde bir tur atıp aynı yere geldi, hatta bazılarında geriye bile gittik. Enflasyonda % 30’larla başlamışlardı, önce %5’e kadar inen enflasyon bir ara üç haneli rakamları geçti, şimdi %30’ları görmeye çalışıyorlar. IMF ile anlaşmamız ve borcumuz vardı, şimdi Dünya Bankası’yla anlaştılar ve ona borcumuz var. (Erdoğan 20 yıl boyunca IMF’yi nasıl kapı dışarı ettiğiyle hava attığı için, daha düşük faizli olduğu halde IMF’den borç alamadık.)Yolsuzlukta ise bütün zamanların en üst seviyesine ulaşıldı.


Siyasette de kendisine yapılan türlü ayak oyunlarını şimdilerde rakiplerine yapan, açıktan veya örtülü baskıyla rakiplerinin önünü kesmeye çalışan bir lidere dönüştü. Eğitimde ne yaptıklarını kendileri de bilmiyorlar. Kültürün künhünü de hiç anlamıyor ve bilmiyorlar ki çözüm üretsinler. Adalete artık kimse güvenmiyor. Eskiden çeteleri temizlediğini anlatan Erdoğan döneminde o kadar çok çete türedi ki, yeni bakan sadece bir yılda yüzlerce çete çökertti.


Diğer taraftan Türkiye, Erdoğan döneminde uluslararası ilişkiler, sağlık, ulaşım, alt yapı, enerji, yerli sanayii ve milli savunma sanayiinde önemli eşikleri de Erdoğan döneminde geçti. Tipik bir Karadenizli olarak, müteahhit kafasıyla ülkenin altyapısını Avrupa seviyesinin üstüne çıkardı. Öyle ki yerine gelecek CB altyapı namına hiçbir şey yapmasa en az bir dönem, belki iki dönem idare eder. Ama şunu da unutmayalım, yolsuzlukların büyük bir kısmı da altyapı hizmetlerini üretirken gerçekleşti. Kanal İstanbul’un bile yapacak yol, köprü, bina kalmayınca yeni rant kapısı üretebilmek adına peyda edildiğini düşünüyorum artık.


Sağlıkta yapılan reformlar sayesinde oldukça iyi bir seviye yakalanmıştı. Ancak son dönemlerde bir yandan afilli şehir hastaneleri yapılırken, diğer yandan tıpkı eski günlerdeki gibi laboratuvar ve MR için aylar sonrasına randevu verilir olmuş. Enerjide millileşme ve bağımsızlaşma konusunda çok iyi işler başarıldı. Ulaşımda da (altyapı çalışmalarının uzantısı olarak) önemli bir sıçrama yaşadık.


Erdoğan dönemindeki en büyük başarı kesinlikle milli savunma sanayiinin yakaladığı ivme oldu. Burada Erdoğan’ın ortaya koyduğu siyasi irade sektörde faaliyet gösteren kişi ve kurumların önünü açtı. Bağımsız bir ülke olma hedefiniz varsa kendi silahınızı kendiniz yapmak zorundasınız. Daha gidilecek çok yolumuz olsa da kritik eşiği aştık. Artık bir şekilde savunma sanayimizin büyüyüp, tatmin edici seviyelere ulaşacaktır. Yine kritik sanayi çıktıları üretebilmek adına, başta yerli otomobil olmak üzere kayda değer sıçramalar yaşadık.


Erdoğan döneminde en azından bir ayağımızı ABD’den kurtarabildik ki, bu da hayati önemi haiz bir gelişmeydi. Uluslararası politikada doğru zamanlarda doğru yerlerde durmayı başarabiliyoruz. Tabi buralarda kararları Erdoğan vermiyor, uygulamasını Erdoğan yapıyor, iyi de beceriyor doğrusu. Bazen yükselerek bazen de hiç Laz gururu yapmadan geri adım atarak olması gerekeni icra etmeye çalışıyor. Dış politikada rezil ekonomi yönetimi yüzünden çok büyük mahcubiyetler yaşadığımız doğru. Ama bu dış politikanın kendi dinamiklerinden değil başka faktörlerin etkisiyle oluyor.


Ayasofya’nın ibadete açılmasına biraz değinmek istiyorum. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi tamamen uluslararası bir hamledir. “Biz artık 1. Dünya Savaşı’nın sonuçlarını kabul etmiyoruz” demenin sembolik bir anlatımıdır. Böylesi bir meydan okumanın kararını Erdoğan veremez. Bu topyekün devletin aldığı çok zor bir karardır. Ama ilanı Erdoğan’a nasip olmuştur, bence hak etmiştir de.

Hatırlarsanız Rus uçağını düşürüp, ardından ilişkileri düzeltmek adına bazı zilletlere katlanmak zorunda kalmıştık. Ama gerekli ve doğruydu. Daha ötesi, darbe girişiminin ardından açıkça ABD’yi suçladık. Fakat 2 ay sonra Erdoğan Bloomberg’in organize ettiği bir toplantıda Kissinger, Rothschild gibi ABD’nin en derin kişileriyle bir araya geldi. Bu da doğruydu. Çünkü Türkiye bağımsızlık istiyorsa, bir tarafın yamaklığını yaparak bunu başaramaz. Güç merkezleriyle ilişkilerini belli seviyede tutmak zorunda. Nasıl 100 sene evvel Anadolu’yu o günkü güç merkezlerinin çekişmesinden faydalanarak elimizde tutabildiysek, şimdilerde de benzer aksiyonları takınmayı becermeliyiz. Gerçekçi olalım, biz hala süper güçlere göre oldukça zayıfız.



Free counters!

Yorumlar