Bir Dönemin Sonu mu? (10)

İmamoğlu, İstanbul’da Ak Parti’nin en önemli kalesini ele geçirerek yeterince sükse yapmıştı. Seçimler iptal edilince bu sefer Binali Yıldırım’ı sürklase ederek ikinci kez kazandı. Ardından Kılıçdaroğlu’nun yıkılmaz denilen saltanatını yıktı. Sonra İstanbul’da bu sefer ezerek seçim kazandı. Beylikdüzü belediye başkanlığı seçimini de sayarsak arka arkaya 5 seçim kazandı ve bunlardan üç tanesinde zımnen Tayyip Erdoğan’a karşı yarıştı. Yerel seçim sonuçları açıklandığında Bursa’daydım. Zafer turu atan araçlarda Bursa gibi bir şehri ilk defa alma başarısını gösteren Mustafa Bozbey’in değil, CHP başkanı Özgür Özel’in değil, İmamoğlu’nun portreleri vardı. Yani İmamoğlu CHP tabanının doğal lideri. Hal böyleyken, İmamoğlu sonraki CB seçimlerinde aday olmaz mı? Banko olur, niyeti mutlak manada bu.


Burada önemli bir soruyu soralım: İmamoğlu hangi şartlarda CB adayı olmaz veya olamaz? Bir alicenaplık gösterip Mansur Yavaş’ın aday olmasını isteyebilir mi? Sıfır ihtimal. Peki ya Özel’in adaylığını kabul edebilir mi? O da sıfır ihtimal. Pekala, İmamoğlu “ben aday oluyorum” derse, Özel veya Yavaş karşısına çıkıp “ben de aday oluyorum” derler mi? Bu sıfır ihtimal değil tabii ki. Ama, Ekrem her ikisine de nal toplatır ve ilk turda olamasa bile ikinci turda Erdoğan’ın karşısına çıkarak CB olur. Fakat, İmamoğlu’nun başı parti içi defanstan çok harici operasyonlardan ağrıyacak gibi görünüyor.


Konumuz İmamoğlu ama şu andan itibaren devlet mekanizmamıza ağır eleştiriler getirmek istiyorum. Yazı dizimin başlarında Erdoğan’ın iktidara gelebilmek için ABD, AB ve FETÖ ile işbirliği yaptığını yazmıştım. Bunların hiçbirisi Türkiye’nin hayrını istemez. Peki Erdoğan vatan haini miydi ki bu çetelerle işbirliği yaptı? Tabii ki değildi, adamı mecbur bıraktılar. İktidar, adil bir seçimle halkın teveccühünü kazanmış bir şahsa anasının ak sütü gibi helaldir. Ama hepimiz biliyoruz ki Erdoğan’ın iktidara gelmemesi için vahşi bir saldırı vardı. Kim tarafından? Bugün Erdoğan’ın arkasında duran devletin zinde güçleri tarafından. Şimdi aynısını İmamoğlu’na yapıyorsunuz. Sonra da İmamoğlu’nu dış güçlerle işbirliği yapıyor diye suçluyorsunuz. Aynısını bugün hayranı olduğunuz Tayyip de yapmamış mıydı? Suçlu ne Tayyip ne de Ekrem, asıl suçlu derin devletimiz. O gün “Nato mermer Nato kafa” idiler, bugün “Avrasya mermer, Avrasya kafa”lar.


İmamoğlu’nun CB adaylığını kim engelleyebilir? Tıpkı Erdoğan’a eften püften bir dava açarak önünü kesmeye çalıştıkları gibi, şimdi de İmamoğlu’nu hapse yollayabilirler. Zaten mahkumiyet aldığı bir davası var, dahası da gelebilir. Ama böyle devlet yönetilmez. Şu anda devlet İmamoğlu’nun elinde olsa, Erdoğan’a dava açtırabilir mi? Kırk tane dava açtırabilir. Ortada o kadar çok cürüm var ki. Sadece Kozmik Oda’yı FETÖ’cülere açtığı için Yüce Divan’lık olması lazım gelmez miydi? Ama o iş öyle değil işte. Bir kere kasıt yok, oyuna gelme var. Tıpkı Irak tezkeresinde, Kıbrıs’ta oyuna geldiği gibi. Oyuna gelmesinin nedeni de devletin zinde güçlerinin halkın iradesini beğenmeyip darbe veya baskı yapması.


Derin Devlet Olmalı mı?


Derin devlet tanımı dünya literatürüne Türkiye tarafından sokulmuş bir ifade. 28 Şubat döneminde Erbakan’a yapılan operasyonlardan sonra devlet içindeki gizli eli tanımlamak için kullanılmıştı. Pekala böyle bir yapı var mı veya olmalı mı? Bu soruyu sadece Türkiye için değil tüm devletler için soruyorum.

Devlet varlığını idame ettirebilmek adına her şeyi caiz gören bir yapıdır. Devletin yaşama içgüdüsü insanınkine benzemez. Çünkü devlet çöktüğünde tüm toplumun başına çöker. Yani sadece kendisi ölmez, toplumu oluşturan bireylerin hayat ve konforunu da riske atar. O halde devlet yaşamak için toplumun bir kısmına bedel ödetebilir ki çoğunluğun başı ağrımasın. Bunun kanuni altyapısı da mevcuttur. Mesela asker gider sınırda şehit olur, devleti korur. Bu sayede diğer insanlar huzur içinde yaşama fırsatı bulur. Bu Hobbes’un, Rousseau’nun bahsettiği “Toplum Sözleşmesi’nin bir gereğidir. İnsanlar devletin kendisini koruması, adalet tesis etmesi karşılığında bazı haklarından vazgeçerler ve devlete güç kullanma yetkisi verirler. Buraya kadar her şey mantıklı. Problem yetki verilen kişi veya kurumların elerlindeki güçleri tasarruf biçiminde ortaya çıkıyor.

Ben “derin devlet”in mutlaka olması gerektiğini düşünenlerdenim. Zaten düşünmesem ne olacak ki? Pratikte tüm devletlerde bu türden yapılanmalar var, yani devletin fıtratında bir derinlik mevcut. Her ülkenin derin devlet yapılanması farklı kurgularla bina edilmiş olabilir. Bazen resmi kurumlar, bazen resmi kurumlardaki yetkili kişiler, bazen de kimsenin bilmediği, görmediği gizli örgütlenmeler bu işi deruhte edebilirler. Evet, derin devlet var, fakat derin devletin bir etiği de olmalı. Yoksa koca ülke bazı şahısların oyuncağı haline gelebilir, dahası güya ülkeyi korumak maksadıyla yapılan operasyonlar toplumu geriye götürebilir ve mezkur şahıslar bu arada büyük menfaatle devşirebilir. Nitekim Türkiye’de bu defalarca yaşandı ve yaşanmaya devam ediyor.


Şöyle etraflıca düşününce derin devletin ilkelerini kabataslak çıkarabildim. Derin devletin önceliği elbette devletin bekası olmalı. Ama beka yeknesak bir kavram değildir. İçinde milletin refahı, ülkedeki bireylerin devleti kabullenme ve vatana aidiyet hissi, halkın kutsallarına saygı, bireysel hak ve özgürlüklerin idamesi gibi önemli parametreler içerir. Bu unsurları göz ardı ederek devletin bekasını temin edebilirsiniz. Ta ki kırılma anlarına kadar. Mesela Suriye’de devlet muhkem görünüyordu, ama halk ilk fırsatta devlete karşı ayaklandı. Aynı tehlike, despot ve yarı despot tüm ülkelerde kenarda sessizce o fırsatı bekler. O halde devlet, bekasının teminini sağlıklı bir zeminde idame etmek için vatandaşının himmetine muhtaçtır. Vatandaşın özgürlükleri ve hakları ihlal edilerek, değerleri, kutsalları görmezden gelinerek, gelir dağılımı adaletsizleştirilerek vaziyet alınamaz. 


Derin devlet halka rağmen bazı şeyleri yapmak zorunda kalabilir. Devletin ve hatta vatandaşın hayrına yapılması gereken bir operasyon vardır, ama halkın gözünde bu çok itici, rahatsız edici, hatta vahşi, haince bir uygulama olarak algılanabilir. Arkası önü anlatılabilse, insanlar da belki hak verecektir, ama bazı şeylerin gizli kalması, anlatılmaması gerekiyordur. Problem de tam burada başlar. Müphem alana girilmiştir ve ortalığa sis çöktüğünde çakallara, akbabalara fırsatlar doğar. Şahsi hırslar, egolar, ihanetler kendilerine hızlıca alan bulurlar. 


İdeal bir derin devletin karakteristiği şöyle olmalıdır. 1) Değişen şartlara göre hızlıca doğru pozisyon alıp, kendini güncelleme kabiliyeti olmalıdır. 2) Derin devlet mensuplarının diğer bütün resmi, özel ve sosyal kurumlardan daha zeki ve vizyoner olması lazım gelir. 3) Derin devletlerde bireylerin değil ortak aklın kararları baz alınmalıdır. 4) Kişisel çıkar ve hırslarını öne çıkaranların derhal tasfiye edilebileceği bir otokontrol mekanizması olmalıdır. 5) Derin devletin gayrimeşru operasyonları halk tarafından asla sezilmeyecek bir incelikte icra edilmelidir. Yani vatandaşta bir adaletsizlik, iradesine müdahele hissi vs uyandırmamalıdır. 6) Derin devletin, halkına karşı merhametli ve vicdanlı, devleti tehdit edenlere de tavizsiz bir sertliği bir arada götürebileceği bir duruşu olmalıdır.


Sonraki bölüm...


İlginizi çekebilecek diğer yazılar:



Free counters!

Yorumlar