Bir Dönemin Sonu mu? (4)
Erdoğan, yaklaşık 30 yıldır siyaset arenasında en çok gündem olmuş kişi. Birkaç nesil onunla gözünü açtı, neredeyse gözümüz kapanacak yaşlara kadar da ulaştık. Önümüzdeki dört seneyi de sayarsak 60 yaş altı kimse Erdoğan’ın başrolde olmadığı bir siyaset görmemiş olacak. Kimi zaman çok sevdiğim, bazen çok öfkelendiğim bu fenomen karakterle ilgi gidip gelen duygu ve düşüncelerimin bir hülasasını arz etmek istiyorum.
Özgür Bir Çocukluk: Çok çocuklu ailelerde anne babanın çocuklar üzerinde kontrol sağlaması kolay değildir. Özellikle babanın iş yoğunluğu veya başka nedenlerle eve az uğraması erkek çocuklara özgür bir alan açar. O zamanlarda sokağa çıkmanın kolay olduğu da düşünülürse, Erdoğan’ın toplumsal gerçekler, insan psikolojisi, iletişim becerisi gibi pek çok yeteneği daha çocukluk yıllarında sokakta edinmiş olduğunu tahmin edebiliriz.
İstanbul İmam-Hatip: İmam-hatip liseleri o senelerde sayı olarak azdı. Ama hoca ve öğrenci kalitesi çok daha yüksekti. Hocaların öğrencileriyle ilişkileri de çok daha fedakarane, idealist ve şuurluydu. Bir taraftan siyasal İslam öğretileri, diğer yandan dini değerlere kuvvetli bir bağlılık, Osmanlı ruhu, şanlı atalarımız telkin ediliyordu. Erdoğan’da bu izleri belirli aralıklarla gördük.
Doğu Karadeniz Genleri: Doğu Karadeniz, coğrafi olarak Anadolu’nun değil Kafkasya’nın parçasıdır. İnsan mozayiği de hem karakter hem tipoloji olarak daha çok Kafkas insanına yakındır. Genel olarak Doğu Karadenizliler savaşçı, özgüvenli, risk almayı seven ve bilen, idealist ama yeri geldiğinde hızlıca pragmatist oluveren, çabuk parlayan, gururuna düşkün, dolduruşa kolay gelen -iltifata zaafı olan-, çalışkan, duygu gizleme becerisi zayıf, rol yapamayan, muhabbetleri keyifli insanlardır. Bu yapıları münasebetiyle pek çok ortamda öne çıkarlar. Erdoğan bu özelliklerin çoğunu taşır. Bu onun genetik yapısıyla doğrudan ilintili bir durum.
Kasımpaşa Lümpenliği: Erdoğan Kasımpaşa’da büyüdü ve siyasette önemli roller alana kadar da orada yaşadı. Yankesicilerden, travestilere, dilencilerden, kadın pazarlayanlara, muhafazakar semt sakinlerinden, beli silahlı kabadayılara vs kadar envai çeşit insanın kendi içerisinde raconları olan bir dengede yaşadığı bu semt, Erdoğan’a çok şeyler öğretti. Yukarıda saydığım her kitleden insanla muhatap olmuş, o insanların jargonlarını öğrenmiş, ama en kötüsü gayri nizami ilişki modellerini resmetmişti. Halkın her kesimiyle temas ederken bu yetenekleri çok işine yarayacaktı. Kimin hangi muameleden anladığını, insanları nasıl motive edeceğini, arsız insanları nasıl boyunduruk altına alınacağını, paranın nelere kadir olduğunu, kadınların ve erkeklerin nelere zafiyet gösterdiğini hep Kasımpaşa’nın karanlık ağlarının arasında dolaşırken öğrendi.
Erbakan Etkisi: Erbakan olağanüstü zekası, hemen her konuda edindiği geniş müktesebatı ve akıcı konuşmasıyla çok donanımlı bir insandı. Ama Türkiye Erbakan’a hazır değildi. Karizması yoktu, fazla kibardı, idealistti ve çocukluğundan beri elit ve steril ortamlarda yaşadığından toplumsal kodları hemen hiç bilmiyordu. Halkın istediği siyasetçi modelinden çok uzaktı. Aslında devletin arayıp da bulamayacağı cinsten bir kumaşı vardı. Devletin o dönemlerdeki din alerjisi ve Erbakan’ın dindarlığı aynı kefeye sığmadığından ne halkta ne devlette hak ettiği karşılığı bulamadı.
Bu haliyle Erbakan, o dönemde eğitim seviyesi bir hayli düşük olan muhafazakar dindar kitle için de fazlasıyla lükstü. Erbakanı’ın söylemleri ve retorikleri kendisini çevreleyen Milli Görüş kitlesinde peygamber vaazı etkisi yaratıyordu. Erbakan’ın kendisi anlattıklarının künhüne vakıfsa da, tebası sadece yüzeyini görebiliyor ve “Hoca söylüyorsa işin esası budur” düsturuyla düşünüyor, savunuyor ve hareket ediyordu. Erdoğan da bu yaklaşımdan beri değildi. Hoca’dan öğrendiği, ama arka planını bilmediği kabulleri zihnine mıhlamıştı.
Esnaf Yetisi: Esnaf, “müşteri memnuyeti esası”yla her gelenin gönlünü hoş etmesini bilir. Hangi çıkışa nasıl reaksiyon gösterilir? Karşısındaki psikolojik olarak nasıl gevşetilir? müşteride nasıl duygusal bağımlılık oluşturulur? Bu maharetler kitaplardan okunarak geliştirilmez. Bizatihi sahada esnaf dükkanlarında, deneye yanıla öğrenilir. Erdoğan’ın birkaç farklı esnaflık tecrübesi, halkla temas ederken kendisine önemli bir katalizör olacaktı. İlk genel seçimlere girerken Deniz Baykal’a karşı “tüccar siyaset” söylemiyle çıkmış, zavallı Baykal da akademi ve bürokrasiden başka geçmişi olmayan biri olarak çocukluk yıllarında Antalya’da simit sattığını anlatmıştı. Yeri gelmişken not düşeyim. Son dönemde Ekrem İmamoğlu’nu öne çıkaran en önemli yanı da esnaf karakteridir.
Şüphesiz bir insan binlerce parametrenin tesiriyle şekillenir. Yukarıda saydığım altı faktör, kanaatimce Erdoğan’ın şekillenmesinde en başat nedenlerdir.
Esasında her insan eşsizdir. Bir diğerine tamamen benzemez. Ama pek çoğumuz genel kategorilere sığacak kadar birbirimize benzeriz. Erdoğan Fransızların tabiriyle “haute couture” bir üretim. Adeta ısmarlama bir model. Yani benzetmek gerekirse, kimseye benzemez…
Erdoğan’ın en önemli ve üstün özelliği, yukarıda bahsettiğimiz kendisini tasarlayan unsurların göstergelerini doğru zamanda doğru yerde gösterebilmesidir. Tabiki etten kemikten bir insan olarak bam teline basıldığında duygu kontrolünü kaybedebiliyor. Ama bunu doğal, yerinde ve içten yaptığı için imajına fazla halel gelmiyor. “Ananı da al git”, “one minute”, “Feyzioğlu” çıkışları gibi. Artık mizaci çıkışlar yapmayacak kadar yaşlandı. Ne hormonları, ne fizyolojisi kendisini buna zorlamıyor. Ama zihinsel arka planındaki inanç, korku ve takıntılarını hala fırsat buldukça sergiliyor. Üstelik bu konuda zamanlama problemi de yaşıyor. Yani mizaci anomalileri bitse de ussal olanları artarak devam ediyor. Bu da kendisine her geçen gün kan kaybettiriyor.
Erdoğan’ın karakter fotoğrafında çok öne çıkan özellilkerini sıralayalım; merhametli, gayretli, kindar, takıntılı, pragmatist, esnek, dirayetli, coşkulu, samimi-teatral, mütevazı ve en önemlisi iktidar şehveti alabildiğine yoğun.
Merhametli, ama merhamete mazhar olacak bir şahıs veya olayı duyması ve şahit olması gerekiyor. Eskiden halkın içindeydi, fazlasıyla görür, içselleştirirdi. Şimdilerde etrafını saranlar ona ne sunarsa onu görüyor.
Gayretli, ama bu canhıraş koşuşturmaca bedenini fazlasıyla yordu. Ayrıca, bir devlet başkanının uğraşmaması gereken binlerce detayla uğraştığı için ehem-mühim önceliğini kaybediyor. Bürokrasinin tamamı felç olmuş durumda. Herkes işi yukarıya havale ediyor. Devletin bürokratik insicamı bozuldu. Karar mekanizmasında kendisi duruyor, ama işi yaptırırken bürokrasiyi kullanıyor. Böylece pek çok iş yukarıdan gelen emirlerle hızlıca yerine getiriliyor. Bu da artısı.
Kindar, takıntılı, pragmatist, esnek. Bu dördünü hassas bir dengede götürüyor. Kindar ama en öfkelendiği kişiye bile zamanı gelince kollarını açabilen, takıntılarını dayatan fakat kötü sonuçlarını gördüğünde geri adım atabilen bir esnekliğe sahip. Sonuca odaklı ve sonuç istemediği gibi görünmeye başladığında hızlıca ray değiştirebiliyor. Artık insanlar bunu öyle kanıksadı ki kendisine, otomobillerdeki geri vitesi ima maksadıyla R Tayyip Erdoğan diyorlar. Defalarca kez sözünü yedi, iddiasından vazgeçti. İşte bu yönüyle Karadenizin gururlu mizacını aşmış görünüyor.
Dirayetli. Bir şeye karar verdiğinde arkasında bütün ruhuyla duruyor. Bu yönüyle de halkta güçlü bir güven duygusu uyandırıyor.
Samimi-teatral. Erdoğan’ın konuşmaları, davranışları jest ve mimikleri bu dikotomide seyrediyor. Gerçekten inandığı şeyleri, hissettiği duyguları güçlü ifade ediyor. Ama benimsemediği halde mecbur kaldığı tutumlarında da sırıtmayacak şekilde tiyatro oynuyor. Bu farkı adamakıllı anlayabilmek için Erdoğan’ın kullandığı kelimelere, mimiklerine, vurgularına dikkatlice bakmak gerekir.
Mütevazı. Belki en çok bu tasvirime şaşırdınız. Bir insanın büyüklenmesiyle, başardıkları ve gücü oranlansa, sanırım Erdoğan ülkenin en mütevazı insanı ödülünü alır. Seküler elitlerin 90 yıllık iktidarını vura parçalaya yıkmışsın, KHK’lar sayesinde ne istersen yapabiliyorsun, bir işaretinle on milyonlarca insan kıyama kalkıyor, etrafındaki sana yarı tanrı muamelesi yapan dalkavuklar seni iltifata boğuyor, nice dünya liderini tarihe gömmüşsün ve hala muvazenen yerinde duruyor. Hemen etrafınızdaki insanları bir hayal edin. Küçük bir müdürlük, az bir servet sahibi olan insanların nasıl konuştuklarına, yürüdüklerine bir bakın. Ne dediğimi anladınız. Erdoğan’ın yerinde taş olsa erirdi.
İktidar şehveti. Erdoğan’ın yukarıda saydığımız bütün özellikleri ve güçlü hitabeti gibi yeteneklerinin tamamı iktidar şehvetine müheyya. İktidar için hangisi gerekiyorsa büyük bir beceriyle o karakter özelliğini öne çıkarıyor. İktidar şehveti çok ağır bir tanımlama gibi gelebilir. Ama gayet fıtri bir şey, herkeste belli seviyelerde var. Mesele bu iktidar arzusu için nelere katlanacağınız ve neleri feda edebileceğinizde yatıyor. Erdoğan’da bu tutku her şeyin üzerinde. Yani mevzubahis iktidarsa Erdoğan her şeyi feda edebilir. Peki ya vatan, millet, din, devlet? İşte burada Erdoğan’ın kendi içinde yarattığı çok güçlü bir rasyonel devreye giriyor; “ben yoksam vatan da millet de din de devlet de yok”. Yani ülkenin bekası, devletin devamlılığı, milletin refahı ve dinin yaşatılmasıı için en uygun aktörün kendisi olduğuna kuvvetle inanıyor. Bütün tartışılmaz kutsalları kendi şahsında cem etmiş durumda. Bu hem kendisine çok güçlü bir motivasyon yaratıyor, hem de nefsi iştahasını yüce bir amaçlara ilişiklendirerek özsaygı ve vicdan zemininde çok tatmin edici bir çıkış sağlıyor.
Diyelim ki Erdoğan bu zihni kurgudan kurtuldu ve siyasetten çekilme iradesi gösterdi. Ne etrafındakiler, ne de umudunu Erdoğan’a bağlamış fanatik kitlesi buna zinhar izin vermez. Tabi iki kitlenin gerekçeleri farklı. Ona yaslanan halk kitlesi vatan, millet, din için bunu isterken, etrafına kümelenmişlerin çoğu saltanat, makam, servet devamlılığı için “Reis, sakın ha bizi bırakma” diye haykırdıkça Erdoğan bu kısır döngüden asla çıkamaz. Birkaç kez seçmene duygusal yükleme yapabilmek adına “bu son seçimim” dediğine bakmayın. Sağlığı yerinde olduğu müddetçe Erdoğan iktidarını bırakmak istemeyecektir. Sağlığı yerinde derken, konuşabilmesi ve yürüyebilmesi yeterli. Buradan hareketle, 2027 yılında hala ayakta durabiliyorsa, Meclis’e karar aldırıp erken seçime gidecek ve yeniden aday olacaktır. Nasıl Vikingler kılıçları ellerinde can verme gibi bir arzuya sahipse, Erdoğan da ömrünün sonuna dek iktidar kılıcını elinde tutma duygusu taşıyor.
Erdoğan’da bu iktidar tutkusu olmasa yazının başından beri yazdığım ve sonrasında yazmaya devam edeceğim, bir insan ömrüne sığması kolay kolay mümkün olmayacak bu kadar başarıya imza atamazdı. Hala aynı yerdeyim, yeryüzünde son 150 yılın en başarılı siyasetçisi Erdoğan’dır. Ha! Böylesi bir politik zeminde bu kadar başarılı olmak iyi midir, o ayrı bir tartışma konusu.
----------------------
Adamin ömrü bitti ama sizlerin nefretiniz bitlemdi (yaziyi okumadan yazdim )
YanıtlaSilBu "erduvan düşmanlığı" da yahudilerin antisemitizm kartı gibi oldu, gerekli gereksiz çekiliyor.
SilAma yine de siz bu kadar sevdiğiniz bir insanın ismini doğru yazmayı denemelisiniz.
SilYazılarınızı ve görüşlerinizi heyecanla bekliyordum, devamını da bekliyorum çünkü köşe yazarlarından, ekran yorumcularından daha isabetli ve farklı bakış açısıyla yazıyorsunuz...
YanıtlaSilErdoğan kindar diye muhalif çevrelerce ve bazı dindar çevrelerde de eleştirilir. Açıkça söyleyeyim, Allah için, onun dinine bile isteye muhalefet eden, müslümanlara eziyet edenlerden, onları engelleyenlerden kin duymasını yadırgamıyor, makul buluyor, paylaşıyorum. Bencillik ya da şahsi bir durum gelmiyor bana yaptığı. Sizin düşünceniz nedir?
YanıtlaSilErdoğan'ın o insanlara karşı kini var mı bilmiyorum. Ama asıl meziyeti ezik olmaması. Benim bahsettiğim şey genel geçer olaylarda duyduğu kin. Yani parti ve pozisyon ayırt etmeksizin kendisini eleştiren, muhalefet yapan herkese kindarlık yapıyor. Şayet o kişiden bir menfaati oluşursa kinini baskılayarak yol arkadaşlığı da yapıyor.
Sil