Küçük Enver’in Büyük Rüyası (II)

Bilim Sanat Medeniyet Sevdası

Davutoğlu üniversiteden sonra çok iyi becerdiği işe, akademisyenliğe yönelir. Boğaziçi Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora yapar. Bir taraftan da medeniyet inşaası üzerine kurduğu hayallerinin alt yapısı için Bilim Sanat Vakfı’nı kurar. Bu vakıf aslında önemli bir boşluğu doldurur; Batı kafasıyla, Batı’nın istediği perspektifle bakmak üzere dizayn edilmiş TC üniversitelerinin propogandist atmosferinden bunalmış ve entelektüel potansiyeli olan mütedeyyin gençler için ferahlatıcı bir soluk olur.

Davutoğlu bilgili ve çalışkan bir akademisyendir, ama Türkiye’deki üniversitelerde dindar bir adam olarak kadro bulması zordur. Laik-solcu akademik çetelerin -özellikle üniversitelerin sosyal bölümlerinde- yetenekli yüzlerce parlak akademisyenin önünü sırf mütedeyyin diye kestiğini biliyoruz. Ve aradan geçen bunca zamana ve dönüşüme rağmen bu çetelerin varlığını sürdürdüğünü görüyoruz. Hatta Davutoğlu’nun yıllar sonra, uluslararası camiada önemli bir akademik kişilik olduğunda bile Boğaziçi Üniversitesi’ne yaptığı öğretim üyeliği başvurusu kabul görmeyecektir.



Davutoğlu Malezya’ya gider. Malezya İslam Üniversitesi’nde hoca olarak göreve başlar. Hem Malezyalı, hem diğer ülkelerden gelen birçok öğrenciyi yetiştirir. Doğal olarak Türk öğrencileri de olur. “En iyi talebemdi” dediği ve daha sonraları devlet adamı olmasında büyük etkisi olduğu İbrahim Kalın da bunlardan biridir. Davutoğlu İyi bir akademisyen olduğu kadar iyi bir hocadır da. Zaten bir süre sonra herkesçe gıyabında Ahmet Hoca olarak anılmaya başlar.

Bir taraftan Malezya’da çalışmalarını sürdürür, fırsat buldukça Türkiye’ye gelir ve çocuğu hükmündeki Bilim Sanat Vakfı’nın çalışmalarını organize eder, denetler. Yokluğunda yeddi emin olarak vakfın idaresini başta liseden yakın arkadaşı Ali Pulcu ve kendisine üniversiteden biatlı Mustafa Özel olmak üzere has halkasının mensuplarına bırakmıştır.

Bilim Sanat Vakfı, kısa sürede ciddi bir rağbet görür. Bunun birkaç önemli sebebini sayabiliriz. Ahmet Hoca vakfın gerek işleyişini, gerek akademik kurgusunu başarılı bir şekilde oturtmuştur. 12 Eylül sonrası üniversitelerde muhafazakar görüşlü öğrenci sayısı hissedilir derecede artmıştır ve bunların bir kısmı entelektüel istidadı olan gençlerdir. Kendilerini TC üniversitelerinde sosyal ve akademik olarak deplasmanda hisseden bu gençlere BİSAV sıcak bir atmosfer sunar. “Onların değil kendi zihin dünyamızın içinde üretim yapacağız” mottosunun keyifli bir albenisi de mevcuttur. Üstelik vakfın öncü müdavimleri ve lokomotif karakterleri, Boğaziçi gibi okumuş insanlar arasında fiyakası yüksek bir üniversitenin mezunu veya öğrencisidir. Yani vakfın havası iyidir. Aksaray’da mütevazı bir dairede başlayan yolculuk Vefa’da bir üniversite gibi tezyin edilmiş büyükçe bir binada devam edecek, ve hatta ileride kurulacak Şehir Üniversitesi’nin kadrosu ve akademik duruşu Bilim Sanat Vakfı’ndan devşirilecektir.

Vakfın belirli bir popülarite eşiğini aşmasından sonra, kız olsun erkek olsun mütedeyyin gençlerin kendilerine evlenebilecek müsavi bir partner bulmak için derslere iltifat göstermesi de vakfı popülasyon olarak müsbet etkilerken, entelektüel/akademik ruh olarak menfi etkilemiştir. Bunu gençleri kınamak için söylemiyorum, bilakis onları haklı buluyorum. Sadece var olan tabloyu doğru okumak adına bunu ifade ediyoruz.

Çok önemli bir ayrıntıyı hatırlatmadan geçmeyelim. Bilim Sanat Vakfı’nda değirmen gibi para öğüten bu gelişmelerde sponsor hep aynı kişidir: Murat Ülker.


Artık görünme vaktidir

Malezya’da doçent ünvanı alır. Türkiye’ye döner ve Marmara Üniversitesi’nde öğretim üyesi olur. Bir taraftan hocalık, bir taraftan akdemik teşkilatçılık yapsa da okuma ve araştırmalarını sürdüren Hoca, birikimlerinin ürünü olan eserler ortaya koyar. Bunlardan 2001 yılında yayınladığı Stratejik Derinlik isimli eseri sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada ses getirir. Zaten BİSAV’da akademisyen ve entellektüeller arasında yeterince şöhret bulmuştur. Şimdi bu dar çevrenin dışında da tanınır hale gelmiştir. Çerçeve büyümüştür. Ama burada sadece okumuş yazmışlar arasında bir bilinirlikten bahsedebiliyoruz.

O sırada Türkiye’de baş döndürücü hızda siyasi gelişmeler yaşanmaktadır. 28 Şubat’ın sarsıcı etkileri sonuçlarını göstermiş, koalisyon hükümetleri, ekonomik ve siyasi istikrarsızlık toplumun kimyasını alt üst etmiştir. Ahmet Hoca’nın bir akademisyen/entellektüel olarak parladığı dönemlere eş zamanlı şekilde, Tayyip Erdoğan öncülüğünde yeni kurulan Ak Parti de siyasi hayatımızda önemli bir figür olarak belirir.

Koalisyon hükümeti bozulup da erken seçim kararı alınınca atmosfer değişir. Anketler seçimlerde Ak Parti’nin % 25-28 civarında oy alarak birinci parti olacağını göstermektedir. Ahmet Hoca da artık birikimlerini ve yeteneklerini gösterecek mecra aramaktadır. Siyasi bir hata yapar ve yönelimini Refah Partisi’nin devamı niteliğindeki Saadet Partisi’nden yana koyar.

Çok önemli yetenekleri olan Ahmet Hoca’nın önemli zaafları da kendisini göstermeye başlamıştır. Birincisi Türkiye’nin sosyolojik kodlarına oldukça uzaktır. Tayyip Erdoğan’a Anadolu halkının gösterdiği teveccühü ve bu teveccühün arka planını görememiştir. Erdoğan’ın siyasi gücünü sonradan kavrasa da hala (2017) bunun psikolojik arka planını ve sosyal dinamiklerini çözebildiğini düşünmüyorum. Üniversite koridorları, kütüphaneler, entellektüeller, salonlar arasında geçen bir ömürden sonra böyle olmasını doğal karşılayabiliriz. Ancak şu soru gelebilir akla: Tamam kendisi toplumsal kodları okuyacak bir sosyal tecrübeye sahip değil. Ama etrafındakiler kendisini aydınlatmadı mı? Burada da Ahmet Hoca’nın asıl ve en büyük zaafına tosluyoruz. En çok okuyan odur, o her şeyi en iyi bilendir, en doğru kararı verebilecek zeka ondadır. Davutoğlu’nun iletişim modeli diyalog değil, monologdur. O anlatır ve herkes aydınlanır. Herhangi biri itiraz ederse etrafındaki hayran halka tarafından susturulur veya uzaklaştırılır. Buna bizzat şahit olmuşluğum çoktur.


Makas Değiştirelim

Davutoğlu ve ekibi 2002 seçimlerinde Ak Parti’yi değil Saadet’i destekler. O dönemlerde henüz medyatik bir figür olmadığından bu desteğini kimse bilmez. Ahmet Hoca’nın has ekibinden Erhan Erken’e bunun sebebini sorduğumda “Saadet önemli bir damar, onun da yaşaması lazım” demişti. Bunu Ahmet Hoca’dan duyduğunu sanmıyorum. Saadet’in o kadar düşük oy alacağını kimse beklemiyordu. Biraz da ofsayta düşmüş bir güruh olarak mevzuya idealist, anlamlı, asil bir izahat getirmişti. Nedense bugünlerde kurumak üzere olan o damara ne Davutoğlu ne de ekibinden kimse dönüp bakmamaktadır. Oysa arkadaki siyasi manevra farklıydı. Davutoğlu’nun o günlerde Saadet Partisi’nde oldukça etkin konumu olan Numan Kurtulmuş’la eskiye dayanan bir dostluğu vardı ve o kanal üzerinden siyasi ikbal beklentileri bulunuyordu. Ha keza Ahmet Hoca’nın eteğine tutunarak ikbal arayanların.




2002 Kasım’ındaki seçimler sonrası fanatik Milli Görüşçüler hariç, artık herkes Saadet Partisi’nin ve Erbakan Hoca’nın siyasi ömrünün sonuna geldiğini farketmişti. Şimdi yeni ufuklara yelken açmak lazımdı. Davutoğlu ve ekibine hayat öpücüğü Candan Karlıtekin’den gelir. Karlıtekin Ahmet Hoca’yla üniversitede tanışmış, ülkücü bir çizgideyken onun abiliği sayesinde İslami kimlik kazanmıştı. Belki biat edenlerden değildi, ama saygısı, sevgisi ve hatta minnettarane duyguları vardı. Kendisi Refahyol hükümetinde Abdullah Gül’e bağlı en önemli kurum olan Türkiye Kalkınma Bankası’nın YK başkanlığını yapmıştı. Gül’e çok yakın bir isimdi. Tayyip Erdoğan yasaklı olduğundan Abdullah Gül Başbakan olmuştu.

Aslında Ahmet Hoca’nın hem Gül’le hem de Erdoğan’la eskiye dayanan tanışıklığı vardı. Ama derin bir yakınlıktan söz etmek mümkün değildi. Karlıtekin’in sunumu ve referansıyla Abdullah Gül’e gidildi. Yeni bir dönem başlıyordu, Davutoğlu sırasıyla başdanışman, bakan ve başbakan olarak yaklaşık 10-11 yıl boyunca Türkiye’nin dış politikasına yön veren primer aktör olacaktı. Bunu hak etmişti. Aslında o günlerde mütedeyyin taifeden kime sorsanız (ben de dahil) Davutoğlu’nun bu işleri en iyi becerecek kişi olduğunu söylerdi. Artık sadece Ahmet Hoca’nın değil tüm müritlerinin önünde kapılar ardına kadar açılacaktır. Davutoğlu’nun Candan Karlıtekin’in tavassutuna ihtiyaç duymadığını savunan hayranlarına bir çift sözüm var. Bu atamanın neredeyse her adımını yakınen biliyorum. -----------------------------------------

Yorumlar