Çin Malı Bir “Çin Kalkınma Modeli” (1)
Çin malı dediğimizde aklınıza ne gelir? Ucuz, özensiz, kötü malzemeden üretilmiş, yarın ne olacağı belli olmayan bir ürün gelir. Haddizatında Çin, stratejik derinliği olan bir kalkınma hamlesiyle bu imajı büyük oranda yıktı. Şimdilerde kalitesi orta-üst seviyede pek çok ürün ve markayla küresel ticaret ağında boy gösteriyor.
Son dönemde hükümetin “Milli Ekonomik Model” olarak lanse ettiği iktisadi uygulamalar, yine hükümete yakın ekonomist veya gazeteciler tarafından Çin tipi bir kalkınma hamlesi olarak sunulmaya başladı. Biz de haklı olarak Çin’de dikiş tutturan bir modelin Türkiye’de hayata geçirildiğinde başarı sağlayıp sağlayamayacağını masaya yatıralım dedik. Bu uygulamanın arkasını önünü incelemeden evvel, hükümetin bu konudaki ilk adımlarına bir bakalım.
Erdoğan uzunca süredir hem ekonomi kurmaylarına hem Merkez Bankası yönetimine “düşük faiz” baskısı yapıyor. Bunu gerekçelendirirken de “nas ortada” diyerek Kur’an’da yer alan faize yönelik katı yasaklar ve ağır cezaları referans gösteriyor. Burada iki ihtimal var; ya gerçekten İslami hükümleri baz alarak faizi düşürmeye çalışıyor, ya da bu kutlu referansın arkasına sığınarak büyük riskler içeren ve ağır sonuçları olabilecek bu uygulamalara karşı muhafazakar tabanından sosyopsikolojik destek devşirmeye çalışıyor. Her iki seçeneğin de fazlasıyla sorgulanmaya muhtaç açıkları mevcut.
Bendeki kuvvetli kanaat ilk seçeneğin doğru olduğu yönünde. Ama önce ikinci seçeneği mercek altına almak istiyorum. Çünkü o daha kolay.
Şayet kafasında İslami referanslar yoksa ve tamamen ekonomik gerçekler muvacehesinde planlanmış düşük faiz esaslı bir ekonomik model mevcutsa, bu durumda ayetleri referans göstermesi kelimenin tam anlamıyla “din istismarı”na tekabül eder. Muaviye’nin ordusunun savaşı kaybetme riskini görünce Kur’an ayetlerini mızraklarının ucuna asmasına paralelel bir hareket. Hedef dünyevi, fakat hedefe giderken kullanılan enstrüman ilahi.
Erdoğan madem ilahi referanslarla karşımıza dikildi, o halde biz de ayet ve hadisleri delil göstererek kendisine bazı sorular sorma hakkına sahibiz demektir. Mesela zina da İslam ahkamında büyük haramlardan. Hem siyasetçilerinden hem bürokratlarından çok sayıda zani var, hemen hepsini de biliyorsun, neden bu zevatı yanından kovmuyorsun? Hatta sırf bu sebepten kovduğun ve sonradan tekrar kadrona kattığın isimleri nasıl açıklayacaksın? Evlilerin zina yapmasını suç olmaktan çıkaran kanunlara niye imza attın? Fuhuş yaptırabilmek için devleten icazet almış kurumları neden kapatmıyorsun? Otellerde hangi sebeple fuhuş denetlemesi yapmıyorsun? Hadi faizdeki tarzından yola çıkarak sorayım: neden “düşük fuhuş” oranı tutturmaya çalışmıyorsun?
Kumar da büyük haramlardan. Milli Piyango’yu kapatmak neden aklına hiç gelmedi?
Hırsızlık da büyük haramlardan. Üstelik milletin malından ve kasasından çalındığında öksüz ve yetim hakkı da yemiş olunuyor. Kur’an’da yetim hakkı yenmemesi konusunda defalarca ağır uyarılarda bulunulmuş. Davutoğlu’nun başbakanken “Şeffaflık Paketi” altında parti yöneticilerinden “mal varlığı beyanı” talep etme niyetine, “Böyle giderse görev yapacak il ve ilçe başkanı bulamazsın” diyerek parti içindeki hırsızlıkları gayet iyi bildiğini itiraf ettin. Yetim malı yiyen bunca insanı neden engellemedin, hadi engelleyemedin, neden hala kadronda tutuyorsun?
Alkol satış ve kullanımını neden yasaklamıyorsun? Bizatihi kendin çıkarttırdığın fetvayla haram kıldırdığın sigara satışlarına neden izin veriyorsun?
Cevaplanamayan bu sorular uzar gider. Aslında hepsinin bir cevabı var, üstelik hepsinin cevabı da tek; reel politik. Erdoğan’ın en maharetli olduğu alan. Daha ilginci Erdoğan destekçileri de bu reel politiği çok iyi fark ediyor ve sonuna kadar tolerans gösteriyorlar. Örneğin başörtüsü zincirlerinin kırılması için 5 yıl, ABD hegemonyasının kırılması için 14 yıl, Ayasofya’nın ibadete açılması için 18 yıl beklediler, Kemalizm’in iç karartıcı tasallutunun kırılması için hala bekliyorlar ve bu süreçte desteklerini esirgemediler. Yine reel politik uyarınca alkol satışının, fuhuşun, kumarın ve dahi faizin engellenmesiyle alakalı bir beklentileri de olmadı.
Görüyorsunuz işi ayetlere veya şeriat hükümlerine vurursak Erdoğan’ın elle tutulur tarafı yok. Kaldı ki ayeti referans göstererek pazarladığın bu model şayet ekonomide negatif sonuçlar doğurursa, Müslümanların kafasında ayeti açığa düşüreceksin ve itikadi erozyona sebebiyet vereceksin. En tehlikeli kısmı da burası. Gerçi başarısız bir sonuç olursa, sadece ekonomideki güzel haberleri parlatarak piyasaya sürersin. Tıpkı “ihracat rekoru kırdık” deyip ithalat rekoru kırışımızı gizlemen gibi. Ya da dış borcumuzun iki katına çıktığını hiç gündeme getirmemen gibi. Hazinenin döviz rezervlerindeki dramatik azalmayı komik gerekçelerle açıklamaya çalışman ve hatta artmış göstermen gibi. Ama ekonomi vatandaşın doğrudan iyi veya kötü gidişatı rahatlıkla farkedebilecekleri bir alan. Mesela TÜİK’in Ali Cengiz numaraları yaparak %20 enflasyon açıklamasına bir Allah’ın kulu inanmaz, çünkü ekonomik gerçeklere bizatihi yaşayarak şahit oluyorlar. Satın alma güçlerinin düştüğünü iliklerine kadar hissediyorlar. Bu tarz-ı siyasetle hem devletin hem kendi itbarını ve inandırıcılığını kaybediyorsun.
Dediğim gibi ben bu seçeneğe pek ihtimal vermiyorum, ya da belki de siyasi arenaya çıktığı günden beri kendisine güvenip oy veren biri olarak inanmak istemiyorum. Çünkü bu ikircikli tavır, din istismarı ve insanların enayi yerine konması durumu fazlasıyla mide bulandırıcı. Gelelim ilk seçeneğe; yani Erdoğan’ın gerçekten faizin haram olması esasına dayanarak bütün bu uygulamaları hayata geçirmiş olması seçeneğine. Erdoğan hakikaten faizin gerçek bir başbelası ve kapitalist güçlerin en etkin sömürü araçlarından biri olduğuna inanıyor ve buradan hareketle bir ekonomik bir direniş sergiliyor. Bu saygı duyulacak bir yaklaşım. Ama ne yazık ki burada da çok ağır tenakuzlarla yüz yüzeyiz.
Öncelikle İslami ilkeleri baz alarak bir model ortaya koyacaksa bununla ilgili danışacağı kişinin “Büyücü Jöleli” değil, İslam ekonomisi uzmanları olması gerekir. Dünyada bu alanda çok ciddi çalışmalar yapmış isimler var, hatta Türkiye’de bu alanın önde gelen uzmanları var ve yine birikmiş yüklüce bir müktesebat mevcut. Hadi onlar diyelim Davutoğlu gibi teorisyen ama pratikte çuvallayabilirler. O zaman İslam ekonomisini uygulamaya çalışan ve bu sahada bir hayli tecrübesi bulunan İran’dan uzman isimler talep et. İran seve seve yollar bu uzmanları. Dinden bihaber bir isimden ve onun büyüsüne kapılmış -başta damadın olmak üzere- şahıslardan beslenme. Gerçi Yiğit Bulut’un ekonomiden de ne kadar anladığı da şüpheli, o ayrı.
İkincisi düşük faizin düşük enflasyona sebebiyet vereceğini iddia ederek seni kandıran isimlere, “kaç senedir faizi düşük tutuyoruz, enflasyon bırakın düşmeyi deli gibi yükseldi, bu ne iş?” diye sormak aklına gelmiyor mu?
Faizi o kadar düşürüyorsun da, hazine niye bu kadar yüksek faizle borçlanıyor, hiç merak etmiyor musun? Hazine bu milletin birikimi. Dolayısıyla büyük çoğunluğu Müslüman olan vatandaşlarını bu kadar yüksek faizle borçlandırmak “nas”ta mevcut mu?
Diyelim ki Türkiye genelinde düşük faizin doğal sonucu olan yüksek kur, onun uzantısı olan ucuz işgücü, yine devamında yüksek ihracat ve istihdamı hesapladın. O zaman yüksek enflasyonu da tahmin etmen gerekmez miydi? Hal böyleyken “Enflasyonun sebebi yüksek faizdir” gibi garabet bir açıklamayı neden diline pelesenk ettin?
Madem yüksek kur üzerine bir proje bina ettiniz, o halde döviz yükselirken niçin baskılamaya çalıştınız ve bu uğurda damadın hazinenin döviz rezervlerini niye berhava etti?
Görüşlerinden bu kadar emindin (ekonomi uzmanısın ya) seni bu konuda uyaran Naci Ağbal’a neden inanıp Merkez Bankası’nın başına geçirdin?
Sana hangi ekonomik politikaları uygulayacağını tek tek anlatan Naci Ağbal’ın programında faizi yükseltmek olduğunu öğrendiğin halde, kendisine “nas ortada” deyip niye odandan kovmadın?
Akabinde 4 ay gibi kısa bir süre sonra Ağbal’a neden yol gösterdin? Adam sana söylediklerinin hilafına bir aksiyon almadı ki?
Hadi diyelim ki 2018’de dış güçlerin ekonomik operasyonuna maruz kaldık? Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz. Bu operasyon sayesinde dolar yükseliyordu mis gibi. Senin de bunu açıklamak için şahane bir mazeretin vardı; 15 Temmuz sonrası yakaladığımız kendini sömürtmeyen bağımsız Türkiye’yi hazmedemeyenlerin operasyonu. O günün hamasi heyecanlarıyla hepimiz arkanda dururduk. Değil mi ki yüksek kur üzerinden oluşan ihracat ve istihdam büyümesi zaten asıl hedefinmiş. Önüne gollük pas gelmiş işte. “Dövizin çok ani yükselişi ekonominin dengesini bozardı, o yüzden dövizi frenlemeye çalıştık” dersen sana içinden çıkamayacağın iki sert soru daha sorarım. 1) Pekala son üç ayda dövizdeki canhıraş yükselmeye neden müsade ettin? Yoksa hazinede dövizi baskılayacak dövizin mi kalmadı? 2) 2018’de dövizin hızlı yükselişini baskılama aracı olarak rezervleri yakmayı kullanmak yerine, faizi 3-4 puan değil de 1-2 düşürseydin ya.
Madem Nebati’nin güzellemelerle sunduğu yüksek kur bağıntılı bir ihracat ve istihdam projen vardı, sana inanan ve güvenen vatandaşları kandırarak dövizini niye bozdurttun?
Gördüğünüz gibi neresinden baksanız bakın elinizde kalacak çok sayıda uygulama var ekonomi alanında. Her şeye rağmen bu ekonomik politikanın uzun vadede daha önceki politikalardan daha iyi sonuç verebileceğini düşünüyorum.
Burada benim insicamımı bozan başkaca hususlar var.
Bu politikalar esnasında gariban vatandaşları neden kandırıyorsun ve ekonomik olarak eziyorsun? 2021 yılında % 10’un üzerinde büyüme yaşadık. Gayet güzel haber. Vatandaşın alım gücü yarı yarıya azaldığına göre bu büyüme kimlerin cebine gidiyor? Tabi ki sermayedarların. Buradan anlıyoruz ki “nas”a uygun hareket edilerek(!) zenginler daha zengin fakirler daha fakir yapılmış. Bunun adı sapına kadar kapitalizmdir. Yazının önceki paragrafında bu seçeneği nasıl tanımlamıştım, hatırlayalım: “Erdoğan hakikaten faizin gerçek bir başbelası ve kapitalist güçlerin en etkin sömürü araçlarından biri olduğuna inanıyor ve buradan hareketle bir ekonomik bir direniş sergiliyor.” İster Aristo mantığı kullanın ister modern mantık, bu durum katıksız bir çelişkidir; Kapitalizme direnmekten bahsedip kapitalizmin en çok savunduğu sonuçlara sebebiyet vermek. Mantıkta bu tür yaklaşımlara argumentum ad baculum deniyor. Yani otoritenin kullanılarak mantıksız şeylerin doğruymuş gibi dikte ettirilmesi. Kısaca "ad baculum" denilen bu kurala, konuya paralel olarak "at bakalım" diyebilirsiniz.
Bu kadar çelişik, birbirini nakzeden, muvazenesiz operasyonları hayata geçirmek tam bir akıl tutulması yaşamak gerekiyor.
Bütün bu açıklamalardan anladığınız üzere, bugünlerde “muhteşem” ve “milli” etiketleriyle, sanki ince hesaplarla şuurlu bir yönelimmiş gibi sunulan ekonomi politikaları, aslında arkası önü hiç hesap edilmeden, el yordamıyla, bir takım takıntılar üzerine üzerine bina edilmiş iktisadi kararlar silsilesi. Yani önümüzde tam manasıyla ÇİN MALI bir ekonomi siyaseti duruyor.
Hazırlanış süreci itibarıyla Çin malı da olsa, bu ekonomik politikalar bir sonuç verebilir. Fakat Türkiye uyarlamaları farklı riskler barındırıyor. Hazırlanışı böylesine özensiz olan bir ekonomik modelin Türkiye arenasında nasıl sonuçlar doğuracağının Erdoğan ve kurmayları tarafından titizlikle hesap edildildiğini düşünüyorsanız aklınıza şaşarım.
İkinci bölümde gücüm yettiğince Çin Modeli Kalkınma’nın Türkiye uyarlamalarında önümüze dikilecek imtizaç problemlerini ortaya koyacağım.
İkinci bölüm için lütfen tıklayınız.
-------
Bir konuya açıklık getirmek istiyorum Ziya. TR ekonomisi reel olarak % 10 büyüyor ama dolar bazında değil. Reel büyüme kabaca şöyle hesaplanıyor, bugünkü piyasa fiyatları ile katma değer toplanır ve her sektörün ortalama enflasyonu denilebilecek deflatöre bölünerek bir önceki çeyrek ya da yıla göre reel artış hesaplanır. Dolar bazında büyüme ise elde edilen güncel katma değer ilgili dönem ortalama kuruna bölünerek bulunur. 2021 için dolar bazlı da % 5-6 büyüme çıkıyor çünkü ortalama kur artışı nominal fiyatların (deflatörün) gerisinde kaldı. Esas fark 2022'de çıkacak bu yüksek kurlar ile, % 5 reel büyüme durumunda dahi dolar bazında % 30'a yakın küçülme mümkün.
YanıtlaSil