Türkiye Cumhuriyeti’nin Altı (5+1) Sembol Camii
Osmanlı Devleti Selimiye, Süleymaniye, Sultanahmet gibi ihtişamlı camilerle bu topraklara İslam nişanelerini dikmişti. Oysa Türkiye Cumhuriyeti uzun süre orta ölçekli bir cami bile inşa etmedi. İhtiyaca binaen yapılan ve mimari vasıfları düşük diğer tüm camiler de vatandaşların kendi gayret ve himmetleriyle yapılmıştı. Bırakın yeni, estetik ve görkemli camiler yapmayı var olanı korumaktan acizdiler. Hatta camileri kapatmak, ahıra çevirmek ya da yıkmak gibi hasmane devlet politikalarına dahi şahit olunmuştu.
İstiklal
mücadelesine başlarken ve Misak-ı Milli çizilirken esas kriterimiz İslam’dı. 1.
Dünya Savaşı’nın galipleri yeni Türkiye Cumhuriyeti için seküler devlet
dayatması yapsa da, Cumhuriyet rejimi aheste bir yönelimle aslına rücu ediyor, milletin
çizgisine yaklaşıyordu.
Cami sadece namaz kılınan bir yer değildir. Birçok başka fonksiyonu olduğu gibi, bazı camilerin sembolik nitelikleri de vardır. Tıpkı farz olmadığı halde, semalarda yankılanmadığında yokluğu çok derinlerde hissedilen ezanlar gibi. Cumhuriyet tarihinde inşa edilmiş kimi camiler var ki özgül ağırlıkları fevkalade yüksek. Bu camileri ve yüklenmiş oldukları anlamları mercek altına alalım.
Kocatepe Camii: Devlet biraz da gurur meselesi yaparak Ankara’ya büyük bir cami inşa ettirmeye karar verdiğinde yıl 1962’ydi. Başkent Ankara’da İstanbul’dakiler gibi gösterişli bir cami yoktu. Devlet her ne kadar seküler de olsa, ülkemizin birleştirici motifinin İslam olduğunu biliyorlardı. İslam olmadan vatan sevgisi, yurttaşlık bilinci, ülkeyi benimseme gibi pek çok hayati ayrıntı kadük kalıyordu. Ankara’ya hakim bir tepede inşaatına başlanan Kocatepe Camii devletin yatırım yapmamasından dolayı onlarca yıl bitirilemedi. Nihayetinde yine halka el açtılar ve milletimizden toplanan yardımlarla kısa sürede cami tamamlandı. Hem büyük, hem yüksek bir tepede konuşlanan Kocatepe Camii, halkının tamamına yakını Müslüman olan Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’nın büyük bir ayıbını kapatmış oldu. Yani ülkemizin başşehrine İslam şehri imajı nakşetti.
İstanbul Havaalanı Camii: Bu caminin normal vakitlerde cemaati bile yoktur. Belki Cuma günleri biraz doluyordur o kadar. Namaz kılma ihtiyacına yönelik bir cami bina ediyorsanız insanların en yoğun olduğu yeri seçersiniz. Pekala yeni yapılmış bu havalimanında merkezi bir yere büyük bir cami alanı tesis edilebilirdi. Fakat cami ısrarla dışarı yapıldı. Evet belki cemaati çok az olacaktı, ama İstanbul’a her gelen ve giden selam çakmak zorunda kalacaktı. Türkiye’nin reklam yüzü ve en bilinen şehri, hatta dünyada Türkiye’nin kendisinden bile daha çok tanınan kenti İstanbul’a gelen herkese müşarünileyh cami ile şu mesaj veriliyor: “İslam şehrine hoş geldiniz”. Aynı şekilde İstanbul’dan ayrılan herkese de: “Unutma İstanbul bir İslam şehridir” hatırlatması yapılıyor.
Çamlıca Camii: Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu yakasında Üsküdar ve Kadıköy hariç ciddi bir yerleşim mekanı yoktu. Haddizatında Anadolu yakası İstanbul’dan bile sayılmazdı. Geçen yüzyıl içerisinde Boğaz’ın karşı yakası da milyonlarca insanı barındıran bir şehir oldu. Avrupa yakasında Sultanahmet, Ayasofya ve Süleymaniye tüm haşmetiyle gelenleri selamlarken Anadolu yakasında sadece Üsküdar’da birkaç orta ölçekli cami mevcuttu. İstanbul’un en yüksek tepesi Çamlıca’ya bina edilen devasa cami bir bakıma Anadolu yakasına mühür olarak vurulmuştur.
Büyüklüğüne
oranla cemaati yok denecek kadar az olan ve meskun mahallerden bir hayli uzak
kalan böylesine gösterişli bir cami inşa etmenin israf olduğunu söyleyenler derinlik
ve vizyondan nasibini alamamış bahtsızlardır. Evet caminin cismani cemaati yok,
ama manevi cemaati bütün ülke. Çünkü sembolik değeri çok yüksek. Avrupa
yakasının ve Boğaz’ın büyük bir kesiminden görülebilen bu cami İstanbul’un bir
İslam şehri olduğunu katmerlemiştir. İstanbul’un fethini kabullenmekte zorlanan
ve geri almanın hayallerini kuran Batı alemine güçlü bir “Aklından bile geçirme”
mesajıdır. Çamlıca Camii, Boğaz’dan geçen her ölümlüyü Ayasofya, Süleymaniye ve
Sultanahmet’le birlikte vatan nöbeti bekleyen askerler gibi süzen abide
eserlerden biri olmuştur.
Hazır konusu
açılmışken Çamlıca Camii’nin Erdoğan emekli olduktan sonra isminin
değiştirilmesini, Selimiye ve Süleymaniye’den ilhamla Tayyibiye Camii olmasını
bekliyorum.
Millet Camii: Cumhurbaşkanlığı Külliyesi bünyesinde yapılan Millet Camii, devletin seküler gardını alarak hep mesafeli durduğu İslam’a kucak açtığının resmidir. Yani bu ülkenin ana omurgasını oluşturan İslam ve İslami sembollere koyduğu katı yasakların parçalanıp atılışının timsalidir. Muhalefetin külliyeye yaptığı onca eleştiriye bakmayın, kendilerinden biri cumhurbaşkanı seçildiğinde paşa paşa gidip külliyeyi kullanacaklar. Ama Millet Camii hep orada duruyor olacak.
Millet Camii
sadece devletin İslam’a koyduğu rezervi kırması yönüyle değil, aynı zamanda külliyeye
uluslararası ziyaretlerde bulunan yabancı devlet adamları ve misyonlara verdiği
mesajla da pek kıymetlidir; bizimle teşriki mesaide bulunurken bir İslam
ülkesiyle muhatap olduğunuzu unutmayın.
Millet Camii,
hem içeriye hem de dışarıya verdiği mesajla bir camiden çok daha fazlasıdır.
Bir bakıma karşı devrimdir.
Taksim Camii: Taksim-Pera hattı Osmanlı döneminde genel itibarıyla azınlıklar veya yabancıların yaşadığı bölgeydi. İslam’da haram kabul edilen pek çok eylemin deveran ettiği bu muhit, İstanbul’un genel atmosferinden çok farklı bir yapıya sahipti. Cumhuriyet sonrası da bu kimliğini uzun süre korumuş, ancak bir süre sonra kozmopolitleşmişti. Ticaret, turizm, kültür ve sanat merkezi olması hasebiyle gayet büyük kalabalıkları ağırlar olmuştu. Bölgede çalışan veya ziyarete gelen pek çok insan namazını eda edecek yer bulmakta zorlanıyordu, hele ki Cuma günleri. Yani Taksim Camii’nin Çamlıca, Kocatepe, Millet veya Havaalanı camileri gibi cemaat sıkıntısı yok, bilakis yeni cami hala bile iktifa etmeyebilir.
Ama Taksim
Camii’nin bence asıl değeri taşıdığı sembolik manada. İstanbul Türkiye’nin
kalbiyse, Taksim de İstanbul’un kalbidir. Bir İslam ülkesinin en güzin şehrinin
en göz önündeki meydanında İslam medeniyetine ait hiçbir doku olmaması
yeterince acı verici değil midir? Bu nazarla bakarsanız hem mimari yapılarıyla,
hem de aktiviteleriyle Batı medeniyetinin neredeyse kutsal mekanı haline gelmiş
Taksim Meydanı’na dikilen bir caminin ne anlama geldiğini çok daha güçlü
kavrarsınız.
Taksim Camii
Cumhuriyet döneminde bina edilmiş açık ara en güzel cami. Hatta Osmanlı
camilerini de göz önüne alsanız, ilk beşe rahat girer. Caminin mimarları Şefik
Birkiye ve Selim Dalaman’ı bu nadide eserden dolayı gönülden tebrik ederim.
Mekan kısıtına rağmen harika bir iş çıkarmışlar. Ayrıca caminin banisi Altan
Elmas’a da teşekkür ederim.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi: Bırakın Cumhuriyet’i, Osmanlı’nın bile inşa etmediği bir yapıyı bu listeye almış olmam garip veya komik gelebilir. Doğru Ayasofya’yı Osmanlı bina etmedi, evet ama Osmanlı cami yaptı. Başka bir dinin kutsal mekanını kendi dininin ibadethanesine çevirmenin vahşi yahut etik olmayan bir uygulama olduğunu iddia edenlere kulak asmayın. Siyer kitaplarında Peygamberimizin fethettiği bölgelerdeki kilise ya da havraları mescide çevirdiğine dair bir rivayet okumadım. Buradan hareketle selefi bazlı doktrinlere yaslanarak Ayasofya’nın camiye çevrilmesine itiraz eden dindarlara da kulak asmayın. Her iki grup da anakronik kuyulardan sesleniyorlar. Orta ve Yeniçağ süresince fetih sonrası bu tür uygulamalar caizdi ve kılıç hakkı olarak ibadethanenin fatih ordu tarafından kendi dinine hizmet etmesi meşru kabul edilirdi. Ayrıca mezkur tezleri savunanların Endülüs ve Balkanlarda kiliseye çevrilmiş camilerle ilgili tek kelam etmemesi de manidardır.
Cumhuriyet
döneminde cami vasfı ilga edilip müzeye çevrilen Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi
yani cami yapılması da yeni bir cami
açma eylemidir. O yüzden başlıkta altı camiyi zikrederken 5+1 tabirini özellikle
kullandım. Şu iki cümle de doğru anlam içerir: 1) Ayasofya Camii Cumhuriyet
döneminde yapılmadı. 2) Ayasofya Cumhuriyet döneminde cami yapıldı.
Ayasofya’nın
cami yapılması mevzubahis diğer beş caminin inşasının toplamından kat be kat
değerlidir. Müze olan Ayasofya, Cumhuriyet’in kurulduğu andan 1952’ye kadarki
dönemdeki İngiliz sultasının, 1952’den 2020’ya kadarki periyotta da ABD
hegemonyasının alamet-i farikasıdır. İşte bu yüzden Ayasofya’nın cami statüsünü
tekrar kazanması 97 yıllık bağımsızlık mücadelemizin en can alıcı hamlesi
olmuştur. Öylesine görkemli bir meydan okumadır. Bedeli çok ağır ödenmiş bir
başkaldırıdır. Milletimizin ve ülkemizin kaderi Ayasofya’nın kaderiyle
mündemiçtir desek mübalağa etmiş olmayız. Hasılı Ayasofya bir camiden çok daha
fazlasıdır.
Simgesel anlamları olan bu altı camimizin beş tanesi Tayyip Erdoğan eliyle hayat buldu. Tamam, Ayasofya’nın ibadete açılması bu sürecin en can alıcı parçası. Ama kitabı kapatmak için son bir camiye ihtiyaç var: Albert Long Cami-i Şerifi. Robert Kolej ilk inşa edildiğinde Protestanların ibadethane olarak kullandığı şimdilerde konferans salonu olarak kullanılan bu binanın tekrar ibadethaneye çevrilmesi, iki asırdır üzerimize ateş eden Batı medeniyetinin kültürel hegemonyasını kıracak son hamle olacaktır. Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 7. maddesiyle başlayan kırılmanın nihayete erdiğini sembolize etmek açısından esaslı bir kapanış seremonisidir.
Cumhuriyet’in yedi harikası (5+2) tamamlandığında İsmet Özel’in dediği gibi “Ve şimdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitabın başından başlayabilirim” deme hakkımız olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.