Seçim Senaryoları (5)

Yaklaşan seçimleri hep CB adayları ya da daha özelde Erdoğan ve Kılıçdaroğlu üzerinden okuduk. Oysa bu keşmekeşin içinde çok sayıda orta ve küçük ölçekli aktörler de var. Sırayla bu isimlere bir göz atalım.

Ali Babacan


Babacan siyaset sahnesine çıkmaya hazırlandığı dönemlerde ben hala Erdoğan ve Ak Parti saflarındaydım. Gördüğüm ve bildiğim tüm olumsuzluklara rağmen desteğim sürüyordu. Ama bir şekilde Ak Parti ve Erdoğan’a küsmüş, yollarını ayırmış arkadaşlarla konuşurken Babacan’ın Erdoğan’a önemli ve anlamlı bir alternatif olabileceğini de söylüyordum. Babacan’a oy vereceğini söyleyenlere de ağır bir itirazda bulunmuyordum. Hatta Ak Parti ve Erdoğan’dan biraz daha midem bulanırsa sarılabileceğim bir dal olarak görüyordum Babacan’ı. Daha ben Ak Parti’den soğumadan Babacan kendisini benden soğuttu. Nitekim sadece benden değil kendisine oy vermeyi düşünen geniş bir kitle de kendisinden soğudu. Anketlere göre bir ara %5’leri zorlayan oy oranı, yine son anketlere göre %1’in altına inmiş görünüyor. Nasıl inmesin ki?

Muhafazakar kimliği artık perçinlenmiş, hanımı başörtülü, Ak Parti’de uzun yıllar bakanlık yapmış birinin öncelikli hedef kitlesi ne olmalıydı? Buna en ebleh insan bile milliyetçi muhafazakar kitle diye cevap verirdi. Ama ODTÜ’yü birincilikle bitiren süper zeka (!) Babacan muhafazakarlara değil sekülerlere ve Kürtlere mavi boncuk dağıtmayı tercih etti. Bunu biraz açalım.


Babacan’ın her ikisini de birincilikle bitirdiği TED Koleji ve ODTÜ mezuniyeti konuşmalarını okudum ve seyrettim. Silme seküler elit bir okulun mezuniyetinde İslami retoriklerle bir konuşma irad etmiş. Kendi aktardığı bilgiye atfen söylüyorum, veliler arasında tek başörtülü kadın annesiymiş. Öyle bir ortamda herkesin karşısına çıkıp başarısını iman, inanç, ahlak ve ibadet temelinden alan bir maneviyata bağlayacak kadar özgüvenli bir konuşma yapmış. Fakat 4 sene sonra ODTÜ mezuniyetinde yaptığı konuşma hiç suya sabuna dokunmayan, renksiz ve kimliksiz bir nitelik arzedecekti.


Ali Babacan’ın ODTÜ’de yaşadığı süreci tahmin etmek zor değil. Bu süreci Türkiye’nin prestijli tüm üniversitelerinde okuyan muhafazakar kimlikli öğrenciler yaşar. Travmatik bir süreçtir ve farkındalığı ve özgüveni güçlü az sayıda öğrenci hariç hemen herkeste belli seviyede hasarlar bırakır. Bugünkü Ali Babacan’ın zihinsel arka planını çözümlerken o dönemdeki seküler mahalle baskısı ve kültürel yüklemeleri göz ardı etmemek gerekiyor. Bunun teferruatlı analizi sayfalarca tutar. Ayrıntıya girmeyeyim. Sonuçta karşımızda Batı’yı gözünde çok büyütmüş, onarılamaz bir aşağılık kompleksiyle ruhunu kirletmiş bir Müslüman var. Hayatım boyunca yüzlerce kez seküler mustağriplerle muhatap oldum ve genellikle kendilerine hep acıyarak baktım. Ama dindar veya sosyalist mustağripleri tiksinç buluyorum. İki taraftan temayüz etmiş birer örnek verecek olursak Ali Babacan ve Zülfü Livaneli’yi sayabilirim.


Ali Babacan Ak Partili bir bakandı ama siyasetçi değil teknokrattı. Siyasetçi gömleğini giyip yeni bir kariyere yelken açtı. Başlamadan bitmiş bir kariyer. Halbuki yeni neslin aradığı lider özelliklerini üzerinde taşıyan bir isimdi. Geçmiş olsun. 


Ahmet Davutoğlu


Ahmet Hoca, kendisi hakkında yaklaşık beş yıl önce yazı dizisi kaleme aldığım bir siyasi figürdü: Küçük Enver’in Büyük Rüyası. O dönemde Davutoğlu sempazitanı olup bana yazımın içeriğinden dolayı veryansın eden pek çok kişinin bugün benden özür diliyor olması bile Davutoğlu’nun perişan portresini anlatmaya yeter.

Erdoğan’ın iğneyle kuyu kazarak edindiği siyasi servete, yani Ak Parti’ye çökmeye çalışmış tepeden inme ve hormonlu bir şekilde getirildiği başbakanlık makamıyla yetinmeyerek Erdoğan’a operasyon çekmeye çalışmış bir haddini bilmez. Eflatuncu bir yaklaşımla, akademik kariyerinin Erdoğan gibi üniversite diploması bile tartışmalı bir zata göre cumhurbaşkanlığını çok daha fazla hak ettiğini düşünmüştü. Kerameti kendinden menkul karizmasıyla kitleleri peşinden sürükleyeceği zehabına kapılmış, “Bir selam veririm Anadolu’yu ayağa kaldırırım”, “Ben %49 almış başbakanım” türünden açıklamalarla gerçeklerden ne kadar kopuk, megaloman bir adam olduğunu da ispatlamıştı.


Davutoğlu’nun geçmişteki açıklamalarına bakalım. 


"Ben verdiğim söze sadığım, Cumhurbaşkanımızla son nefesime kadar vefa ilişkisini sürdüreceğim. Cumhurbaşkanımızın onuru, hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı olarak, hem benim dava arkadaşım olarak onun onuru benim onurumdur, onun ailesinin onuru benim ailemin onurudur, onun ailesi benim ailemdir."


“Çanakkale şehitleri şahidimiz olsun, hangi yerden talimat alıyorlarsa alsınlar teröre karşı dimdik ayakta olacağız.”


Daha fazlası da var ama uzatmayalım.


Bütün bu iddialı çıkışların ardından PKK’nın politik temsilcisi HDP’nin koluna girmiş, Erdoğan’a ağız dolusu küfürlerle bayrak açmış kitlenin adayı Kılıçdaroğlu’nun peçeteciliğini yapmak nasıl zelil bir durumdur.


Diyeceksiniz ki diğerleri yapmıyor mu? Hepsi yapıyor, doğru. Hatta Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu'nun, Bahçeli'nin kendini yalanlama görüntülerinden bir kolaj yapsak saatlerce sürecek bir video elde edebiliriz. Tükürdüğünü yalamak, omurgasızlık siyasetin mütemmim cüzüdür. Bu yönüyle Ahmet Davutoğlu da tipik bir siyasetçidir. O zaman bunları ne diye gündeme getiriyorum? Çünkü Davutoğlu’nun tüm söylemleri ne kadar asil ve onurlu bir adam olduğunu anlatmak üzerinedir de ondan.


Bu kadar zillete bir CB yardımcılığı için katlanan muhteremin yine aynı şovla “makamları elimizin tersiyle iteriz” salvolarını da hatırlatayım. Alegorik bir tanımlamayla Ahmet Hoca bataklığa düşmüş ve her çırpındığında biraz daha batan bir adam gibidir. Tepeden girdiği siyasi kariyerine yüzüne bakılmayan bir aktör olarak veda edecek. Ama varsın olsun, değil mi ki insanlar ona “sayın başbakanım”, “sayın cumhurbaşkanım” diyecek, o kendisine yeter de artar bile.


Temel Karamollaoğlu


Erbakan ve Davutoğlu’nda gördüğümüz akademik kariyer küçümsemesi Karamollaoğlu’nda da var. Erdoğan gibi bir figürün kendisi gibi anlı şanlı diplomaları bulunan aktörleri aşarak ve hatta ezerek bir saltanat inşa etmesinden rahatsız. Ama aynı zamanda gerçekçi. Erdoğan’ı hiç hafife almıyor. Geçen seçimlerde kendince ilke bazlı retorikler öne sürerek tavırlar alan ve ”Acaba mı?” dedirten Temel abimiz, yolun sonunda Milli Görüş’ün doğal ve manevi lideri Erbakan’ın kemiklerini sızlatacak “Mücahit Kılıçdaroğlu” açıklamasıyla siyasi kariyerini noktaladı. 

Erdoğan’dan müşteki Milli Görüş tabanından bir grup insanın sığınacak adresiyken Fatih Erbakan’ın siyaset arenasına dalmasıyla elinde avucunda ne varsa yitiren Karamollaoğlu, kendisi gibi ikbal hesapları yapan küçük ve ihtiraslı bir grupla ellerindeki son fırsatı değerlendirmeye çalışıyor.


Kılıçdaroğlu seçimi kazanırsa bu işe en çok Abdullah Gül bozulacak. Şu anda yaşayan 3 CB var. Sezer, Erdoğan ve Gül. Bir de cari CB yardımcısı Fuat Oktay’ı sayalım, etti dört. 85 milyonda dört kişiye nasip olmuş çok prestijli bir ünvan. Biliyorsunuz bizim geleneğimizde müdür yardımcılarımıza müdürüm, bakan yardımcılarına bakanım deme geleneği var. Haliyle CB yardımcılarına da tıpkı Fuat Oktay’daki gibi cumhurbaşkanım deniyor / denecek. Kılıçdaroğlu ve 7 yardımcısı CB sıfatını iyice ayağa düşürecek. Yarın bir tartışma olsa bu ünvanları pek bir seven Ahmet Hoca da ben CBlığı yapmış bir adamım diyecek. Çekilir çile değil.

Yukarıdaki paragrafı, çok büyük hayaller kuran ve nihayetinde ıskartaya çıkan “sıfır risk, azami kazanç” mottosuyla hareket etmenin bedelini ödeyen sayın Gül’ü unutmamak adına yazdım.


Siyasetin küçük aktörleriyle ilgili yazacak çok şey birikmiş, tek bölüm yetmedi. Sonraki bölümde devam edeceğiz inşaallah.


Sonraki bölüm için lütfen tıklayın.

Önceki bölüm için lütfen tıklayın.


---------------------------










Yorumlar