Bilim, İnsan ve Sanat (II)
Biyoloji biliminin ilgi alanı tüm canlılardır. Canlı ve
cansız arasındaki temel fark, bünyesindeki atom ya da moleküllerin
karakteristiği ve dizilişine dair ayrımdır. Suyun, selülozun her molekülü veya
bakırın, sodyumun her atomu aynıdır, ama basit bir bakteride bile binlerce
çeşit molekül ve atom bulunur. Dahası canlılardaki atom ve moleküllerin
dizilişi ve birbirleriyle olan ilişkileri belli bir insicam ihtiva eder. Bu
kadar değişik atom ve molekül ve bunların birbirleri arasındaki kurgu doğal
olarak her canlı hücre için milyarlarca ihtimal barındırır. Örneğin bir ağacın
bütün yaprakları birbirinden farklıdır. Uzaktan
aynı gibi görünen canlıların her biri eşsiz bir yaratıktır. Biyologların işinin
ne kadar zor olduğunu varın siz anlayın.
Biyoloji, bilim alanı olarak fizik, matematik ve özellikle
de kimyaya dayanarak çalışmalarını gerçekleştirir. Her biri birbirinden farklı olan canlılar üzerinde çalışırken
biyolojinin işlerini kolaylaştıran asıl unsur da canlılardaki intizamın,
hareket, tepki ve eğilimlerde çoğu zaman benzer refleksler göstermesidir.
Refleksler benzer diyoruz, ama aynı değil şüphesiz. Bu münasebetle ortalama bir
tepki baz alınarak teoriler ortaya konmuştur. Bunu başarmak için başvurdukları
en önemli enstrüman istatistik
bilimidir. Nasıl matematik bilimlerin ifade etme, anlaşma diliyse, istatistik de tüm bilim dallarının sonuç
alma ekranıdır. İstatistik fizik, kimya gibi bilimlerde kesin doğruluğa
yakın sonuçları gösterirken, biyolojide bu oran daha düşük seviyededir.
İlerleyen bölümlerde göreceğimiz gibi sosyal bilimlerde istatistiki verilerin
doğruluk oranı çok daha azalacak, sadece bize genel bir çerçeve çizecek
seviyede bilgiler sunabilecektir.
Biyolojinin hayvanları inceleyen zooloji ve bitkiler üzerinde çalışma yapan botanik olmak üzere iki alt ana dalı mevcut. Gelişen teknoloji
uyarınca mütehassıs alanlara inilmiş, histoloji, taksonomi, anatomi, biyokimya
gibi çok sayıda alt bilim dalı oluşmuştur. Yine biyolojinin ilgi alanıyla
iştigal eden ziraat, çevre, biyomedikal, genetik gibi mühendislikler,
veterinerlik, doktorluk, eczacılık gibi meslekler bulunur. Bir canlının yapısı
ne kadar kompleks hal almışsa biyolojinin işi de o kadar zorlaşmış demektir.
Her canlıda bir akıl nüvesi bulunur. Bu da genel olarak içgüdü olarak
adlandırılır. İnsanda içgüdülerin yanı sıra irade mefhumu da bulunur ki, irade bilimin
çoğu zaman elini kolunu bağlayan, sık sık çaresiz bırakan Allah’ın insanlara
eşref-i mahlukat olarak armağan ettiği bir kudrettir. Bu münasebetle çalışma alanı insan olan tıp bilimi, biyoloji iltisaklı bilimler
içerisinde en meşakkatlisi olagelmiştir.
Tıbbın bu kadar yorucu ve hassasiyet isteyen bir bilim
olmasının önemli bir nedeni de, kuşkusuz insan sağlığı ve hayatına doğrudan etki
etmesidir. Ziraat mühendisinin uygulamaları, ya da bir veterinerin yanlış
tedavisi sonucu meydana gelebilecek arızalarla, bir doktorun yaptığı hatanın
neticelerini karşılaştırırsak doktorların ne kadar ağır bir gerilim altında
çalıştığının hakkını da vermiş oluruz. Doktorların ortalama gelirinin, diğer
meslek gruplarına oranla hayli yüksek olmasına sık sık laf göndermeleri yapan
kişileri insaflı olmaya davet ediyorum. Bir kere doktor olmak için tıp
fakültesini kazanmak gerekiyor ki, bu başlı başına bir iş. Hem zeki, hem
çalışkan bir öğrenci olmanız lazım. Ardından 6 yıllık ağır bir eğitimden
geçiyorsunuz. Yaşıtlarından üniversiteye gitmeyenler 6 yıl, başka
üniversitelere gidenler de 2 yıl boyunca para kazanırken, tıbbiyeliler hala
ailelerinden para alıyorlar, keseden yiyorlar.
Doktor olunca da iş bitmiyor. Uzman değilseniz öyle yüksek
bir geliriniz olmuyor. Sonra uzmanlık için yoğun bir çalışma temposu başlıyor. Uzmanlığa
hazırlanma döneminde bazı doktorlar rahat bir iş ortamında bulunsalar da, çoğu doktor
zorlu mesleki şartlarda, gecesi gündüzüne karışarak mesleğini icra ediyor. Bu şartlar
altında bir şekilde uzmanlık kazanan az orandaki doktor, hayatlarının en çileli
dönemine adım atıyorlar. Uzmanlık eğitimi, 4 senelik işkenceler panayırı. Yıpratıcı
nöbetler, sürekli hazırlanan raporlar, sunumlar, kıdemlilerin ve hocaların
kapris ve aşağılamaları arasında geçen 4 koca yıl. Bu arada literatür takibi
yapmak ve mesleğin detaylarına da inmeniz gerekiyor. Hele hele bir de cerrahi
bir uzmanlığı tercih etmişseniz yandı gülüm keten helva. Cerrahinin geleneğinde
insanlık dışı bir aşağılama modası mevcut. Herkes bir önceki nesilden işkence
gördüğü için intikamını alt nesilden alıyor. Bitip tükenmek bilmeyen zulüm
halkası hala devam ediyor. Piyasada havalı havalı gezen o ünlü cerrahlar var ya,
biz onların cemaziyelevvelini biliriz.
Bütün bu serencamın sonunda uzman olan doktorlar artık 30
yaşlarından sonra iyi para kazanmaya başlıyorlar. Bırakın da kazansınlar. Sosyal
hayatı ve aile hayatından bu kadar feragat ettikten sonra bırakın da biraz
keyif sürsünler. Doktorların bu kadar zorlu ve ağır eğitimden geçmesinin
arkasında hata yapma korkusu var. Fakat insan bedeni ve sağlığıyla
ilgilendiklerinden hata yapma riskleri de bir o kadar yüksek. Başım ağırıyor
diye gelen hastadan kırk farklı senaryo çıkma ihtimali var. Hadi hastalığı
teşhis ettin, aynı hastalık için her insanda farklı bir serüvene sürüklenme
olasılığı da mevcut. Birine uyguladığın tedavi diğerinde işe yaramayabilir. O
yüzden doktorlar arasında “hastalık
yoktur, hasta vardır” şeklinde bir öğreti gelişmiştir. Son dönemde bu algı
çerçevesinde dünyada bireysel tıbba yönelim başlamış olup her hastanın özel bir
vaka olarak mercek altına alınması gündeme gelmiştir. Bu metodun ilerleyen vakitlerde
sadece tıpta değil sporda, eğitimde, psikolojide de öne çıkacağını, çıkması
gerektiğini düşünüyorum.
Dünya genelinde düzenlenen bir anketi incelemiştim. “Sizce
en prestijli meslek hangisidir” sorusuna tüm kültür ve ülkelerde açık ara “hekimlik”
cevabı verilmiş. Doktorlar hakkında bu kadar iltifattan sonra okurlarım benim
doktor olduğumu düşünebilir. Not düşeyim, doktor değilim. Sadece Sezar’ın
hakkını Sezar’a verme gayretindeyiz.
Hazır konu tıbba gelmişken eczacılık üzerine de birkaç kelam edelim. Eczacılık tıp dünyasının
yan dalı gibi görünse de en az biyoloji kadar kimyanın çalışma alanına girer.
Farmakoloji (eczabilim) hormonlar ve kimyasal bileşikler üzerine yoğunlaşmış
bir bilim dalıdır. Ruh ve beden ikileminde farmakolojinin felsefik bir yeri
vardır. Bunu bilahare yayınlamayı düşündüğüm bir yazıda kapsamlıca ele
alacağım. İnsana yönelik bilimlerin işinin ne kadar zor olduğunu farmakologlar
çok iyi müşahade etmektedirler. İlaç prospektüslerinin “yan etkiler” kısmına bir göz atarsanız ilaçların insanlara ne kadar
farklı tesirleri olduğunu, bir ilaç üretmenin ve bununla tedavi yaparken tıbbın
ilk kuralı olan “önce zarar vermeyeceksin” düsturuna sadık kalmanın ne kadar
zor bir iş olduğunu siz de kolaylıkla idrak edersiniz.
Bir sonraki bölümde insan bedeninden öte, ruh ve
davranışlarını çalışma alanı kabul eden sosyal (insani) bilimlere göz atacağız.
Sosyal bilimlerde işin içinden çıkamaz hale geleceğimizi baştan belirteyim.
Yazının devamı için tıklayınız.
Yazının devamı için tıklayınız.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.