(5) Kürtler Var Ya!
Türkiye’deki
kürtler üzerinde yapılan ameliyatı ilk fark eden, daha doğrusu dillendiren Özal
olmuştu. Etrafındakilere “Kıbrıs ve Doğu’yu ne yapıp edip Türkiye’den
koparacaklar, hiç olmazsa verirken bazı kazanımlar elde edelim” diyordu. İlk
Irak operasyonu sırasında dönemin Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay’a Musul
ve Kerkük’e girmesi için şifahi talimat vermiş, Torumtay Meclis kararı veya en
azından yazılı emir isteyince karşılıklı restleşmeler olmuş ve Torumtay istifa
etmişti. Özal’ın hesabı Doğu’yu tutamayacaksak bari Musul ve Kerkük’ü alalım ve
pazarlık masasına öyle oturalım şeklindeydi. Ama bu bence çok naif bir hesap. Türkiye
Musul ve Kerkük gibi petrolün menbaı iki eyalete el koysa, Batı kıyameti
koparırdı. Zaten Batı’nın tüm planları enerji ve kaynakların sömürülebilmesi esaslıydı.
Filhakika Misak-ı Milli içindeki bu iki eyalet zaten bu yüzden Türkiye’ye yar
edilmemişti.
Planlanan Kürdistan Devleti'nin yaklaşık sınırları |
Olayları
yerli yerine oturtmak adına çok kısa bir Cumhuriyet tarihi hatırlatması yapmak
istiyorum (resmi olmayan tarih). Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı parçalanınca -okurlarım
beni mazur görsün, durumu çok iyi özetleyen bir deyimle devam edeceğim- ipin
ucu puştun eline geçti bir kere. Yani, NATO’ya girene kadar İngiltere, NATO sonrasında
da ABD sürekli ülkemizin eğitim, kültür, siyaset, tarım, teknoloji ve dış
politikasına şekil verdi. Bu İngiliz aklı ve diplomasisinin 20 yy başı itibarıyla
geliştirdiği neo-sömürgeci modelin bir uzantısıydı. Artık ülkeleri sömürmek ve
yönetmek için doğrudan asker bulundurmak ya da sömürge valisi atamak yerine, yerel
yöneticilerden söz dinleyecek kişi ve askerlerle anlaşılıyor, olur da işler
yolunda gitmezse de birtakım global enstrümanlarla ya da doğrudan askeri
müdahaleyle ülkeler hizaya getiriliyordu. Böylece ülkeler sanki bağımsız birer
devletmiş havası veriliyor ve vatandaşların gazı alınıyor, diğer yandan da
ülkenin tüm kaynakları rahatça sömürülüyor ve ciddi bir direniş ve tepkiyle
karşılaşılmıyordu. Ayrıca elini ateşe değdirmemenin keyfi de cabasıydı.
Bu acı
gerçeği hepimiz biliyoruz ama pek dillendiremiyoruz; Türkiye asla bağımsız bir
devlet olmadı. Atatürk’ten Erdoğan’a tüm devlet başkanlarımız Batı’nın oluruyla
göreve gelmiştir. Tek istisnamız rahmetli Erbakan’dır. Onun başbakanlığının ne kadar
sürdüğünü ve başına gelenleri hatırlayınız. Başa gelen devlet adamlarımızın ülkeyi
bağımsız politikalarla yönetmek adına hep bir gizli ajandaları olmuştur. Ancak bu
ajandaların sayfaları açılır açılmaz dış müdahaleler gelmiştir. Gizli ajandada
ısrar ederseniz sonunuz ya darağacı, ya hapis, ya şaibeli bir kaza olur. Bugüne
dek ajanda açılımından sonra yıkamadıkları tek lider Erdoğan oldu. Bu
sebepledir ki son 5-6 yılı Türkiye’nin en bağımsız dönemi olarak addedebiliriz.
İşte tam bu sebeple yüreğinde onurlu bir ülke ve millet olma ülküsü barındıran
herkesin, yeniden dirilme eşiğinin kırılma noktasından geçebilmiş tek liderimiz
Erdoğan’a sahip çıkması gerekiyor. Hala bile tam bağımsızlıktan bahsedebilmek
zor. Bu, ancak meşakkatli ve uzunca bir yolculuğun sonunda varılabilecek bir
statü.
Özal belki
çok daha derin bilgiler ışığında Türkiye Kürdistanı’nın koparılabileceğini
görüyordu. Ancak mevzuyla biraz alakadar olan hemen herkes kürtlerin kıyamının sadece
hak arama eksenli değil, daha çok kürtler için devlet kurma girişimi olduğunu
sezebiliyordu. Üniversitede tanıştığım PKK yandaşı marksist bir arkadaşa “Devlet
hayali kuruyorsunuz ama sen de biliyorsun ki, o devlet dizginlerini Batı’nın elinde
tuttuğu payanda bir devlet olacak, bunun için heyecanlanmaya değer mi?” diye
sormuştum (1991). “Biz de Türkiye’nin yaptığı kuklalık kadar kuklalık yaparız,
ne yani” diye cevaplamıştı. O sırada üniversitede okuyan, beyaz türkler
arasında yer edinememiş ve dindar olmayan neredeyse tüm kürt öğrenciler PKK
şarkıları söylüyordu. İşte yazının ilk kısımlarında değindiğim PKK’yı kılcallara
taşıyan gençler bunlardı. Eğitimli olmakla Batı’daki şehirlerin kürt varoşunda veya
Doğu’daki köyünde/mahallesinde sözü dinlenen ve itibar kesbetmiş, diğer
gençlerin hayranlıkla izlediği bu gençler, profesyonelce istif edilmiş
retoriklerle diğer gençlerin PKK ideolojisini benimsemesinde ciddi rol
oynadılar. Ben bu gençlerin asla kendilerinden ortaya çıktığına inanmıyorum. Bu
hareket, planlama merkezi dışarda olan bir toplum mühendisliği çalışmasıydı.
Bana “Biz de
Türkiye’nin yaptığı kuklalık kadar kuklalık yaparız, ne yani” diyen o arkadaş, belki
de faşizmin o dayanılmaz şehvetiyle tarihsel derinliği olmayan bu yorumu
yaparken fazlasıyla yanılıyordu. Birincisi Türkiye binlerce yıllık devlet
geleneği olan insanların ülkesiydi. Üstelik bu devletler yüzyıllar boyu dünyaya
hükmetmişti. Toplumsal genetiği boyunduruğu kabul edemeyen bir milletti. Bu
yüzdendir ki her fırsatını bulduğunda prangalarından kurtulmak için kıyama
kalkmış ve bu konuda bedel ödemekten çekinmemişti. Atatürk bile mağlubiyetle
çıkılmış bir harbin ardından, olanca fukaralık/yokluk içinde ve yıkık dökük,
harap bitap bir ülkenin üzerinde, “bir gün yeniden nasıl büyük devlet oluruz”un
hesabını yapıyordu, nihayetinde o da bir Osmanlı paşasıydı. Ve bugün itibarıyla,
bir asra yaklaşan çırpınışlardan sonra tünelin ucundaki ışığı değilse bile
hüzmelerini görebilecek bir konuma eriştik. Kürtlerin kendi başlarına devlet
kurma ihtimalleri yok. Zaten fiiliyatta da apaçık bir korunup kollanma mevcut.
Bu arkalamanın herkes gibi PKK mensupları da farkında ve bile bile lades
diyorlar. Bir kürt devleti kurulacaksa bütün kurgunun Batı devletlerince
yapılacağına ve kürtlerin sadece vitrin mankenliği yapılacağına şüphe yok. Üstelik
kürtlerin yirmi beş asırlık devlet özleminin sevindirik ruh haliyle, bu fırsatı
kendilerine sunacak devletlere minnet duygusundan kurtulmaları bile onlarca yıl
sürecektir. Türkiye kuruldu kurulalı Batı’ya karşı var olan yoğun öfke ve hınca
rağmen yüz yıl süren yeniden diriliş serüveninin kürtlerde ne zaman başlayacağını
dahi kestiremiyoruz. Gerçi PKK’nın teorisyen kadrosunun zaten böyle bir niyeti
yok. Fikriyat olarak kadim kürt kültüründen kurtulup Batı’nın ideolojileriyle
bezeli bir doktrini yaşatmanın hayalini kuruyorlar. Hani belki bir uyanış
olacaksa, o da kürtler arasında hala Osmanlı ruhunu taşıyan dindar kitlenin
gayretleriyle olacak. Ama bu kitlenin giderek eridiğini, genç kürt kuşağının ezici
bir çoğunluğunun Batı eksenli bir yaşama sıcak bakar hale geldiğini üzülerek müşahade
ediyoruz.
İşte Türkiye’deki
çoğu insanda mevcut bulunan bu üstü örtülü büyük devlet olma sevdası, o günlere
kadar NATO üzerinden ABD maşalığı yapan TSK’nın seküler subaylarında da vardı.
Her ne kadar derin devlet ideolojimiz Batı’ya endeksli bir yaşam tarzını
benimsiyorsa da, serde Osmanlı torunu olmanın ülküleri de kol geziyordu.
Milletinden kopuk ve aklınca halkını daha güzel bir forma sürükleme
eğilimindeki bu irade, öz kültürüne ricat etme gayretindeki vatandaşının
kafasına her seferinde tokmağı indirse de Batı’yla zıt düşecek kadar milli
duyguları olan bir yapılanmaydı. İşte seksen yıllık bu derin devlet yapılanması
Doğu/Güneydoğu Anadolu ve Kıbrıs konusunda tavizsiz olmasından ötürü Batı
tarafından hedef tahtasına kondu ve Batı’nın içimizdeki yeni lejyonerleri (FETÖ)
tarafından tedricen elimine edildi. Çünkü bu iki coğrafya, özellikle de kürt
coğrafyası artık harita değişikliğine hazır bir kıvama gelmişti.
Seküler
derin devletin zayıflaması, hem kendi değerlerini aşağıladığı halkın hem de bir
şekilde iktidara taşıdıkları Erdoğan’ın işine geliyordu. Zira millet bu
yapılanmanın bugüne değin kendisine tepeden bakış şeklinden ve zorbalıkla yönetme
modelinden ikrah etmişti. Seküler derin devletin ilgası için son darbe olacak 15
Temmuz kalkışmasının akim kalması sonrası, seküler milliyetçi güruhla gelenekçi
milliyetçi güruh bir bakıma hizaya geldi. İdeolojik çekincelere rağmen, şu an
için söz konusu vatan olunca birlikte hareket etme ve kendi çizgilerine ayar
verme yoluna gittiler.
Özal sonrası
dönemde, Demirel ve Tansu Çiller yönetimindeki Türkiye kürtlere sayısız
eziyetlerde bulundu. Doğu Anadolu’ya adeta kemoterapi uygulanmış PKK yok
edilmek isterken birçok masum insan da zulme uğrayıp küstürülmüştü. Hasan Cemal’in
“Kürtler” adlı eserinde bu zulümlerin envai çeşidine dair hikayeleri
okuyabilirsiniz. PKK’nın beli belli oranda bükülse bile, bölge halkının zaten devletle
limoni olan ünsiyeti tamamen kopmuştu. Erdoğan işte tam bu dönemde iktidara
geldi.
Erdoğan türk
siyasetinin yükselen yıldızıydı. ABD, Erdoğan’ın hak ve özgürlükler konusundaki
yaklaşımından emin olunca, normalde hiç sıcak bakmayacağı bir ideolojik görüşe
sahip olan Erdoğan’ın iktidarına yeşil ışık yaktı. ABD Türkiye’deki halkın
onurlu bir şekilde yaşamasını tabi ki umursamıyordu. Onlarca yıl devletin
uygulamaları yüzünden mağdur olmuş eziyet çekmiş milletimizin ıstıraplarına
kayıtsız kalmıştı. Onları ilgilendiren kısım kürtlere verilecek hak ve
özgürlüklerdi. Böylece bölgedeki halk, kopuş psikolojisine daha kolay hazırlanacaktı.
ABD’nin hesaba katmadığı önemli bir gelişme oldu. Erdoğan sadece kürtlerin
değil toplumda devletin daha önceden ezdiği tüm katmanların sevgilisi haline
geldi (Bkz Bir Devrimin Anatomisi). Erdoğan bir süre sonra gizli ajandasının
sayfalarını karıştıracak ve Batı’yla ters düşecekti. Artık Batı’nın hedef
tahtasına yerleştirilen Erdoğan’ı işte milletin kendisine duyduğu bu itimat ve
sevgi ayakta tutacaktı.
Kürtler
cephesinde durum biraz farklıydı. Kürtlerin bir kısmı Erdoğan’ın toplumsal
reformlarından dolayı Türkiye’nin kalan kısmıyla aynı duyguları paylaşıyordu.
Yani sevgi, saygı ve hürmet besliyordu. Ancak PKK mensupları çok kurnazca bir
propoganda yürüterek kendi direnişleri sayesinde devletin hizaya geldiğini ve
haklarını söke söke aldıklarını anlatıyorlardı. Devlet ideolojisindeki fay
kırıklığını hesaba katamayanlar, PKK olmaksızın zulme gark olacaklarına ikna
oldular ve PKK yandaşlarının sayısı gözle görülür derecede arttı. Oysa PKK diye
bir örgüt hiç olmamış olsaydı da Erdoğan, nasıl ülkedeki diğer mazlumlara sahip
çıktıysa, gadre uğramış kürtlere de sahip çıkacak bir zihni alt yapıya haizdi. Kürtlere
müktesep haklarını veren eski milliyetçi seküler devlet değil, yeni Türkiye’nin
çiçeği burnunda lideri Erdoğan’dı. Ama daha önce dediğimiz gibi PKK toplumsal
bir hareket hüvviyeti kazandığından ikili ilişkilerle sağladığı temas
sayesinde, devletin propaganda enstrümanlarına galebe çalacak ve bölge halkını
kendi varlığının zaruretine iyiden iyiye inandıracaktı.
Önceki bölüme dönmek için tıklayınız.
-------------------------------------------
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.