(9) Nasıl Mı?
Bu yazıyı
kaleme aldığım sürecin sonlarına doğru hiç beklenmedik bir gelişme oldu.
Neredeyse kurulmasına kesin gözle bakılan, Suriye’deki kürt devleti hesaplarının
köküne kibrit suyu döküldü. PKK’nın sarsılmaz hamisi olan ABD, bölgeden çekilme
kararı aldı. Türkiye’ye de “meydan senindir” dedi. Olağanüstü bir gelişme daha
olmazsa PKK’nın gelecekteki varlığı bile artık soru işaretleriyle dolu. Tüm bu
gelişmelere rağmen mevcut sorunumuz yok olmuş veya olacak değil. Yani PKK
tümüyle yok edilse bile kürtlerin izzeti nefislerine ağır gelen bugünkü ortamı
kıramazsak, bu yara için için kanar ve elbet bir gün yeniden önümüze düşer. “Kazanılmamış
özgürlük mücadelesi yoktur.” Bunu Bosna için söyler dururduk. Kürtler
kendilerini özgür ve onurlu hissetmedikçe bu kavga sürecektir, ayrılık da
kaçınılmaz olacaktır. Maslahatı idare edecek palyatif çözümler yerine bir daha
asla başımızı ağrıtmayacak, kökten, sadre şifa reformlar yapmalıyız.
Kürtlerle
devletin ve türklerin barışması ve tekrar kardeşlik bağıyla kenetlenmesi için
bir dizi tedbir alınacaksa, bunu ancak şimdilerde başarabiliriz. On sene sonra
iş işten geçmiş olabilir. Çünkü bir daha Tayyip Erdoğan gibi kürtler nezdinde
itibar kesbetmiş bir lider daha çıkartmamız çok uzak ihtimal. Ve yine çünkü
–tek partili dönemleri saymazsak- hiçbir lider, devlet içinde sayın
cumhurbaşkanımız kadar güce malik olmadı. Zaman bu zamandır. Bu işi çözerse
Erdoğan çözer.
Diyarbakır
Ulu Cami’de namaz kılıyorum. İmam selam verdi, sağa döndüm tüm cemaat hala
secdeye bakıyor. İkinci selamda sola döndüm, bu sefer tüm cemaat kafasını bana
doğru çevirmişti. Hanefi mezhebine mensup biri olarak o kadar şafii arasında
kendimi yalnız ve ayrı hissetmiştim. Hiçbir önyargı ve anlaşmazlığın olmadığı
hanefi-şafii ayrımında bile insan duygusal yalnızlık hissedebiliyor. Ancak o
zaman Batı’daki kürtlerin şafii olmakla hissedebildikleri gayrı olma duygusunu
algılayabilmiştim. Dediğim gibi bu farklılık kimsenin garipsemediği ve
anlayışla görüp geçtiği bir farklılık. Kürtleri çok daha derinden etkileyen ve
kendilerini “öteki” hissettirecek birçok mevzu var. Bir de bunları hesaba
katarsak, bu ülkede kürt olarak yaşamanın ağır yükünü anca kavrayabiliriz.
Daha önce
belirttiğim gibi kürtlerle olan bu çatışmanın en büyük müsebbibi Türkiye
Cumhuriyeti devleti. Dolayısıyla ilk olarak devlet, nasıl Dersim Katliamı için
alevilerden özür dilediyse, kürtlere uygulanan bunca haksız ve ayrımcı
politikadan dolayı özür dileyecek. Bu samimi ve şuurlu bir özür olmalı ki
kürtlerde bir karşılık bulsun. Samimi olabilmesi için de bir dizi siyasi
değişikliğe gidilmesi, ezberlerin bozulması ve bedeli ne olursa olsun yeni
politikaların pratikte hayata geçirilmesi lazım.
İkinci
olarak, türklerde kürtlere karşı var olan önyargıların kökünden kazınması
gerekiyor. Bu çok uzun ve zorlu bir süreç. Ama devlet politikalarındaki değişim
ve gerek sivil, gerek resmi enstrümanlar üzerinden verilecek sistemli bir
eğitimle, türklerdeki kürt algısı birkaç nesilde olması gereken düzleme
çekilebilir.
Üçüncüsü de
gerek devletin, gerek türk halkının samimi bir şekilde açtığı bu kucağa, kürt
kardeşlerimizin karşılık vermesi. Ben kürt milletinde, yarasına tuz basıp, tüm
yaşananları ve zulmü unutacak ve beyaz bir sayfa açacak derin bir feraset
olduğuna yürekten inanıyorum. Bunu daha önceden defalarca yaptılar.
Şimdi
yukarıda söylediğim üç safhayı, daha somut önerilerle ete kemiğe bürüyelim.
Bütün bu saydıklarım yapılacaksa, öncelikle PKK’nın kökünün kazınması lazım.
Çünkü senin atacağın her adımı PKK kendine yoracak, kürt halkı gözündeki
meşruiyetini perçinleyecek ve dolayısıyla tümör yok olmadığı için bir süre
sonra tekrardan hastalık nüksedecektir.
Devlet
öncelikle zihnindeki vatandaş algısını değiştirmeli ve sahiplenme eksenini
düzeltmeli. Irak krizi esnasında devletimizden Irak’taki türkmenleri kollamaya
yönelik sert açıklamalar gelmiş ve o türkmenlerin başına bir şey gelmesi durumunda
Türkiye’nin kayıtsız kalmayacağı dile getirilmişti. Aynı dönemde komünist
aydınlardan Mihri Belli, belki çok kimsenin umursamadığı ama dibine kadar haklı
bir itirazda bulunmuştu. Türkiye’nin, soydaşlarımız diyerek türkmenleri
sahiplenirken, aynı hassasiyetle Irak’taki kürtleri sahiplenmeyerek hata ve
ayrımcılık yaptığını belirten Mihri Belli, devletimizin bozuk algısını gözler
önüne seriyordu. Halbuki Irak’taki kürtler de türkmenler gibi soydaşımız olmalı
değil miydi? Devlete göre değildi. Devlet yetkililerinin sürekli dillendirdiği
herkese eşit davranma ilkeliliğinin fiiliyatta palavra olduğu apaçıktı. Yani
kürt vatandaşlarımızın iğrapta mahalli yoktu. Oysa Irak’taki türkmenlere fiili
olmasa da gündem olarak sahip çıkabilecek Azerbaycan, Türkmenistan gibi
devletler varken, kürtlerin Türkiye’den başka kimsesi yoktu. Soruyorum size,
kürtlerin devlet olarak ağabeyliğini yapmak Türkiye’nin değil de kimin
görevidir? Dünyadaki kürtlerin yarısı ülkemizde yaşamıyor mu? Bu devleti
kurarken kürtler de kanıyla, canıyla bizim yanımızda değil miydi? Bizim bir
parçamız, kardeşimiz, dindaşımız olan kürtlere bu bakış açısıyla yaklaşırsan,
hiç kusura bakma ama kürtler de enayi değil. Kendilerini hem konum olarak
dışlayan, hem sosyolojik ve kültürel olarak aşağılayan ve yok sayan bir devlete
güvenmezler. Şimdi yazacağım ifade nefsimize ne kadar zor gelirse gelsin kabul
etmek durumundayız; Adı Türkiye olsa da,
resmi dili Türkçe olsa da, bu ülke türklerin olduğu kadar kürtlerindir de. Devlet
olarak mevcut faşist kafa yapısından sıyrılmadan, yani “Türkiye türklerindir”
zihniyeti değişmeden, bir arpa boyu kadar yol alamaz, aynı fasit dairenin
içinde debelenir dururuz.
Devletteki
zihniyet değişiminin gözle görülür şekilde pratik hayatta da karşılığı olması
gerekir. Mesela resmi tarihimizde doğrudan “kürt” kelimesi geçirilerek bu
ülkedeki varlıklarına, ağırlıklarına, gerek Osmanlı döneminde gerekse Kurtuluş
Savaşı esnasında nasıl yiğitçe türklerle omuz omuza vatan müdafaasına katkıda
bulunduklarına dair şerhler düşürülmeli. Bu vakitten sonra kürtlere dayatılacak
her türlü Türklük öğretisi ruhlarda infiale sebebiyet verir. Ha keza ders kitaplarında
Kürtçe’nin kürt kültürünün varlığını anlatan ve ülkemiz kültürünün bir parçası ve
zenginliği olduğunu vurgulayan ibareler eklenmeli. Bütün bunlar, kürtlerin
gönlünü almaktan çok türk gençlerinin kafasında yüz yıldır oluşagelen faşist
duyguların önüne bir set çekebilmek adına yapılmalı. Bu söylediklerim elbette
kolay işler değil. Bunu yapabilmek için güçlü bir irade ortaya koymak lazım. Cumhurbaşkanımızın
bu ülkede olmaz denilen pek çok şeyi hayata geçirdiğini biliyoruz. Devletin
Abdullah Öcalan’la görüşmelere başlaması kamuoyunun kolay kabul edeceği bir şey
miydi? Barış Süreci’ni masaya sürerken risk almamış mıydı? Erdoğan’ın nasıl
kürtler arasında güçlü bir itibarı varsa, türkler üzerinde de etkili bir
karizması, güveni ve itibarı mevcut. O yüzden dönüp dolaşıp hep
cumhurbaşkanımıza geliyor, ısrarla “olursa bu iş Erdoğan döneminde olur” diye
söylüyorum. Barış Süreci esnasında içtiği “baldıran
zehri”nin birkaç doz daha fazlasını alıp bu uygulamaları hayata geçirmesi
lazım. Milletimiz bunu kaldırabilecek olgunluğa sahip. Bütün bunları yaparken
şu anda yakın ilişkide bulunduğu MHP kurmaylarını da ikna etmesi icap ediyor.
Mevzu gerek milliyetçi kadrolara, gerek milliyetçi tabana künhüyle anlatılırsa
rasyonel bir yol bulunacağına yürekten inanıyorum.
Birkaç öneri
daha sıralamak istiyorum. Kürt bölgelerinde çalışacak öğretmenlerin türklerden
seçilmesi, kürt öğretmenlerin de türk öğrencilerin olduğu yerlerde istihdam
edilmesi gayet isabetli olur. Böylece etnik kimlik propagandalarının hızı
kesilir ve tarafların birbirlerini anlamalarına zemin hazırlanır.
Ortaokul ve
lise öğrencilerinin kürt öğrencilerle bir araya gelebilecekleri kamplar ve
atölye grupları planlanmalı. Özellikle Batı’daki öğrencilerin Doğu ve Güneydoğu
bölgelerine götürülerek bölgeyi ve kürt insanını tanımalarına fırsat verilmesi
gerek. Bu saydıklarım mevcut önyargıların bertaraf edilmesinde etkili birer katalizör
olacaktır.
Gelelim
Kürtçe meselesine. Daha önce bahsettiğim gibi resmi eğitim dilinin kesinlikle
Türkçe olması lazım. Ancak devlet okullarında gelen talebe göre seçmeli Kürtçe
dersler verilmesi icap ediyor. Kürtçe’yi ve kürt edebiyatını korumak ve
geliştirmek Türkiye’nin namus borcudur. Çünkü kürtlerin anavatanı Türkiye’dir. Türkiye’deki
Kürtçe müktesebatı Suriye veya Irakta kurulabilecek olası bir Kürdistan devletinden
çok daha güçlü olmak zorunda. Bu hem barındırdığımız kürt nüfusun çok daha
fazla olmasının bir gereği, hem de Kürtçe üzerinden ileride yapılabilecek
faşizm propagandalarının önünü kesmek adına elzem bir durum. Bu münasebetle üniversiteler
bünyesinde en az 4-5 tane çok güçlü kürt enstitüsü kurulması gerekiyor.
Müfid Yüksel
Diyanet’in de bu konuda önemli reformlar yapması gerektiğini savunuyor. Haklı
da. Sadece Hanefi değil, Şafii ekolün de Diyanet uhdesinde uygun ve prestijli
bir zemine yerleştirilmesinin kürtler üzerinde pozitif algıları
tetikleyeceğinin altını çiziyor.
Son olarak
bir arkadaşımın getirdiği bir teklifi gündeme taşımak istiyorum; başkent Diyarbakır’a taşınsın. İlk
başta bana çok uçuk ve masraflı bir proje olarak gelmişti. Ama sonradan -yine zor
olmakla birlikte- imkansız olmadığını düşünmeye başladım. (Bu teklifi yapan
arkadaşın milliyetçi eğilimi olan bir türk olduğunu söyleyeyim de yanlış
anlamalara yol açmasın). Bazı ülkelerde tanık olduğumuz çifte başkent uygulamasıyla
bu başarılabilecek bir proje. Mesela yasama erkini Diyarbakır’a
taşıyabilirsiniz, yani Meclis’i. Bu ayrılma, koparılma hayallerinin üzerine
beton dökecek bir gelişme olur. Kürtlere de bu ülkenin ortağı olduklarına dair
güçlü bir mesaj verilir. Enine boyuna düşünülüp, getirisi/götürüsü konusunda bir
fizibilite çalışması yapılmasının ardından böyle bir karar alınabilir ya da
alınmaz.
Diyarbakır'da, Kutlu Doğum Haftası'nda Peygamber'e tazim eden kürtler |
Pekala devletten
gerekli adımlar gelmezse, biz birey olarak neler yapabiliriz? İçimizdeki
faşisti susturmak veya tamamen yok etmek adına kendimize telkinler
yapabilmeliyiz. Karadenizli milliyetçi ailede yetişmiş biri olarak ben şahsen
bunu başarabildiysem herkes başarabilir. Kürtleri seviyorum ve kürtlere bugüne
kadar uyguladığımız ayıp ve zulümlerden kendi payıma düşen kısmını kapatmak
adına, nasipse Doğu’ya taşınarak hayatımın kalan kısmını bölgedeki çocuklar ve
gençler için çalışarak tamamlamayı planlıyorum.
Yazı
dizimizin başlıklarındaki vurguya ve giriş paragrafının içeriğine geldik
nihayet. Şöyle bir İslam dünyasına bakalım. Tamamı sömürülen, zulme uğrayan
İslam coğrafyasında küfrün (hususiyetle Batı’nın) karşısına çıkıp müslümanları sahiplenecek ve onlara ağabeylik yapabilecek
kaç devlet var? Bu özelliklere haiz olmak için hatırı sayılır bir nüfus,
ekonomik güç, sosyal algılar, tarihi derinlik, coğrafi konum gibi kriterleri
baz alırsak elimizde az sayıda ülke olduğunu görürüz: Mısır, İran, Pakistan,
Endonezya, Suudi Arabistan ve Türkiye. Mısır ve Suudi Arabistan’ın hali ortada.
Batı’nın emrinde müslümanlara zulmeden iki fasık devlet. İran’ın derdi daha çok
şii müslümanlara sahip çıkmak ve sünni dünyada kabul görmeyen bir ideolojisi
var. Pakistan ve Endonezya’nın da genel olarak kendi bölgelerindeki
sıkıntılarla boğuştuğunu ve küresel bir dertlerinin olmadığını rahatlıkla
söyleyebiliriz. Kala kala elimizde bir Türkiye kalıyor. Türkiye, özellikle
Tayyip Erdoğan yönetiminde İslam dünyasındaki tüm mazlumlara kol kanat germe konusunda ciddi
bir performans sergiliyor. Tarihten tevarüs ettiği bir karizması, diğer İslam
ülkelerine oranla gelişmiş bir ekonomisi ve teknolojik altyapısı mevcut. Ama bu
haliyle bile Batı’nın karşısında zor bela direnen ve tabiri caizse mevzuyu ucu
ucuna götürebilen bir ülke.
Bu haldeki
Türkiye’nin, yani İslam dünyasının yegane hamisinin, bir de kürtlerin ayrılması
gibi büyük bir dertle uğraşması nelere mal olur bir hayal edin? Türkler ve
kürtler birbirlerinin mütemmim cüzü. Kürtlersiz türkler yarım kalır, türklersiz
kürtler köklerinden savrulur. Ayrılık her iki tarafı da zayıflatacak dramatik
bir sonuç olduğu kadar, İslam dünyasını da sahipsiz bırakmak gibi neticeye
vesile olabilir. Bugün vicdanlı ve imanlı kürtlerin firaktan değil vahdetten
yana tavır alarak, belki de son yüz yılda ilk defa bu kadar yükselmiş ümmet
bayrağını yere düşürmeyecek basireti göstermesi gerekiyor. Diyelim ki
devletimiz kürtlere yukarıda bahsettiğim şekilde bir el uzatmadı. Diyelim ki
milletimiz de içindeki faşisti öldüremedi. Yine bile sağduyulu müslüman kürtler
üzerine, yüreklerine taş basarak, birlikten yana tavır almak gibi tarihi ve
aziz bir sorumluluk düşüyor. Kürtler bunu idrak edecek ve gerekeni yapacak akil
ve feraset sahibi bir millet. Buradan hareketle diyorum ki Ümmet-i Muhammed’i kürtler kurtaracak.
Yazımızın
sonuna geldik. Yüce Rabbım yarın bana “Müslümanlar arasında bunca nifak varken,
sen ne yaptın ey kulum?” diye sorduğunda bu yazıyı göstereceğim. “Seni kaç kişi
takar?” diyenlere de şu cevabı vereyim. Kullar verilen görevi yapar. Skoru Allah
tayin eder.
Yazıyı
okuyan türklere bir tavsiyem var. Yazıyı bitirdikten sonra tanıdığınız bir
kürdün yanına gidip, onu muhabbetle kucaklayın. Buna fırsatınız yoksa, telefon
açıp kendisini sevdiğinizi söyleyin. Emin olun biz bir adım atarsak, kürtler üç
adım atacak. Onlar da bu vuslatı yüz yıldır bekliyor. Ve ben bu satırları
yazarken gözyaşlarımı tutamıyorum…
Son Not: Özel isim tekil ve münhasır olan isimdir. Çok kişiyi tanımlayan isimler
cins ismidir. Buna göre türk, kürt, müslüman, ingiliz, şafii, kongolu, macar, budist,
yahudi, alevi gibi çok sayıda insanı anlatan isimler de cins ismidir. Ve yine
diğer bir kuralımıza göre sadece özel isimler yazılırken büyük harf kullanılır.
Diyalektik mantığa göre türk veya müslüman yazarken de küçük harf kullanmamız
gerekmiyor mu? Elbette gerekiyor. Ama kullanamamış ve dilbilgisine istisna
getirmişiz. Çünkü ruhumuzdaki faşist bize müslüman ya da türkü küçük harfle
yazmamıza müsaade etmemiş. Bu yazı boyunca bilgisayarın otomatik düzeltme
yoluyla büyük harfe çevirdiği millet ve din mensubu isimlerini ısrarla
düzeltirken oldukça yoruldum. Ama gerekli mesajı vermiş oldum. Böylece
nefsiniz, şoven ruhunuz biraz örselensin.
Önceki bölüme dönmek için tıklayınız.
-------------------------------------------
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.