Ortadoğu'da Meksika Açmazı (10)
Türkiye her
hafta askeri personel ve techizat yığınağı yapıyor ve SMO ve Suriye hükümeti
ordusuna hazır olmaları konusunda bildiri geçiyordu. MİT’e bağlı SİHAlar nokta
atışı suikast düzenliyor, zaman zaman uçaklarla, çoğu zaman da topçu ateşiyle
SDG mevzi ve karargahlarını vuruyordu. Her ay 100’den fazla terörist etkisiz
hale getiriliyordu. Buna mukabil Mazlum Abdi, 14 Ağustos’da “Bedeli her ne
olursa olsun devrimin kazanımlarını korumakta kararlıyız” açıklamasını
yaparken,SDG de sık sık kendi kontrolünde bulunan Arap mahallelerine baskınlar
düzenleyerek Suriye hükümeti yanlısı insanları tutukluyordu.
SDG,
Şeddadi’deki eski ABD üssünde canlı mühimmat eğitimi düzenlemiş, koalisyon
helikopterleri de bölgede onları korumak için emniyet uçuşları
gerçekleştirmişti. DEM Parti bir aydır Öcalan’la görüştürülmediklerini,
başmüzakerecinin Öcalan olduğu ve bu durumun süreci tıkadığını deklare etti.
Bu arada Şam
ve Tel Aviv arasında süregelen güvenlik anlaşması müzakereleri bir dizi ön
görüşmenin ardından yüksek rütbeli isimlerin katılımıyla gerçekleşecek kadar
ilerletilmişti. Şara, diğer Arap ülkelerinin İsrail’le yapmayı planladığı ve
güvenlik garantisi içeren İbrahim Anlaşmaları’nın kendileri açısından daha
farklı bir düzlemde gerçekleşeceğini vurgularken Golan Tepeleri’ndeki İsrail
işgalini işaret etti. Erdoğan “Kürt, Arap ve Türk birlikteliği” üzerine
dördüncü kez açıklama yaptı. Bunun dışında kalacakları bir kez daha tehdit
etti. Şara ve Abdi 25 Ağustos’da bir kez daha görüştü. Şara SDG’nin tekrardan feshini
ve örgüt üyelerinin bireysel olarak Suriye hükümetine katılmasını istedi. Tabii
ki anlaşamadılar. Ardından hem Mazlum Abdi, hem Duran Kalkan, hem de Salih
Müslim’den direnme ve silah bırakmama yönünde muhtelif açıklamalar geldi.
Hemen ardı
sıra İsrail, Türkiye’ye karşı hamle olarak sözde “Ermeni Soykırımı” tanıdı.
Ancak dünyada kimse bu meseleyle ilgilenmedi. Hatta Ermenistan bile dalga
geçti. Ermenileri düşündüklerinden değil kendi siyasi amaçları uğruna alınan bu
kararların kendileri için anlamlı olmadığını beyan ettiler.
Bu arada
ilginç bir gelişme oldu. 27 Ağustos’da Şam kırsalında bazı elektronik araçları
farkeden ve bölgeye intikal eden Suriye ordusu askerlerine İsrail tarafından
hava indirme harekatı düzenlendi ve Suriyeli askerler şehit edilirken askeri
dinleme techizatları alınarak bölgeden uzaklaşıldı. Suriye birlikleri hava
indirme harekatı sırasında sıkışan askerlerine yardım göndermeye kalktığında
ise İsrail bölgeye ondan fazla hava saldırısı düzenledi ve yardımı püskürttü. Dinleme
cihazlarının Türkiye’ye ait olduğunu iddia eden İsrail karartma yapmaya çalışsa
da kimse bu numarayı yemedi. Biliyoruz ki Türkiye şayet isterse Şam’ın göbeğine
bile bu türden techizat yerleştirir. İsrail’in tedirginliği ise cihazların
kaptırılmasıyla teknoloji ve data aktarımıyla Türkiye’nin elinin güçlenmesiydi.
Netanyahu: “Ben
aptal biri değilim, Suriye’de aslında kiminle mücadele ettiğimin farkındayım.”
Erdoğan: “Netanyahu denilen kafire asla sessiz kalamayız.” Arka arkaya
gelen bu iki açıklama Ortadoğu’daki savaşı özetler nitelikteydi.
Tom Barrack,
30 Ağustos’da “Türkiye çok iyi bir müttefiğimiz, SDG ve YPG de müttefiğimiz.
PKK ile bağlantıları yok” şeklinde bir açıklama yaptı. Daha bir ay önce “SDG
ve YPG, PKK’nın uzantısıdır” diyen Barrack’ın bu açıklaması ne kadar komik
değil mi? Bunun en önemli sebebi İsrail’in ABD iç siyasetine lobileri üzerinden
baskı kurması. Yani sürekli git-geller yaşayan bu iklimde neyin ne olacağına
karşı endişe yaşamakta haklıyız. TC diplomasi ekibinin gayretlerini de
görmemezlikten gelmeyelim. ABD’de elleri zayıf, ama sahada ve sosyolojide
elleri güçlü olduğundan bu kaldıraçları kullanarak İsrail’le mücadele etmeye
çalışıyorlar. Bu türden çelişik açıklamaların başkaca sebepleri olabilir. Kimi
zaman bir tarafın bazen de karşı tarafın gönlünü almaya, tansiyonu yumuşatmaya
yönelik de olabilir. Fakat nihai hedef şaşmaz ve adım adım oraya yürünür.
Eylül’ün ilk
haftasında DEM Partili Kaynaklardan önemli bir açıklama geldi: “Öcalan,
Suriye ve Rojava konusunda esnemez… Suriye'de operasyon ihtimali,
Türkiye'deki süreci tamamen bitirir.” Benzer bir bildiri de
Kandil’den geldi. Sürecin başından beri “yakarız, yıkarız, keseriz, yok ederiz”
diye tehditler savuran Erdoğan’ın aslında blöf yaptığını, SDG’ye operasyon
falan yapamayacağını fark etmişlerdi. Operasyon olursa süreç biter, süreç
biterse Erdoğan Kürtlerin desteğini kaybeder, böylesi bir tabloda da Erdoğan
yeniden seçilemezdi. Bu açmazdan Türkiye nasıl kurtulacaktı? Hakikat şuydu ki,
meseleyi güç kullanmadan halletmenin tek yolu ABD’yi ikna etmekti. Oradaki
açmaz da İsrail’in süreci baltalamasıydı. Aylar geçmesine rağmen bir türlü
mesafe kat edilememesinin aslı sebebi de buydu.
Ertesi gün
Erdoğan “Bu sefer çok idmanlıyız, her türlü oyunu boşa çıkaracağız… Kadim
devlet aklı ve siyasi tecrübeyle ilmek ilmek dokuduğumuz süreci, ihtiraslara,
yanlış hesaplara ve emperyalist oyunlara kurban etmeyeceğiz… Örgütün Suriye’deki
uzantılaranı kışkırtarak Siyonistlerin emellerine destek veriyorlar”
diyerek olan biteni özetledi. Ayrıca “Şehitlerimizin aziz ruhlarını muazzep
edecek, şehit ailelerimizi ve gazilerimizi incitecek hiçbir adım atılmayacaktır”,
“Süreç bir al-ver meselesi değildir” açıklamalarıyla iç kamuoyundaki
paydaşlara da mesajlarını iletecekti.
Aslında yazı dizimin ilk bölümünde belirttiğim, kamuoyundaki tereddütlere ilişkin sorulara cevap veriyordu. 1- PKK’ya ne vaad edildi de bunun karşılığında silah bırakacak? 2- Bebek katiliyle masaya oturmak şehit ailelerini ve milliyetçi kitleyi fazlasıyla incitmez mi? 3- Bu süreç de ilk çözüm süreci gibi sonu ağır bedeller ödenen bir hüsranla mı sonuçlanacak? 4- Bütün bu gelişmeler uzun vadede ülkenin bölünmesine varacak bir dizenin ilk satırları mı?
Mazlum Abdi son
bir denemede daha bulundu. ABD, Fransa ve Suudi Arabistan’ın garantör olmadığı
hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceklerini açıkladı. IKYB Başkanı Mesud Barzani de Arap
aşiretlerini tehdit ederek, Rojova’ya saldırmaları durumunda Peşmergelerin de
kendilerine saldıracağını ilan etti. Aynı günlerde ABD’nin İsrail Büyükelçisi
Mike Huckabee İsrail’in yanında hükümet için değil İbrahim, İshak ve Yakub’un
tanrısı ve Batı medeniyetinin temeli için durduklarını açıkladı. Sonrasında da Donald
Trump’dan “Yahudi-Hristiyan değerlerimizi kararlıkla koruyacağız”
açıklaması geldi. Yahudilerin, Hristiyan dünyasını kendi hedefleri
doğrultusunda kullanması ve bu kisve altında dünyanın egemen güçlerinden
istifade etmesi alışageldiğimiz bir durum. Küştür araçları, siyaset ve ekonomi
üzerinden inşa ettikleri bu dünyada istedikleri sonuçları da alıyorlar doğrusu.
9-10 Eylül
günleri boyunca İsrail, tekrar Suriye’nin farklı şehirlerdeki askeri tesislerine
onlarca hava operasyonuyla saldırdı. Suriye Hava Kuvvetleri Komutanı’nın
Türkiye ziyaretine bir mesaj olarak vurulan birlikler de hava birlikleri
olmuştu. Ancak artık Türk asker ve personelinin yerleştiği hava üslerine bir
saldırı yapmaya cesaret edemememişlerdi. Gerekirse askeri operasyon yapacaklarını
belirten İsrail’in askeri yetkilileri belki de son bir gayretle Türkiye’nin
Suriye’ye yavaş yavaş yerleşiyor olmasını engellemeye çalışıyorlardı. Türkiye
sakin sakin işini görüyor, İsrail de sürekli havlayan ama bir türlü saldırmaya
cesaret edemeyen köpekler gibi çaresizce çırpınıyordu.
İsrail belki
de Türkiye’ye dokunamamanın hırsıyla beklenmedik ve fakat bir o kadar da saçma
bir eylemde bulundu. Doha’da Hamas’ın barış müzakere heyetini vurdular. Katar’ın
güvenlik bariyerlerini aşmaları kendilerine çok zarar verecekti. Üstelik Türk
istihbaratının gayretleriyle istedikleri suikastleri de başaramamışlardı. Hem
Katar, hem bölge ülkelerinden çok büyük tepki alan bu saldırıdan sonra İsrail
aleyhtarı kamuoyu iyice büyüdü ve ABD’nin bile arkasında duramayacağı seviyeye
geldi. İran’a düzenlediği saldırıdan sonra oluşan İsrail’e karşı bir “İslam
İtifakı” birçok İslam ülkesi tarafından dillendirilmeye başlandı.
Devam edecek…
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

İbrahim kalın bey'le bi kankalığınız mı var ziya hocam?..
YanıtlaSilKankalığı bırak, merhabam bile yok.
YanıtlaSil