Ortadoğu'da Meksika Açmazı

Şu günlerde olan biteni izlemek öylesine zor ve öylesine tedirgin edici ki. Değerli bir ağabeyimiz bir konuşma sırasında durumu çok güzel özetledi: “Çok fazla gelişme, çok az bilinen var.” İşte ürkütücü kısmı tam da burada.

Her biri tek başına büyük anlamlar ifade edebilecek bunca hadisenin bir yıl içerisinde olması doğum öncesi sancı gibi duruyor. Yeni bir düzen inşa ediliyor sanki. Her bir gelişme bir diğeriyle ilintili duruyor ve öyle de olmak zorunda. İç ve dış politikadaki dinamikler bağımsız değil, bilakis bu uluslararası bulmacayı çözmek için sadece Türkiye’nin değil, diğer ülkelerin de iç siyaset dengelerini iyi anlamak gerekiyor.

Erdoğan’ın karakter analizini yaptığım bir yazımdan alıntı yaparak konuya giriş yapalım.

“İktidar şehveti. Erdoğan’ın yukarıda saydığımız bütün özellikleri ve güçlü hitabeti gibi yeteneklerinin tamamı iktidar şehvetine müheyya. İktidar için hangisi gerekiyorsa büyük bir beceriyle o karakter özelliğini öne çıkarıyor. İktidar şehveti çok ağır bir tanımlama gibi gelebilir. Ama gayet fıtri bir şey, herkeste belli seviyelerde var. Mesele bu iktidar arzusu için nelere katlanacağınız ve neleri feda edebileceğinizde yatıyor. Erdoğan’da bu tutku her şeyin üzerinde. Yani mevzubahis iktidarsa Erdoğan her şeyi feda edebilir. Peki ya vatan, millet, din, devlet? İşte burada Erdoğan’ın kendi içinde yarattığı çok güçlü bir rasyonel devreye giriyor; “ben yoksam vatan da millet de din de devlet de yok”. Yani ülkenin bekası, devletin devamlılığı, milletin refahı ve dinin yaşatılmasıı için en uygun aktörün kendisi olduğuna kuvvetle inanıyor. Bütün tartışılmaz kutsalları kendi şahsında cem etmiş durumda. Bu hem kendisine çok güçlü bir motivasyon yaratıyor, hem de nefsi iştahasını yüce bir amaçlara ilişiklendirerek özsaygı ve vicdan zemininde çok tatmin edici bir çıkış sağlıyor.

Diyelim ki Erdoğan bu zihni kurgudan kurtuldu ve siyasetten çekilme iradesi gösterdi. Ne etrafındakiler, ne de umudunu Erdoğan’a bağlamış fanatik kitlesi buna zinhar izin vermez. Tabi iki kitlenin gerekçeleri farklı. Ona yaslanan halk kitlesi vatan, millet, din için bunu isterken, etrafına kümelenmişlerin çoğu saltanat, makam, servet devamlılığı için “Reis, sakın ha bizi bırakma” diye haykırdıkça Erdoğan bu kısır döngüden asla çıkamaz. Birkaç kez seçmene duygusal yükleme yapabilmek adına “bu son seçimim” dediğine bakmayın. Sağlığı yerinde olduğu müddetçe Erdoğan iktidarını bırakmak istemeyecektir. Sağlığı yerinde derken, konuşabilmesi ve yürüyebilmesi yeterli. Buradan hareketle, 2027 yılında hala ayakta durabiliyorsa, Meclis’e karar aldırıp erken seçime gidecek ve yeniden aday olacaktır. Nasıl Vikingler kılıçları ellerinde can verme gibi bir arzuya sahipse, Erdoğan da ömrünün sonuna dek iktidar kılıcını elinde tutma duygusu taşıyor.”

Aynı yazı dizimin başka bir yerinde de Erdoğan Bahçeli koalisyonunun artık Erdoğan’ı iktidarda tutmaya yetmeyeceğini, Erdoğan’ın genç nesli elinden kaçırdığını ve her gün oy oranının düştüğünü yazmıştım. Erdoğan’ın kendi cephesine blok halinde bir oy kayması sağlamadan işinin bir hayli zor olduğunu, hatırı sayılır oy oranının da İyi Parti ve DEM’den başka kimsede olmadığını vurgulamıştım. İyi Parti’yi yanına alsa bile seçmen kitlesinin oyunu alamaz. Çünkü İyi Parti seçmeni Fetöcüler ve Erdoğan’dan nefret eden milliyetçilerden oluşuyor.

Geriye sadece DEM kalıyordu. Açıkçası onun da mümkün olamayacağını düşünüyordum, ama oldu. Bir önceki seçimde DEM’le gizliden ortaklık yapan 6’lı masayı vatan hainliğiyle suçlayan Cumhur İttifakı mensubu siyasetçilerinin böyle bir çılgınlığa tevessül edeceklerine ihtimal vermiyordum. Erdoğan iktidarda kalmak adına DEM’le koalisyonun ön adımlarını attı. Bu iş de Bahçeli’ye taşere edildi. Çünkü PKK ile tokalaşmaya kalkışıldığında kıyameti koparacak kitle Bahçeli seçmeniydi. Bahçeli seçmeni de başbuğları ne derse peşinden gidebilen, itiraz ehliyeti elinden alınmış, mankurtlar gibi “vardır bir bildiği” modunda teslimiyetçi bir zihniyet olduğundan vaveyla kopmadı.


Şimdilerde bütün medya organları ve kalemşörleriyle bu yeni hamlenin ne kadar muhteşem, ülke için ne kadar faydalı olduğu konusunda algı inşasına uğraşıyorlar. MHP tabanı “başbuğ ne derse o!” diyebilir. Ak Parti ve DEM tabanında kazın ayağı öyle değil. DEM tabanını iki gruba ayırabiliriz. Kırsaldaki Kürtler olan bitenden memnunlar. Yıllardır savaş, kan gözyaşı ve en önemlisi huzursuzluk yaşamış olan halk, ortalığın durulmasından memnun ve mevcut gelişmelere sıcak bakıyor. Ancak özellikle büyük kentlerde yaşayan eğitimli kitle için aynı şeyleri söyleyemeyiz. Bir kere fazlasıyla hırslı ve iddialılar. İkincisi yaşam tarzları CHP seçmeniyle birebir aynı, tersten bakarsak Ak Parti ve Erdoğan’ın kafa yapısından nefret ediyorlar. Üçüncüsü de bağımsız Kürt devleti ideasını çok içselleştirmiş durumdalar. Dolayısıyla DEM seçmeninde Cumhur İttifakı’na mutlak katılım beklemiyorum. Ama katılacak kitle Erdoğan’a yetebilir veya yetebilirdi desek daha doğru olur.

  

Ak Parti tabanında da huzursuzluk var. %30-35 arası diyeceğimiz bu kitlede, fanatik Reisçi kitle azami %25’tir. Geri kalanlar sorguluyor ve DEM’le yapılacak bir ortaklığa mesafeli yaklaşıyorlar. Özellikle Karadeniz bölgesinde Erdoğan çok oy kaybedebilir. Erdoğan ve avanesinin iyice zıvanadan çıkan yaklaşımlarını başka gerekçelerle idare edenlerin, yani sınıra yakın yerde duranların oylarının rengi değişiyor. Son seçimlerde istemeye istemeye oy verenler, DEM koalisyonundan sonra kendilerini karşı cephede bulabilir.

Bütün bu anlattıklarım şu anki konjonktür üzerine mülahazalar. Çok fazla bilinmeyen var. Öyle olunca da her ihtimale açık bir karmaşa söz konusu.

İşin iç siyaseti ilgilendiren kısmı böyle. Ama doğrudan dış politikayla alakalı yanları da var. SDG, İsrail, ve Suriye de denklemin içerisine girince mevzunun yukarıda anlattığımız kadar basit olmadığını görebiliriz.

Şöyle bir soru soralım. Bağımsız Kürdistan hayali için 40-50 bin insan feda etmiş, belli oranda ilerleme kaydetmiş, kitlesel dalgayı arkasına almış, Suriye’de de facto bir devlet kurmuş bir hareketin, sadece Devlet Bahçeli istiyor diye bütün kazanımlarını bırakıp kendini lağvetmesi mümkün mü? Tabii ki değil. Pekala o zaman, ikinci soruyu soralım? PKK ve uzantılarına ne teklif edildi veya ne vaad edildi de Bahçeli’nin teklifi hüsn-ü kabul gördü? Şu şekilde itirazlar gelebilir. “PKK Türkiye sınırları içerisinde zaten sindirildi ve bitirilme noktasına geldi, Irak’ta da çember iyice daraltıldı, PKK zaten bitmek üzereydi.” Biz de cevaben şunu sorarız: “Zaten bitmiş, yolun sonuna gelmiş bir örgütle niye muhatap olunuyor? Çiz üstünü gitsin, değil mi?” Üstelik on binin üzerinde insanımızı katletmiş, bize yüz milyarlarca dolar maddi fatura ödetmiş bir yapılanma.

Hepimiz biliyoruz ki, PKK sadece Irak ve Türkiye’de değil, Suriye ve İran’da da kolları olan bir örgüt. Haydi diyelim İran’da çok güçlü değiller, ama Suriye’de 80.000 kişilik eğitimli bir ordusu olan, orta seviye savunma techizatı ve Fırat’ın doğusunda mutlak alan hakimiyeti bulunan SDG’yi nereye koyacaksınız? Bu kadar önemli bir kazanımlardan sırf Bahçeli ya da Erdoğan istiyor diye vaz mı geçecekler? Kürtlerin bağımsız devlet hayali kursaklarında mı kalacak? Kursak safhası çoktan geçildi, midede öğütülme tamamlandı, bağırsaklardan geçilip kana karıştı. Şimdi buradan geri dönüşü ayrılıkçı Kürtlere nasıl kabul ettireceksiniz? “Silahları bırakın” dediğinizde, “emrin olur başbuğ” mu diyecekler? İşte bu yüzden ilk sorumuz sonuna kadar baki: PKK ve uzantılarına ne teklif edildi veya ne vaad edildi de Bahçeli’nin teklifi hüsn-ü kabul gördü?

Bu sorunun cevabını arayacağız aramasına da, arka odalarda dönen pazarlıklar öylesine gizli ki, sadece ihtimaller üzerinden konuşabileceğiz. Mevzu Türkiye sınırlarını aşınca çok geniş bir perspektifi taramak zorunda da kalacağız.

Sonraki bölüm…

İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

Free counters!

Yorumlar

  1. Aşama aşama ihtimalleri eleyerek, sorularla bir çıkarıma varıyorsunuz. Lakin ben bütün ihtimalleri tam elediğinizi düşünmüyorum.

    Şöyleki: "Köşeye sıkışmış bir Pkk'ya neden teklif yapıldı?"

    Çünkü Kandildeki son teröristin kafasına da sıkılsa, Pkk olgusu ayrılıkçı Kürtler nezdinde bitecek değil. Bunu böyle bitirmenin siyasi, ekonomik pekçok sıkıntıları olacaktır. Bu işin devlet güçlü olduğunu gösterdikten sonra nihayetinde bir sulh yoluyla bitmesi gerekiyor.

    YanıtlaSil
  2. Diğer bir nokta, SDG'nin 80k lık birliklerinin doğru olduğunu farzedelim. Bunların ne kadarı Kürt ne kadarı Arap? Pkk K.Irak'tan SDG'ye ne kadar kaydırma yapmış olabilir? Kürtler Suriye demografisinde % kaça tekabül ediyor? Rakka ve Deirezzor'da ve hatta Haseke'de TR'ın harekatıyla eş zamanlı çıkacak bir isyan, SDG'den kopuşlar onu ne kadarlık bir alana geri çekilmeye zorlayacaktır?

    Sdg'nin kontrol ettiği bölgenin Esad dönemi şartları sebebiyle oluşmuş geçici bir durum olduğunun herkes farkında. Bu yapay durum sonsuza kadar devam edemez, Pkk da buna Irak'taki durumu kadar güvenenez.

    YanıtlaSil
  3. Erdoğan melek değil. Hataları da, günahları da olan biri. Hatta ekonomik duruma, topluma büyük tahribat veren faiz hamlesine siyasi sebeplerden ötürü değer miydi ölçemiyorum. Esad başta olurdu, ülke Batı yörüngesine girerdi, TR, Ukr-Rus savaşında tarafsızlığını sürdüremezdi vs. Ama hazmedemediğim belaltı vuruşları, bazen gerçeklikle taban tabana zıt demeçleri olsa da, Erdoğan'ın mutlak şeytan olarak tasvirine şiddetle karşıyım. Alternatif partilere bakıyorum. Dönüp tekrar bakıyorum. Ne vizyon, ne vaad ne de söylem olarak daha iyi hatta eşit durumda bile değiller.
    Bugün siyaset arenasından Akp ve Erdoğanı çekip alsak (mutlaka aktörlerin tavrı, söylemi değişecektir) ve muhalefeti ve seçmenini başbaşa bıraksak dış politika okuması (Afrika, Ortadoğu, Doğu Asya ile ilişkiler), dış baskılara karşı bağımsız duruş ve pazarlık edebilme kabiliyeti, enerji ve savunma sanayindeki gibi büyük, uzun vadeli düşünebilme yetilerini kaybedeceğiz. Bu partiler dağılmaya yüz tutmuş Akp seçmeninin kimliksel kaygılarını bile okumak, ona uygun söylem, politika geliştirmekte uzun yıllardır başarısız oldular.

    YanıtlaSil
  4. Hz Ömer (r.a.)'ın zaferlerin ondan bilinmesi sebebiyle Halid Bin Velid' (r.a.) görevden almasına benzer bir duyguyu, sorgulamayı zaman zaman yapıyorum Erdoğan hakkında. Ona bu kadar mecbur muyuz diye. Hatta siz de onun alternatiflerine hayat hakkı tanımadığından bahsetmiştiniz.

    Fakat şu sorunun cevabı yok.
    Sezar'ın hakkını Sezar'a veren, doğru yaptıkları için Erdoğan'ı destekleyip, devam ettireceğini vaad edip, yanlış yaptıkları için ona karşı çıkan, çözüm öneren, Akp seçmeninin kaygılarını, kimliğini savunan, İrancılığa veya makyavelizme kayan pragmatik kaygılarla Dem vs tabanına hoş görünmeye çalışmayan (Erdoğan'ın suçu da makyavelizm değil mi?) sabırlı, dürüst, ilkeli, çalışkan bir lider, figür gördü bu gözler de, hizipçilik, holiganlık mı yaptı?

    YanıtlaSil
  5. Son olarak SDG meselesinin artık Pkk meselesin olmaktan çıktığını düşünüyorum. İran'ın aradan çekilmesi ile Ortadoğuda TR ve israil başbaşa kaldı. Arap dünyasının sahipsiz olduğu düşünülürse bu büyük fırsatlar ile aniden alevlenebilecek büyük riskleri beraber barındırıyor. Ayrılıkçı Kürtler için de konu daha görünür biçimde TR veya İsraille müttefikliğe evrildi.

    Zaten geçtiğimiz ekimde Bahçelinin Apo çıkışı, İran'a yaklaşan israil müdahalesinin öngörülmesi sonucu İran'da ve bölgede ortaya çıkacak kargaşa ve boşluk ile ilgili bir önalma hamlesi olarak okundu bazı çevrelerce. Bunu iç politika, anayasa veya Erdopan iktidarının devamı için kirli bir taviz olarak okuyacaksak, son günlerde Akp ve Mhp üzerinden SDG'ye yönelen operasyon tehditlerini nasıl açıklayacağız?

    YanıtlaSil
  6. Pkk konusunu savaşla bitirmek istememenin bir diğer sebebi de, Türkiye'nin 16. yy daki anlamıyla olmasa da bir imparatorluk inşa etmek istemesi. Topraklar fethetmekten ziyade Ab, Abd gibi ekonomik, güvenlik, siyasi tabanlı bir devletler topluluğu inşası. Bu noktada Türkiye'nin Yunanistan'a tavrı Bulgaristanca nasıl izleniyorsa, Suriyelilere ve ayrılıkçı Kürtlere tavrı da milliyetçi Arap çevrelerde dikkatle izlendiği kanaatindeyim. Bu sorunun çözüm şekli, İsrail baskısı altındaki ortadoğuda Türkiye'nin ikna ediciliğini de etkileyecek

    YanıtlaSil
  7. Neden bilmiyorum ama 2 tip insan var. Tamamen karamsar ve tamamen iyimser. Karamsarlar ideolojiyi bir kenara bırakırsak gündelik hayatın zorlukları, şahsi algıları, daha yakın çevredeki olaylara odaklı. İktidarın pekçok söylemini sahte, yanıltıcı buluyor ama araştırmıyor da. Dünyayı da takip etmiyor. Yönetimde temel düzeyde (haklı) bir düzelme görmek istiyor. Mesela bir politikacının suç işleyen oğlunu ihbar etmesi, kendi partisini titiz biçimde denetlemesi. Mikro düzeyde cebine giren parada iyileşme.

    İyimserlerin bir dünya vizyonu var, büyük resmi görüyorlar ama küçük resmi, yakınındaki gündelik sorunları (bence bunlar da önemli ama suçlamaların aksine sebepleri tek bir parametreye indirgenemeyecek şeyler, kök nedeni anlamak entellektüel kapasite istiyor)

    Bu bağlamda okumalarınızı son yıllarda 1. gruba daha yakın görüyorum.

    YanıtlaSil
  8. Eğer olumlu okumaların bir wishful thinking olduğunu düşünüyorsanız, iyi bir tarih bilgisi ve tespit yeteneği olan, Oxford'da okuyan Sevan Nişanyan'ın oğlu Arsen Nişanyan'ın sıkı bir Akp'li gibi görünen şu sohbetine göz atmanızı rica edeceğim

    https://www.youtube.com/live/EsNKq8BsAqY?si=oGXAJX6WPMXkYptE

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.