Ortadoğu'da Meksika Açmazı (2)
Süreci geriden gelerek okumaya çalışalım:
Bahçeli, Öcalan'a örgütü lağvetmesi koşuluyla, "Umut
hakkı için başvurması ve TBMM'de DEM Parti Grup Toplantısı'nda konuşması"
çağrısı yaptı. (22 Ekim 2024)
İlk tepki CHP’den geldi: Özgür Özel “Türkiye'de bir daha
şehit gelmeyecekse, Kürt’ün de Türk’ün de anaları ağlamayacaksa bu sözlere
kıymet veriyoruz. Tam destek vereceğiz… Ben de el yükseltiyorum, Kürtlere
Türkiye Cumhuriyeti devletinin sahibi olmayı teklif ediyorum” açıklamasını yaptı.
Bu açıklamadan bir gün sonra; Tayyip Erdoğan,
"Türkiye'nin geleceğinde teröre yer olmadığını herkesin idrak etmesini
bekliyoruz. Cumhur İttifakı tarafından açılan tarihi fırsat penceresinin
kişisel hesaplara kurban edilmemesini ümit ediyoruz. Hep beraber terörün ve
şiddetin olmadığı bir Türkiye'yi inşa edelim istiyoruz" demeciyle süreci desteklediğini
vurguladı.
Aynı gün DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları
"Kürt sorununun çözüm yolu bellidir. Orta Doğu ve Türkiye'de barışın
muhatabı İmralı'da ağır tecrit altında bulunan sayın Abdullah Öcalan'dır.
Çözümün yolu TBMM'dir. Biz inisiyatif almaya hazırız. Bir başlangıç olarak
tecrit kaldırılsın" diyerek partisinin yaklaşımını bildirdi.
Gördüğünüz üzere herkes hazırlıklıydı, Türkiye’nin kaderini
doğrudan etkileyecek böylesi bir manevraya çok hızlı ve sağlam bir destek verilmişti.
Özellikle Özgür Özel’in verdiği tüyo ilginçti. Kürtlere yeni senaryoda “yönetilen”
değil, “partner” pozisyonu hazırlandığını görebiliyoruz. Tüm bu
açıklamalardan anlıyoruz ki, devlet bir plan dahilinde yeni bir proje hayata
geçiriyor ve projenin paydaşlarını haberdar etmiş, dahası ikna edip anlaşmış.
Sonraki günlerde gazeteci Levent Gültekin istihbarattaki bağlantılarından aldığı ve “kesin” şerhi düştüğü bir bilgiyi mealen şöyle paylaşmıştı: “MİT içerisinde MHP iltisaklı grup bir proje geliştirmiş; Türkiye’de PKK bitsin, bunun karşılığında Suriye’deki Kürt devletine olur verelim. Bahçeli’nin teklifi bu çerçevede piyasaya sürülmüş. Ancak Erdoğan Kürt devletine karşı çıkmış.”
Aynı dönemde Bahçeli’nin çıkışını Ak Partili üst düzey
isimlerin bile bilmediğini söyleyenler olmuştu. Yani, sanki Erdoğan ve Ak Parti’nin
gıyabında bu plan devreye sokulmuş gibiydi. Şayet Bahçeli bu çıkışı Erdoğan ve
derin devlet unsurlarıyla istişare etmeden kendi inisiyatifiyle almışsa ve
Erdoğan da buna ram olmuşsa “vay halimize” dememiz gerekmiyor mu? Bu durumda koca
CB, asrın lideri Erdoğan adeta vitrin mankeni, Bahçeli de ülkeyi yöneten,
yönlendiren asıl karekter görüntüsü çiziyor. Zira Erdoğan, Bahçeli’nin
çıkışından bir gün sonra sürece destek açıklaması yaptı. Yani Bahçeli önüne
yemek koydu, Erdoğan da afiyetle yemek zorunda kaldı. Üstelik sofraya CHP ve
DEM’i de davet etti, onlar da icabet etti. Bu senaryonun olma ihtimali sıfıra
yakın
İlk bölümde vurguladığım Erdoğan’ın iktidarda kalma arzusunu
düşününce, bu sürecin Erdoğan’ın bilgisi dışında, metazori dayatılması hiç
mantıklı gelmiyor. Bilakis Ak Parti’nin üst düzey isimlerinin bu plandan
bihaber olması, planın ne kadar gizli olduğunu ve uluslararası birtakım
uzantılarının bulunduğunu gösterebilir. Fakat diğer yandan böylesi kritik ve
halkta infial uyandıracak bir kararı ilan etmeden önce kamuoyunun yumuşatılması
ve medya üzerinden yapılacak algı yönetimi süreciyle, toplumun hazırlanması
gerekmez miydi? Buna da şöyle bir yanıt getirilebilir; “Gelişmeler o kadar hızlıydı
ki, mecburen iğneyi damardan vurdular.”
Biraz geriye gidelim, Bahçeli’nin çıkışından 20 gün önce
Erdoğan İsrail’in gelecekteki hedefinin Türkiye olduğunu açıklamış, hemen ardından
da Özgür Özel, Meclis’in bu konuda bilgilendirilmesi gerektiğini ifade etmişti.
Zaten beklenen oldu ve TBMM “İsrail Tehdidi” başlıklı bir kapalı oturumla
toplandı. Bu toplantıdan çok önce pazarlıklar yapılmış ve kararlar alınmıştı.
Toplantı bir bakıma kararların karşılıklı deklerasyonu ve imzasının atılması
buluşmasıydı.
Fitili kim ateşlemiş olursa olsun nihayetinde “İkinci Çözüm
Süreci” diye adlandırabileceğimiz bir yolculuğa çıkmış olduk. İlk çözüm süreci
PKK’yı bitirmek üzere yola çıkılan, ancak tam tersine PKK’yı büyüten, tabanda
güçlendiren, bölgede ayrılıkçı olmayan vatandaşlarımıza kan kusturan ve on binlerce
insanın Batı’ya göçmesine neden olarak bölgenin demografik yapısını iyiden
iyiye bozan bir hüsranla sonuçlanmıştı. Eski mevzilerin tekrar kazanılması için
özel harekattan yüzlerce şehit vermemiz de cabası. Doğal olarak herkesin
aklında, “Bizimkiler tekrar ketenpereye mi gelecek?” sorusu var.
Aynı gün gözlerden kaçan bir gelişme oldu. Irak Hükümeti ve
IKBY ile yapılan güvenlik görüşmeleri sonrasında PKK’nın Irak içerisinde sınır
bölgelerle olan lojistik bağlantısı kesildi ve Irak iç siyasetinden PKK’lılar
tasfiye edilme kararı alındı. Nitekim iki hafta sonra Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi, PKK’nın bürosunu kapattı, çalışanlar ve üyeler sınırdışı edildi. Dahası
Suriye’ye geçiş yolları kesilerek, örgüt Irak’ın Güney sınırına çekilmek
zorunda bırakıldı.
Bahçeli’nin çıkışından dört gün sonra SDG’den ses geldi.
Örgüt elebaşı Mazlum Abdi ana başlıklarla şu açıklamaları yaptı. “Ankara'da
yaşananlarla bizim hiçbir ilgimiz yok. Türkiye ve bölgede herhangi bir faaliyet
yürütmüyoruz. Türk devleti yaşam kaynaklarına saldırıyor. Saldırılar devam
ederse karşılığı artıracağız. Halkımız mücadelesini yükseltsin. Rusya ve ABD
koalisyonunun tepkileri zayıf.” Yani biz olayın içinde değiliz ve Türkiye-Apo
anlaşması bizi bağlamaz deniyordu.
Bahçeli’nin açıklamasından iki hafta sonra da Trump yeni ABD
Başkanı seçildi. Trump’ın uluslararası siyasete yaklaşımı Demokratlardan çok farklıydı
ve Erdoğan’ın Trump’la diyaloğu çok iyiydi. Trump göreve henüz başlamasa da artık
söylediklerinin ağırlığı Biden’ınkinden çok daha fazlaydı. Yeni kapılar
açılabilirdi.
Bu açıklamadan yaklaşık bir ay sonra Suriye’de devrim oldu. Hazır
süpürmeye başlamışken HTŞ’nin SDG’ye de saldıracağı bekleniyordu, ama ne
olduysa bir türlü operasyon safhasına geçilemedi. Ha bugün ha yarın derken Devrim’in
üzerinden 10 ay geçti.
Erdoğan’ın iktidarda kalma kaygısı ve PKK yanlılarının Kürt
devleti tutkularını belirttik. Bu ikisini bir çuvala sığdırmak hayli güç.
Erdoğan’ın yeni çözüm süreci çerçevesinde kullandığı “Türk,
Kürt, Arap” etnik göndermeleri neye tekabül ediyor? Eskiden Türk, Kürt, Laz,
Çerkez, Boşnak vs etnik kimliklere yapılırken şimdi sadece üç kimliğe vurgu
yapılması ve daha önceden fazla dillendirilmeyen Arap kimliğinin başat
kalemlerden biri olarak anılması uzun vadeli planlar için yatırım şeklinde okunabilir.
Türkiye’deki Arap sayısı (sığınmacıları saymazsak) 1 milyon bile değildi. 250
bin civarı Suriyeliye verilenlerle vatandaşlıklarla beraber bir milyonu biraz
aştı. Üstelik Arap vatandaşlarımızın ayrılıkçı veya özel haklar iddia eden bir
tutumu yok. Bırakın örgütsel bir yapıyı, böyle şeyler talep eden STK’ları bile
yok.
Erdoğan “Tarih; Türk, Kürt ve Arap bir ve beraber
olduğumuzda, birbirimizi Allah için sevdiğimizde, ortak hedeflere doğru hep
birlikte yürüdüğümüzde içeride ve dışarıda hangi başarılara imza attığımızın
sayısız örnekleriyle doludur.” derken Suriye-Türkiye entegrasyonu sonucunda
ortaya çıkacak tabloda demografide, ana omurgayı temsil edecek üç etnisiteye
mesaj vermektedir. Ardından Bahçeli’nin yaptığı “cumhurbaşkanı
yardımcılarından biri Kürt, diğeri Alevi olsun” açıklamasıyla fotoğrafın eksik
parçası tamamlanmıştır. Gördüğüm kadarıyla Türkiye ulus devlet kimliğinden
yavaş yavaş emperyal devlet yapısına geçiş yapma hazırlığında.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.