Erdoğan’ın Ekonomideki Çelişkiler Zinciri


Etyen Mahçupyan 3 Aralık 2021 tarihinde bir yazı yayınlayarak Erdoğan üzerinden ekonomi ve siyaset analizleri yapmış. Zeki ve kalemi güçlü bir isim olduğundan açıklamaları ilk bakışta ikna edici gibi duruyor. Ancak arkasını önünü iyi irdelediğimizde çok şeyi gözden kaçırdığını görebiliriz.

Entelektüellerimizin en büyük açmazı bu; kendi steril ortamlarından halk üzerine değerlendirmeler yapmaları. Hem sosyolojik, hem psikolojik kodlara vakıf değiller. Bunlar zayıf olunca, ekonomi ve siyasetin duayeni de olsanız yorumlarınız yanlış değerlendirmelere kapı açacaktır.

Mahçupyan devletin daha doğrusu iktidarın farklı unsurlardan müteşekkil bir koalisyon olduğunu, Erdoğan’ın bu iktidarın siyasi ayağındaki aktörü olduğunu belirtmiş. Ayrıca son dönemdeki ekonomik politikaların planlı bir projenin parçası olduğunu, Erdoğan’ın zora giren sonraki seçimleri bu operasyonla aşmaya çalıştığını ifade etmiş. İlk açıklamaya katılıyorum. Ancak ikincisi ile alakalı şerhlerim var.


Son birkaç hafta içerisinde iktidar kanadından gelen “Milli ekonomik politika” söylemleri Mahçupyan’ı bu şekilde düşündürmüş olmalı. Erdoğan’ın gelecek üzerine satmak istediği bu hayalle, bağımsız bir Türkiye hayali kuran insanları konsolide etmek istediğini düşünüyor ve doğru bir tespitle bu hayali taşıyan insan kitlesinin Cumhur İttifakı’ının oy oranından yüksek olduğunu not düşüyor (Ne de olsa hepimiz Osmanlı torunuyuz).

Ben Erdoğan’ın bugüne kadar iktidara gelme ve iktidarda kalma adına uzun vadeli programlar yerine oldukça pragmatik ve konjonktürel tercihlerde bulunduğunu düşünüyorum. Erdoğan’ın uzun vadeli tek programı var; iktidarda mümkün olduğunca kalarak kendi ideasına ulaşmak yolunda önüne çıkan küçük adımları atmak. Yani ideal mi, iktidar mı seçeneğine zorlandığında tercihini hep iktidardan yana yaptı; son ekonomik hamlesi hariç. Şimdi diyalektik mantık çerçevesinde hipotezlerimi de kanıtlayacağım.

Erdoğan’ın iktidara gelirken ve geldikten sonraki uygulamalarına bir göz atmakta fayda var. ABD ve AB’nin, yani Batı’nın gönlünü yaparak ve olurunu ve desteğini alarak iktidara geldi. Batı için de ideal bir adaydı. Türk toplumuna solcu veya liberal bir liderin yaptırmayacağı pek çok şeyi tatlı tatlı yedirebilirdi ve nitekim öyle de oldu. Ancak Erdoğan’ın da bir gizli ajandası vardı ve o da arkadan Cumhuriyet baronlarının asla kabul etmeyecekleri pek çok uygulamayı yavaş yavaş hayata geçiriyordu. En büyük şansı da Batılı baronların, en azından o dönemlerde Cumhuriyet baronlarıyla zıt satıhlarda yer almasıydı.

Erdoğan makro ölçekli düşünebilen bir lider değildi. Şimdilerde kendisini geliştirdiyse de bu zafiyeti sık sık tezahür edebiliyor. Mesela Meclis’ten geçmesi için tüm gücüyle uğraştığı, hatta geceleri kabuslar görüp kan ter içinde uyandığı tezkerenin Türkiye’yi bölecek bir proje olduğunu öngöremeyecek bir lider. Kıbrıs’ı da teslim etmişti örneğin, ama neyse ki Rum tarafı ayağına gelen bu tarihi fırsatı hamasi bir refleks göstererek kullanamamıştı.

Erdoğan iç rejim baskılarına direnmek adına dış güçlerle birlikte hareket ediyordu ve ABD’nin vekalet gücü olan Fethullahçı yapılanmadan da fazlasıyla destek alıyordu. Cumhuriyet baronlarından kopardığı her taviz sonrası, vites arttırmayı ihmal etmeyen Erdoğan’ın, bir taraftan da eli güçlenen Batı taşeronu yeni kadroyu (Fetö bürokrat ve askerlerini) kontrol edebilmek gibi bir derdi mevcuttu. 2013-2016 arası bu flu dönemden gerek kendi şahsi kabiliyetleri, gerekse şansı sayesinde ayakta kalarak çıkmayı başardı.


Hani derler ya insanın en zayıf olduğu an en büyük zaferleri kazandığı andır diye. Erdoğan da 15 Temmuz darbe girişimini atlatarak Batı’nın kendi oyun alanındaki operasyonlarını boşa çıkarmıştı. Dahası, kendisini bir türlü kabullenemeyen Cumhuriyet baronlarının teveccühünü kazanmış ve siyasi kariyeri boyunca ilk kez ülke içi iktidarında meşruiyet bulmuştu. Artık en azından kendi bahçesinde rahat rahat dolaşabilirdi. İşte bu rehavet Erdoğan’a bugün büyük hatalar yaptırıyor. Diğer yandan uluslararası mecrada büyük bir meşruiyet problemi yaşıyor ve bu yüzden uluslararası politikada gayet aklı başında hamleler yapabiliyor.

Şimdi artık “milli ekonomi politikası” diye pazarlanan son iktisadi operasyonlara göz atabiliriz.

Ali Babacan Ak Parti’nin ilk dönemlerindeki ekonomi patronu olduğundan o dönemlere sık sık göndermelerde bulunarak kendisine paye çıkarmaya çalışırken, Erdoğan “sen de kimsin, direksiyonda ben olmasam ne yapabilirdin ki” mealindeki açıklamalarla o dönemki ekonomik başarılara(!) sahip çıkmaya çalışıyor. Buradan şunu anlıyoruz; Ak Parti’nin ilk iki dönemindeki iktisadi uygulamalarını her ikisi de başarılı buluyor. Halbuki başımıza şu dönemde gelen ekonomik belaların ana sebebi o dönemki ekonomik tercihler. Her ikisi de merd-i kıpti misali hatalarını şecaat olarak arzediyorlar. İşin komiği bunun hata olduğunu ben söylemiyorum, kendileri söylüyor. Erdoğan’ın şimdilerde o dönemdeki yüksek faiz uygulamalarına veryansın edişi, hakeza Babacan’ın gerek görevi bırakırken gerek şimdilerde ekonomik kalkınma modeli olarak katma değerli üretimi savunması bunun en açık ispatıdır.

Peki o dönemlerin iktisat uygulamaları bu denli garabetken neden her ikisi de bu dönemi sahiplenmek istiyor. Çünkü gelecekten borç alarak oluşturdukları sahte refah seviyesi seçmenin zihninde tatlı bir rüya gibi gülümsüyor. Yani kısaca ekonominin Lale Devri, o dönemin keyfini yaşayanlar için hala itibarlı bir dönem de ondan. O dönem sayesinde Erdoğan oylarını sürekli arttırmış, iktidarını berkitmiş, Babacan da yine o dönem sayesinde ekonominin efsane prensi olarak halk nezdine prestij kesbetmişti.

Erdoğan’ın Yiğit Bulut etkisiyle zihninin arka bahçesinde saklı tuttuğu faiz nefretine dayanak bulması ve bu çerçevede son dönem geliştirdiği düşük faiz takıntılı politikaları şimdilerde “milli ekonomik politika” diye allanıp pullanıp piyasaya sürülüyor. Mahçupyan Erdoğan’ın bu söylemlerle yeni bir hayal satacağını, muhalefetin gelen anket sonuçlarını baz alarak fazlasıyla yükselen umutlarını gerçekçi bulmadığını dile getirmiş. Buna itirazlarım var, ama önce plansız programsız bir şekilde girilen bu yolda sanki ekonomik stratejik derin bir arka plan varmış gibi yedirilmeye çalışan “milli ekonomik politika”nın çelişkilerine bir göz atalım.

Ekonomiden anlamayan yeni ekonomi bakanımız Nurettin Nebati, aynen Berat Albayrak’ın hazırladığı gibi birkaç saat içerisinde hazırlanabilecek akış tablolarıyla “milli ekonomik politika”yı anlatmış: Düşük faiz, yüksek üretim, yüksek istihdam, yüksek ihracat, düşük ithalat, düşük dış borç.


Nebati düşük faizle başlamış, çünkü anahtar kelime o. Erdoğan’ın takıntılı olduğu ve asla geri adım atmayacağı bir kavram. Mesela “düşük faiz”den hemen sonra “yüksek kur”gibi ara bir kalem var. Bundan hiç bahsedilmemiş. Yine yüksek ihracatın düşük ithalatı getireceği öngörülmüş ki külliyen yanlış. Bu politikayla ihracat daha hızlı geliştiği için ithalatı geçebilir, ama ithalat düşmez, çünkü ihraç kalemlerimiz ithal ürünlere bağlı. İthalatı düşürecek şey, yüksek kur sebebiyle lüks ithal ürünlerde olabilecek azalmadır. Ama “yüksek kur” buraya yazılmamış ne hikmetse.

Diyelim ki bütün bunlar oldu ve son senelerde fakirleşen milletimiz tekrar ekonomik olarak toparladı. Vatandaş tekrar lüks ithal ürünlere yönelmeyecek mi sanıyorsunuz? Bu da ithalatı yükseltip tekrar dış borcu büyütmeyecek mi? Döndük mü başa. Bunu kısır döngüden çıkmanın tek yolu katma değeri yüksek ürün üretebilmek ve bu ekonomide başlı başına yapısal bir sorun. Bunu başka bir yazıya saklayalım.

Diyelim ki Nebati’nin belirttiği gibi yeni “milli ekonomik model”imiz sistemli, ince düşünülmüş, dahiyane bir iktisadi program. O zaman şu sorulara cevap isteme hakkımız var.

1)     Madem düşük faiz - yüksek kurun kurtarıcı olduğunu düşünüyorsunuz, neden 15 yıl bu yöntemi kullanmadınız. Ya da Erdoğan yüksek faiz – düşük kur politikaları uyguladığı dönemi neden övüne övüne anlatıyor? O dönem için “Allah affetsin, kandırıldık” demeyi neden tercih etmiyor? Kendisinin kandırılmasına alışığız, yine mazur görebilirdik.

2)     Madem yüksek kurun bu kadar getirisi var, kuru baskılamak için ülkenin döviz rezervlerini neden cayır cayır yaktınız?

3)     Madem yüksek kura geçecektiniz neden vatandaşa “dövizinizi bozup TL’ye geçin” diye aylarca propaganda yaptınız?

4)     Erdoğan’ın dahiyene “Faiz sonuç değil sebeptir” ilkesi mucibince, faiz aşağı çekildiği halde TÜİK’in tüm karartmalarına rağmen enflasyonun bu kadar yüksek çıkmasını nasıl açıklayacaksınız?

Görüldüğü üzere, hiçbir hesabı kitabı olmayan, sadece faiz takıntısı üzerine bina edilmiş bir sistem. Erdoğan’ın faiz konusundaki dini hassasiyetleri bir müslüman olarak hoşuma gitmiyor değil. Ama devlet işleri romantizm kaldırmaz. Nasıl Çin Uygur müslümanlarını doğrarken romantik salvolarla Çin’e saldırmayıp üç maymunu oynuyorsan, faiz meselesinde de rasyonel bir tutum sergilemen gerekmez mi?

Erdoğan ve etrafındakilerin altı ay içerisinde bu modelin sonuçlarını alacaklarına dair beklentileri ve bu minvalde açıklamaları da fazlasıyla komik. Bakalım. 2021 başında 314 dolar olan asgari ücretin halkı ezmemesi için en az bu seviyede tutulması lazım. Yani yeni yılda asgari ücretin 4.400 TL olması gerekiyor. Biraz daha geriye gidersek ve Erdoğan’ın CB olduğu 2018 senesini baz alırsak 424 dolar olan asgari ücret seviyesini yakalamak için asgari ücretin 5.900 TL olması gerekiyor. Diyelim ki asgari ücret 4.400 TL yapıldı. Geçen sene içinde yaşanan ekonomik sıkıntıları millet unutur mu sanıyorsunuz? Asgari ücretteki bu artış enflasyonu körüklemez mi peki? Elbette körükler. Yükseldiği varsayılan alım gücü tekrar aşağı düşer. Bu içinden çıkılması hayli güç olan bir sarmal. Seçimlere 1,5 yıl kalmışken böyle riskli bir yöntemi akıllı bir siyasetçi asla yapmaz. Erdoğan gibi bir siyasi deha nasıl böyle açığa düşüyor sizce? Burada alkışlarımız Yiğit Bulut’a gidiyor…


Erdoğan en başından beri delikanlı gibi çıkıp “biz ihracat ve istihdam endeksli yeni bir iktisadi hamle yapacağız, doğal olarak halkımız belli bir dönem için biraz kemer sıksın, sabretsin” deseydi destekçileri bu ekonomik çöküşü belki göğüsleyebilirdi. Ama tam anlamıyla enayi yerine konulmuş durumdayız. Diğer taraftan Erdoğan’ın etrafındaki halkaların Karun gibi zenginleşmesine tanık oluyoruz. Şu anda hepsinin paralarının bankalarda TL değil, döviz cinsinden işlem gördüğünü -moda tabiriyle- ispat edemem ama yemin edebilirim.

Mahçupyan Erdoğan’ın bu hayali satarak toparlayabileceğini düşünüyor. Evet, Erdoğan seçmeninin bir kısmı ne versen yutacak cinsten mankurt kitle. Ancak özellikle orta sınıf, nispeten daha eğitimli, olaylara eleştirel yaklaşabilen muhafazakar bir kitle var. Bunlar bu zokayı yutmayacak kadar uyanık. Pek çoğu işinde gücünde, Ak Parti iktidarının nimetlerinden her vatandaşın yararlandığı kadar yararlanmış bu kitle için Ak Parti artık “kokmuş tuz” kadrajına girdi. Ekonomi toparlansa bile kışı geçirip yediği ayazı unutmayacak kurt misali bir kitle bu. Etyen bey Türkiye’deki seçmenin unutkanlığına güveniyorsa yanılıyor. Etrafımız, bu zorlu günlerin sürekli hatırlatmasını yaptırabilecek görgüsüz, kibirli, konfor içinde yüzen Ak Parti yandaşlarıyla dolu.

 Mazlumların duasıyla yükselen bir hareket olarak Ak Parti’yi yine mazlumların “ah”ı götürecek. Ama bu mazlumlar, eski mazlumlar olmayacak. Ak Parti’nin populist politikalarıyla maddi olarak beslenen, şimdilerde mazlumluktan çok lümpenlikle boy gösteren kitlenin artık Allahualem ne duası, ne de bedduası işe yarar. Gerçek mazlumlar edebiyle, namusuyla çalışan ve buna ragmen fakirleşen muhafazakar ve onurlu kitlenin ta kendisi. Bunların sayısı az olabilir, ama “ah”ı gayet güçlü olacak. Kaldı ki demografik değişimden dolayı Erdoğan her sene doğal bir oy kaybı yaşıyor. Kültür endüstrisinin metası olmuş bu gençlerin hali de bizzat Erdoğan’ın ufuksuzluğunun bir sonucu.

Manidar bir alegoriyle bitirelim...

Oyuna gelen Erdoğan iktidardan düşer. Yiğit Bulut seküler tayfadaki bağlantılarını kullanarak soluğu yeni muktedirlerin odasında alır. Birden vaveyla kopar:

-        Senin burda ne işin var, utanmaz dönek?

Yiğit Bulut istifini bozmadan koltuğa oturur, devasa göbeğini sehpaya koyar, viskisinden sakince yudumladıktan sonra:

-        Bre ahmaklar! Sizin gibi beceriksizlere kalsa 50 sene daha Erdoğan’ı deviremeyecektiniz. Ben içeri sızdım, “Faiz sonuç değil sebeptir” ilkesini Erdoğan’a yedirdim ve o günden sonra da yavaş yavaş erittim.

Ortalık bir anda buz keser. Kısa bir sessizlikten sonra çılgınca bir alkış kopar ve Yiğit Bulut kendisine gösterilen yeni tahtına doğru mağrur adımlarla yürür. Sahne perdeleri inerken arkalardan acı bir nida yükselir: “ALDATILDIM ey halkım”.

-------

Not 1: Fırsat bulursanız, 3 sene önce kaleme aldığım ve bugünleri anlatan "İkinci Davutoğlu Vakası Kapıda" yazıma bir göz atabilirsiniz.

Not 2: Yine fırsat bulursanız 4 bölümlük "Ak Parti'nin Ekonomi Politikları" başlıklı yazımı okuyabilirsiniz.

-------


Yorumlar

  1. Ziya Abi, Tayyip Erdoğan'ın faiz konusundaki dini hassasiyetlerinden dolayı faizi düşük tuttuğu fikrine katılmıyorum.

    Yukarıda paylaştığın grafikte "Düşük Faiz -> Yüksek Üretim" ilişkisinden kasıt, düşük faiz sayesinde şirketlerin daha fazla kredi alarak yatırım yapmalarını teşvik etmek. Dolayısıyla buradaki maksat insanların daha fazla "faizli" kredi kullanmasını sağlamak. İnsanların daha fazla faizli kredi kullanması İslami açıdan daha fazla günaha girmesi anlamına gelir. Dolayısıyla, bu politika, İslam'ın faiz yasağıyla çelişen bir politika.

    Tahmin ediyorum, senin de etrafında, ucuz kredi alıp araba veya dolar alıp, bunların rantıyla kredi borcunu ödeyen insanlar bulunuyordur. Artık çok aşikar bir hale geldi bu durum. Cumhurbaşkanının bunları görmüyor olması mümkün değil. Dolayısıyla çevresindekiler tarafından yanlış yönlendiriliyor da olamaz.

    Bu politika, rantçı zenginlere yönelik bir servet transferi politikası. Erdoğan'ın ve hükümetin bu politikayı dini gerekçelerle halka benimsetmeye çalışması kasıtlı bir aldatmaca. Erdoğan ve hükümeti olan bitenin aslını çok iyi biliyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Düzeltme: "Tahmin ediyorum, senin de etrafında"
      -> "Hepimizin çevresinde, ucuz kredi alıp araba veya dolar alıp, bunların rantıyla kredi borcunu ödeyen insanlar var."

      Sil
    2. Dün akşam (20 Aralık 2021) Cumhurbaşkanı, "TL mevduat kazancı dövizin altında kalırsa aradaki farkın devlet tarafından karşılanacağı" garantisini verdi. Bu yeni politikadan da CB'nin faizle ilgili dini hassasiyetinin olmadığını görebiliriz:

      - Bu politika insanları daha fazla mevduat faizine yönlendirecektir.
      - "Faiz" kelimesi yerine "mevduat kazancı" ifadesi kullanılmakla yine bir kandırmaca yapılıyor.

      Sil
    3. Yazilarinizda
      Erdogan´i kücümseme hatta gicik olma var

      Sil
    4. Şu anda Erdoğan'ın tarz-ı siyasetinden rahatsızım. Dahası her yaptığını alkışlayanlardan daha çok rahatsızım.

      Sil

Yorum Gönder

Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.