Ak Parti’nin Ekonomi Politikaları (1)

Son günlerde Merkez Bankası üzerinden gerçekleşen operasyonlarla Türk ekonomisi çalkantılı günler geçiriyor. Bu yazıda herkesin anlayabileceği bir dille geçmişi ve bugünüyle Ak Parti ekonomi politikalarını mercek altına alacağız.

Ekonomist değilim, üniversitede aldığım iki ekonomi dersi hariç bu konuda bir müktesebat yüklenmedim. İş dünyasındaki tecrübelerim ve temel ekonomi bilgimle analiz yapacağımdan herkes rahatlıkla anlayacak, emin olun.

Ekonominin makro iktisat ve mikro iktisat şeklinde iki ana kalemi bulunur. Mikro iktisat zordur, anlaması da anlatması da. Neyse ki bu yazıda sadece büyük ölçekli küresel piyasa ve devlet politikalarını ele alan makro iktisadı ele alacağız.



Bir ülke ürettiğinden fazla tüketirse, ya da sattığından fazla satın alırsa –ki ülkemiz son üç asırdır böyle yaşıyor- cari açıkla yüzleşir. Mesela 10 dolarlık mal satan bir ülke şayet 15 dolarlık mal ithal ediyorsa, aradaki 5 doları bir şekilde bulmak zorundadır. Şayet para biriminiz dolar değilse bu parayı bulmanın sadece birkaç yolu var. Birincisi borç almak. Zaten bunu yıllarca yaptık ve hala yapıyoruz. Ancak borç almanın önemli dezavantajları mevcut. Bir kere kimse babasının hayrına borç vermiyor. En masumu faiz talep ediyor. Çok sıkışılan durumlarda karşınıza milli çıkarlardan taviz vermenizi isteyen ülke ya da küresel yapılar çıkıyor. Normal zamanda asla kabul etmeyeceğiniz şartları, borcu döndüremez hale gelince mecburen kabul ediyorsunuz. Bu yüzden borç almak en kolay ama faturası en ağır yöntem. Osmanlı’nın da Türkiye’nin de bu tür acı tecrübeleri oldu, hepiniz bilirsiniz.

Malumunuz döviz girdisi için bir yöntem de turizm gelirleridir. Turizm için de temel şart ülkede anarşi olmaması. Can güvenliği olmayan bir yere kimse zorunlu kalmadıkça gitmez. Haddizatında istikrarsız veya güvenlik sorunu bulunan bir ülkeye bırakın turisti borç para bile girmez. Bundan sonra sayacağım şıklarda da hep güvenli, istikrarlı ve huzurlu bir ülke olmanız gerekir.


Cari açığı kapatmak için gereken dövizi bulmanın üçüncü şekli ülkenin mal varlıklarını yabancılara satmak. Bunun da iki veçhesi var. İlki gelir getirecek şirket veya kurumları satmak. Karsız veya batık kurumları kimse almayacağından, mecburen gelir getiren kurumları satarsınız. Kısa vadede gelen sıcak para derdinize o an derman olur, ama uzun vadede o kurumdan elde edeceğiniz gelirden de olmuş olursunuz. Ülkenizdeki bir şirketin yabancı bir sermayedar tarafından yönlendirilmesi de ayrı bir risk taşır. Normal şartlarda bir sıkıntı yoktur, ama stratejik bir anda bu tür şirketlerle bazı manipülasyonlar gerçekleştirilebilir. Yani bu da çok sevimli bir para bulma yolu değil.

Mal varlığı satmanın makul ve mantıklı olanı gayrimenkul satmaktır. Bu türden satışlarda ülkenizin değeri artar, cazibesi yükselir. Ancak bunun da bir riski mevcut. Şayet gayrimenkul satışında belli miktarı aşarsanız ülkenin demografisini bozabilirsiniz. Yani ülkede yaşayan yabancı uyrukluların oranını fazla yükseltmemeniz gerekiyor. Henüz o oranlardan çok uzağız, ayrıca devletin bu konuda hassas limitlerle mevzuyu takip ettiğini biliyoruz. Türkiye’nin bu konudaki milli fobisinin son dönemlerde kırılmasıyla bu alanda ciddi satışlar yapıldı. Bu arada tarım arazileri de gayrimenkul olarak anılır. Ama bu arazileri gelir getirdiği için bir önceki şirket satışı kategorisinde görmek gerek. Yani tarım arazisi satmak da kötü bir tercihtir. Neyse ki devletimizin tarım arazisi satmak gibi kurumsal bir çalışması yok.

Dördüncü yöntemimiz kara para girişi. Yurt dışında gayrimeşru yollarla kazandıkları ve bu yüzden sisteme sokamadıkları paraları meşru hale getirmek isteyen şahıslar mevcuttur. Çünkü sistem dışı parayı harcayamazsınız, anlamsızlaşır. Bu işi milli meslek haline getirmiş başta İsviçre gibi irili ufaklı ülkeler var. Onlara küresel patronlar cevaz vermiş, hatta bizzat onların gözetiminde bu işi çeviriyorlar. Türkiye gibi ülkeler bu işleri ancak cüz’i miktarda ve çok tedbirli yapabilirler. Devlet parayı meşru hale getirirken komisyon alır ve bir miktar da ülke içi yatırım şartı koyar. Mesela İran’a döviz tedarik ederken Halk Bankası’nın yaptığı da yaklaşık bu kategoriye girer.

Beşinci yöntem bazı ülkelerin savunma ihtiyaçlarına yardımcı olma karşılığı tahsil edilen dövizdir. Katar ve Libya’nın güvenliği için yaptığımız hamleler ve bunların karşılığında aldığımız yüklü paralar böyle paralardır. Kimi zaman doğrudan para alırsınız. Kimi zaman mal alım tercihlerinde size yönelip ihracatınızı büyütürler.

Döviz girdisi için var olan yöntemleri kabaca sıraladım. İrili ufaklı bu yöntemleri kullanarak döviz açığınızı kapatamazsanız, son yöntem olarak sıcak para girişini sağlamak için faiz ödemeleri yapmayı taahhüd ederek devlet tahvili satar ülkeyi sermayedarlar için cazip hale getirirsiniz. Ekonomi yönetiminin en tartışmalı kısmı finans yönetimi dediğimiz bu mecrada dönüyor. İşte Merkez Bankası üzerinde yapılan müdahaleler de tam bu yüzden önem kazanıyor.

Bir not düşelim. Devlet tahvili, bonosu satmak da bir borçlanma yöntemidir. Ama IMF veya Dünya Bankası’ndan borç aldığınızda karşınızdaki kurumlar size alacağını garanti altına almak için bazı şartlar sunar. Bunların bir kısmı ülke ekonomisini toparlamak adına faydalı olsa da bir bölümünün siyasi hedefleri bulunur. İşte nispeten küçük ve çeşitlilik arz eden yatırımcılardan borç almanın böyle bir avantajı vardır. Size siyasi veya sosyal yaptırımlarla gelmezler, tek amaçları para kazanmaktır. Ayrıca borçlarını garantiye almak gibi lüksleri yoktur, devletin verdiği güvenceyle yetinirler.

Yabancı sermayedarların borsaya açılı şirketler üzerinden yaptıkları alımlar, normalde şirket satışı gibi görünse şirket sahibi olmadıklarından ve dahi ellerindeki hisseleri çok hızlı satabildiklerinden ikinci yöntem olarak sıraladığımız mal satışından daha çok son yöntem olarak saydığımız faizle borçlanmaya benzer. Dolayısıyla faiz oranlarıyla ilintilidir.

Konuyu kabataslak özetledik. Artık Ak Parti’nin önce finans yönetimine, ardından da genel olarak ekonomi politikalarına göz atabiliriz.

    Yorumlar

    Yorum Gönder

    Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.