Küçük Enver’in Büyük Rüyası (IX)
Los
Pelicanos*
Parti içinde kendi ekibiyle yalnız kalan Davutoğlu,
iktidar yanlısı medya desteğini fazlasıyla arkasında hissediyordu. Kol kırılsa
da yen içinde kalmalıydı, zira seçimler yaklaşmıştı. 7 Haziran’da alınan %
41’lik oy oranı başarısızlık olarak yorumlandı. Çünkü Ak Parti tarihinde ilk kez
mecliste tek başına iktidar olacak kadar milletvekili çıkaramamıştı. Parti
içerisinde, bir önceki seçime göre % 9’luk oy kaybının faturasını Hoca’ya
kesmeye çalışanlar vardı. Ha keza 5 ay sonra Ak Parti % 49,5 aldığında,
başarıyı Davutoğlu’na mal etmeye çalışan Hoca hayranları peyda olacaktı. İkisi
de yanlış teşhis. Bunun detaylarına girmeyelim.
Tek başına iktidar olamayınca koalisyon görüşmelerine
başlayan Davutoğlu, öyle ya da böyle hükümet kurmak istiyordu. Diğer yandan Tayyip
Erdoğan, siyasi tecrübeleri ışığında yeniden seçime gitmeyi uygun görüyordu.
Koalisyon denklemindeki en kilit parti olan MHP ayak diretince hükümet
kurulamadı ve seçim hükümeti kurularak 1 Kasım’da tekrar seçime gidildi.
Siyasetin kitabını yazan Erdoğan’ın öngörüleri doğru çıkmıştı, Ak Parti tek
başına iktidara geldi.
Davutoğlu heyecanla bir bakanlar kurulu listesi
hazırlayarak Erdoğan’a gitti. Listede mümkün olduğunca denge gözetmiş, böylece
kendi ekibinden bakanlara yer açmayı hedeflemişti. Oysa Erdoğan’ın elinde başka
bir liste vardı. Pazarlık söz konusu değildi. Davutoğlu, bir türlü kabul etmek istemediği Yıldırım Akbulut rolüne
düçar olmuştu. Ya önüne konulan listeyi imzalayacak, ya da görevi
bırakacaktı. Aslında önüne, sık sık şovunu yaptığı “üniversiteye dönme”
isteğini gerçekleştirmek için fırsat geçmişti. İstifa ederek hem kendini
ezdirmeyecek, hem çok sevdiği bilim dünyasına kavuşacaktı (Kazan-Kazan 😉). Tutkuları, onuruna galebe çaldı, istifa
edemedi.
Sonraki dönemlerde de iktidarda erk sahibi olmak için
çırpındı durdu. Her atağı kendisini partideki arkadaşlarından uzaklaştırıyordu.
Komşularla sıfır sorun pek de kolay değildi hani. Ve bir gün internette Pelikan Dosyası başlığıyla kaleme
alınmış bir yazı gündeme bomba gibi düştü. Yazının içeriğinin tamamını değilse
de çoğunu ben de önceden okumuş, duymuştum. İşin kötüsü bunları Davutoğlu
hayranlarının gerine gerine anlattığını da biliyorum. Pelikan Bildirisi’nde
yanlı bir anlatım hemen göze çarpar. Ama bu gerçekleri örtbas etmek için bir
bahane değil. Ahmet Hoca’nın tasfiyesi için bu bildiri gerekli miydi sorusuna
şöyle cevaplayalım. Bugün bile hala mağdur, gadre uğramış siyasetçi portresi
ile sempati toplayan Davutoğlu hiçbir gerekçe olmadan görevden alınsaydı kimbilir
ne kadar tepki çekecekti.
Hazır söz açılmışken bir grup halinde ve belirli bir
strateji çerçevesinde hareket ettiği anlaşılan Pelikancılar’a da bir çift tavsiyem olacak. Sadrazamın kellesini
almanın verdiği sarhoşlukla, önünüze gelenin kafasını koparmak gibi bir
işgüzarlık peşindesiniz. En ufak eleştiri veya uyarıda, kalemini kırdığınız
birçok insan karşı cepheye geçti. Reis’in askerleri modunda hoyratça
savurduğunuz kılıçlarla, en çok da Reis’e zarar veriyorsunuz. Şımarık yeniçeri modundan bir an evvel
çıkıp aklıselim bir yol tutturmanız gerekiyor. Bu kafayla giderseniz, gün
olur devran döner size karşı biriken öfke modern bir Vaka-i Hayriye’ye evrilir.
Düşmez kalkmaz bir Allah. Unutmayın.
Yukarıdaki
paragrafı, bu yazı dizisine başladığım günden beri beni
Pelikancılıların tetikçisi olmakla zemmeden Davutoğlu mankurtlarına armağan ediyorum. Bu paragrafı nerede
kullanacağınızı biliyorsunuz. Aman dikkat! Sivri ibareler içerdiğinden kanama
yapabilir. Herkesi kendiniz gibi biatçı, dünyaya at gözlükleriyle bakan, bir
şebekenin üyesi olmadan ayakta duramayan az gelişmiş, kimliksiz, sümüklü bir karakter
mi zannediyorsunuz? Portre olarak Gülen’in müritlerine ne kadar benzediğinizin
farkında mısınız?
*Başlıktaki
“Los Pelicanos” kelimesi kıymetli arkadaşım Numan Aka’nın Pelikancılar’dan bahsederken kullandığı bir terimdi.
Kulağa hoş geldiği için kullandım. İspanyolca “Pelikanlar” manasına geliyor.
“Bir
dünya kurmuş, merkezine de kendisini koymuş”*
Davutoğlu kafasında kurduğu dünyaya göre yaşadı, yaşıyor
ve bu idealist yaklaşımın gerçek hayatta karşılığı olmuyor maalesef. Rahmetli
Erbakan da öyleydi. Zaten Erbakan ve Davutoğlu arasında bol miktarda benzerlik sayabiliriz.
Ben de kendi küçük dünyamda ideallerimin peşinden koşarken bol bol hayal
kırıklığı yaşadım, oradan biliyorum. Ama zararım kendimeydi. Burada toplum
adına karar veren birinin hatalarından bahsediyoruz ve eleştirme hakkımız
bakidir.
Davutoğlu, kendince şaibeli isimleri temizleyerek partide
beyaz bir sayfa açmak istiyordu. Siyaset dünyası, dedikoduların havada uçtuğu, ikbalperest
insanların her türlü numaraları çevirdiği bir arena. Tertemiz görünen
insanların aslında hırsız, birilerinin ayağına bastığı için yolsuzluk yaptığı
iddia edilen insanların da aslında temiz olabileceği sisli bir ortam. Senin
ahlaksız gördüğün, başka birine göre çelik yürekli bir kahraman olabiliyor.
Erdoğan belediye başkanı iken kendisiyle davaya baş koyan insanlar o gün temiz
yürekli, fedakar kişilerdi. Zaten halk arasındaki şöhretini biraz da onların
çalışkan, dürüst performansları sayesinde kazandı. Gel zaman, git zaman bu
arkadaşların bir kısmı heva vü heveslerinin peşine takılarak, bir kısmı da iş
dünyasının becerikli düzenbazlarının ayak oyunlarıyla yoldan çıkarıldı. Bir
kısmı hala temiz. Bu tür şeyler insan-kudret-para üçgeninin olduğu her yerde
vuku buluyor. Ayrıca minareyi çalan kılıfını da gayet güzel hazırlıyor. Elde
doğru dürüst bir kanıt yok, her şey legal çerçevede halledilmiş. Kulaktan duyma
bilgilerle insanları suçlamak hiç de kolay değil. Sonra, 20 yıl hiçbir
falsosunu duymadığınız bir dava arkadaşınızla ilgili bir yolsuzluk iddiasında
bulunulduğunda, net bir kanıt gösterilmezse nasıl tepki verirsiniz? Bütün bu
dinamikler Davutoğlu’nun okuduğu kitaplarda yazmaz. Diğer yandan Ak Parti
içinde, yolsuzlukla ilgili güçlü şüpheleri bulunan çok sayıda insanın sessizce
derkenar edildiklerini biliyorum. Partinin adını lekelememek adına medyaya çok
yansımamıştır. Hoca'ya bir de tavsiyem olacak. Önce kendi kurmaylarından mal varlığı beyanı istesin. Bakalım vekil ve danışmanlık maaşlarıyla mal varlıkları ne kadar uyuşuyor?
Ahmet Hoca Ak Parti’nin bugünlere nasıl geldiğinden de
habersizdi. Belediyelerde birçok imza belediyeye yapılacak yardımlar
karşılığında atılıyordu. Bu her yönüyle legal, makbuzlu, resmi bir operasyondu.
Böylece belediye bütçeleri güçleniyor, halka daha çok hizmet sunuluyordu. Ayrıca
özellikle Türkiye’nin yurtdışı misyonlarında Türkiye’nin şanını yücelten birçok
yatırım, devletin iş verdiği müteahhitlerin verdiği paralarla finanse
ediliyordu. Davutoğlu, dışişleri bakanıyken gittiği ülkelerde neden bu kadar
saygı gördüğünü, neden el üstünde tutulduğunu kişisel karizmasına mı bağlıyordu
acaba? Bütün ceremeyi birileri çekerken, bütün riskleri birileri alırken o
sadece bu işin keyif, şov kısmında rol alıyordu. Mesela Halk Bankası operasyonunda
ele geçirilen paraların Üsküp Üniversitesi’nin inşaası için kullanılacağını
sağır sultan bile biliyordu.
*Başlıktaki bu cümle, rahmetli Özal’ın rahmetli
Erbakan hakkında yaptığı kişilik değerlendirmesinden alınmıştır.
Dürüstüm,
o halde belden aşağı vurabilirim
FETÖ, Erdoğan’ı alaşağı etmek için sinsi bir yargı hamlesi
hazırladı. 17-25 Aralık operasyonu olarak bilinen bu olaylarda Ak Parti’nin 4
bakanı gözaltına alındı. Mevzu halk tarafından da doğru algılanmıştı; Yolsuzluk
operasyonu kisvesiyle Erdoğan devrilmek isteniyordu. Zaten ilk seçimlerde ferasetini
gösterecekti. Muhalefet ellerini ovuşturmaya başlamış, Fethullah’ın kurşun
askerleri zafer çığlıkları atıyordu. 4 bakanın Yüce Divan’da yargılanması için
meclis önergesi verildi. İşte Davutoğlu aynı Fetöcüler gibi dürüstlük kisvesi
altında siyasi bir operasyona girişti. 4 bakanı çağırarak gönüllü şekilde Yüce
Divan’da yargılanmak için imza vermelerini istedi. Güya milletin gözünde
aklanmalarını istiyordu. Temiz ilkelerine o bir türlü kontrol edemediği nefsini
bulaştırmıştı.
Bu olayı enine boyuna incelemezsek sağlıklı bir
yargıya varamayız. Bir kere fanatik Ak Parti taraftarı bir kitle hariç Ak Parti’nin
seçmen kitlesinin çoğunluğu bu bakanların masum olduğuna inanmıyordu, hala
inanmıyor. Ben de benzer düşüncedeyim. Hatta Tayyip Erdoğan da aynı görüşte.
Neden mi? Anlatayım. Benim tanıdığım Tayyip Erdoğan masum olduğunu düşündüğü
bir yol arkadaşına bir saldırı geldiğinde gövdesini ortaya koyar, onu
harcatmaz. Bakınız Hakan Fidan olayı. İlk operasyon sonrası bakanlara sahip
çıkan Erdoğan, olaylar yatışıp gündem değiştiğinde ilk kabine değişikliğiyle adı
geçen bakanları tasfiye etti. İlk anda sahip çıkmasının sebebi de açık. Şayet
bakanları o an verse FETÖ büyük bir zafer kazanacak, milletin gözünde meşru bir
zemine oturacak, ardından da daha önce yaptıklarına benzer kumpaslarla
doludizgin Erdoğan ve Ak Parti’ye operasyon çekeceklerdi. Nihai amaç Erdoğan’ı
devirip, ülkeyi ABD’nin kucağındaki Gülen’in kucağına oturtmaktı.
Hal böyleyken, akim kalmaya yüz tutmuş FETÖ
operasyonuna yeniden hayat verecek Yüce Divan çıkışını nasıl açıklayacaksınız?
Ak Parti’de aradığı vasatı bulamayan Davutoğlu, bunun önündeki en büyük engel
olan Erdoğan’ı yıpratıp, ekarte edip kendisine oyun alanı açacaktı.
Pelikancılar’la hiçbir bağım yok. Ama bu Yüce Divan meselesini bize aktaran
Davutoğlu yarenlerinin hikayeyi anlatışı sırasındaki gevşek gülüşleri nedense
beni aynen Pelikancılar gibi duygulara sevketti. Hele “Ortalığa çok şey saçılır”
uyarısına Hoca’nın “Saçılırsa saçılsın” dediğini anlatırkenki o sinsi gülümsemeleri
ve işi bitirdik bakışları. Bunları Pelikan Dosyası medyaya düşmeden duyduğumu
da not edeyim. Davutoğlu dürüstlük şiarıyla çıktığı yolda, tam da Fetöcülerin
yaptığı gibi başka niyetler kuşanmıştı.
Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır, anlayamıyorum doğrusu.
Ah Ahmet Hoca ah. Tayyip Erdoğan gittiğinde seni Ak Parti’de yaşatırlar mı
sandın? Hadi yaşattılar, bir sonraki seçimlerde Erdoğansız bir Ak Parti’nin
oyuyla değil başbakan, milletvekili bile olma şansının tehlikeye gireceğini
göremiyor musun? İşte insan ne kadar zeki olursa olsun, nefsinin, tutkularının
esiri olduğunda en basit kararlarda bile hata yapıyor. Üstelik seni akademik
alemden alıp, Türkiye’nin iki numarasına kadar çıkartan adama yapıyorsun
bunları. Bu olay, her şeye rağmen katlanılan Davutoğlu’nun ipinin çekilmesine neden
olan en büyük yanlışıdır.
Yazının devamı için tıklayınız.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.