Küçük Enver’in Büyük Rüyası (V)

    (3) Mısır

Mısır da Arap Baharı'ndan fazlaca nasibini almıştı. Cuntacı despot Hüsnü Mübarek 30 yıllık görevini bırakmak zorunda kaldı. Onlarca yıldır yasaklı olan Müslüman Kardeşler teşkilatının siyasi yasakları kalktı ve tutuklu üyeleri serbest bırakıldı. Mısır tarihinde ilk kez demokratik bir seçime gitmeye hazırlanıyordu.

Bu gelişmeler Türkiye'de de yeterince heyecan yaratmıştı. Davutoğlu durumdan vazife çıkararak Mısır'daki siyasi gelişmelere müdahil oldu ve Mısır muhalefetiyle yoğun diplomatik süreç başlatıldı. Mısır muhalefetinin ana omurgasını İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) oluşturuyordu. Hasan El Benna'nın 1928 yılında kurduğu bu İslamcı hareket, sosyal sorumluluk ve hak arayışında kuvvetli irade göstermesiyle halk nezdinde çok revaç bulmuştu. 1948 yılında yarım milyon üyeye ulaşan Müslüman Kardeşler'in önemli gündemlerinden biri de Filistin meselesiydi. Ne tesadüftür ki İsrail'in kurulduğu yıl Müslüman Kardeşler üzerinde operasyonlar başladı. Çok sayıda tutuklama yapıldı, yasaklar getirildi. O günden sonra İhvan'ın siyasi ve toplumsal mücadeleleri hep ağır bedeller ödeyerek devam etti.



Siyaseten yasaklı olduğu için 2011 yılına kadar bağımsız adaylar üzerinden boy gösteren İhvan, her geçen gün artan destekle Mısır halkı arasında tekrar serpilmişti. Fakat bu kez durum farklıydı. Yasaklar kalkmış, siyasi bir parti kurup seçimlere girme şansı doğmuştu. Ancak Mısır'da son 60 yıllık sürecin kendilerine yaşattığı acı tecrübeler İhvan'ı bu işe kalkışmama, son dönemlerdeki siyasi metodla devam etme üzerine karar almaya sevk etti. Mısır'ın devlet dinamiklerini çok iyi biliyorlardı. Ama her şeyi iyi bildiği gibi Mısır'ı da onlardan daha iyi bilen(!) biri vardı: Ahmet Davutoğlu. İhvan'a parti kurup seçimlere girmesi konusunda ağır telkinlerde bulundu. Kendisine ''Parti kurup seçimlere gireriz, ama bizi yaşatmazlar'' şeklinde yapılan itirazları bertaraf edip, yine muhataplarına bol miktarda bilgi boca ederek İhvan'ı ikna etti. Daha önceden yazdığım gibi, Türkiye İslam dünyasında sahip olduğu gücün kat be kat üstünde bir imaja sahipti. Ahmet Hoca ''Biz arkanızdayız'' dedi ve işi bitirdi. Daha ne desindi? Oysa Mısır'ın üzerinde kara bulutlar dolaşırken Türkiye sadece uzaklardan ses yükseltebilecek, hem devlet hem vatandaş olarak olan biteni acı içinde, çaresizce seyredecektik.

Mısır 80 milyonluk devasa bir ülke. Arap dünyasının ağabeyi. Jeo-stratejik konumu itibarıyla paha biçilmez bir değere sahip ve daha da ötesi hem Gazze'ye hem İsrail'e komşu. Böyle bir devletin Batı kontrolünden bu kadar kolayca çıkabileceğini öngörmek sadece nikbin hayalperestlerin zihin dünyasında gerçekçi görünebilir.

Her şey iyi hoş da Davutoğlu gibi zeki bir adam bu kadar basit gerçekleri nasıl göremedi diyeceksiniz? İsterseniz bu sorunun cevabını yazının sonunda topluca verelim. Arap Baharı'nın Yemen, Libya, Suriye ve Irak'taki sonuçları Mısır'a göre çok daha vahim görünebilir. Ama geniş perspektiften baktığımızda, Mısır'da yaşananların İslam dünyası üzerindeki hasarlarının trajik boyutlarda olduğunu görebiliriz.

Başta Mursi olmak üzere, darbeci Sisi tarafından alaşağı edilip mahkemeye çıkarılan üst düzey İhvan yöneticilerinin Türk İstihbaratı ile işbirliği yapmaktan yargılandığını not ederek bu bahsi şimdilik kapatalım.

         (4) Yemen

Her ne kadar 1. Dünya Savaşı sırasında çok sayıda şehit vermişsek de Yemen Türkiye'nin hem ilgi alanından çok uzak kalmış, hem de başka ülkelerin hinterlandına girmişti. Ama Yemen Baharı esnasında Türkiye çok önemli bir prensip hatası yaptı. Arap monarklar bir koalisyon tesis edip Yemen lideri Hadi adına hak arayan muhaliflere askeri müdahalede bulundu. Türkiye sırf bu ülkelerle var olan ilişkilerine zarar gelmesin diye bu koalisyona destek verdiğini açıkladı. Bütün halk hareketlerinde mazlum halkların yanında yer alan Türkiye'nin Yemen’de zalim Hadi'den yana tavır almış olması saygın dış politik çizgisine ilkesel olarak ters düşüyordu. Kendisi sapına kadar mezhepçi olan İran bu fırsatı kaçırmayacak, Türkiye'nin sırf sünni diye despot Hadi'ye destek verdiğini vurgulayarak Türkiye'yi mezhepçilikle suçlayacaktı. Bu duruşta Davutoğlu'nun dahli olduğunu düşünmüyorum. Hatta benim tanıdığım Ahmet Hoca böyle bir açıklamaya, fırsat bulabilseydi itiraz bile ederdi.

        (5) Irak

Arap Baharı başladığında Irak'da zaten 2003'deki Amerikan müdahalesi sonucu oluşan kaotik süreç devam ediyordu. Taşlar henüz yerine oturmamıştı. Açıkçası Irak'la ilgili aldığımız kararların hangisi doğru hangisi yanlış kestiremiyorum. Bunun nedeni Türkiye'nin PKK problemi yüzünden zaten yıllardır Irak'la yakından ilgileniyor olması. Kuzey Irak'da hem istihbarat birimlerimiz hem muvazzaf askerlerimiz onlarca yıldır aktif haldeler. Ellerinden geleni de yapıyorlar. Bütün gayretlerimize rağmen hikayenin sonunda Irak'da da büyük bir hayal kırıklığı yaşayabiliriz. Bunu, sistemli ve köklü istihbarat birimleri olan büyük güçlerin, bizimkileri çırak çıkarmasıyla açıklayabiliriz.


Davutoğlu'nun Irak'la ilgili aldığı kararlara da menfi/müsbet yorum getiremiyorum. Sadece Musul'daki rehine krizi öncesi stratejik bir okuma hatası yaptığını söyleyebiliriz. IŞİD Musul'u ele geçirmek için operasyon düzenlemeye başladığında, konsolosluk yetkilileri Davutoğlu'ndan Musul'u terketmek için izin ister. Davutoğlu konsoloslukların dokunulmazlık haklarına güvenerek Musul'da kalmalarını emreder. IŞİD'in uluslararası diplomasi kurallarına riayet edeceğini düşünmek, bu sapık örgütün zihinsel algoritmalarını iyi okuyamamaktan başka bir şey değil. Davutoğlu’nun bu basiretsizliğinin bedelini de rehineleri kurtarmak için harcadığımız emek ve tavizlerle ödemek zorunda kaldık. 

Irak ve Suriye özellikle IŞİD, PKK ve Kürt sorunu nedeniyle çok ayrı düşünebileceğimiz bölgeler değil. Dilerseniz en çok çuvalladığımız Suriye meselesine geçelim. Yer yer de Irak'a dönüp şerhler düşelim.

       (6) Suriye

Suriye’nin istihbarat örgütü Muhaberat ülkenin kılcallarına kadar inmiş olup, insanlara nefes aldırmayacak kadar derin bir yapılanmaya sahipti. Arap Baharı başlayalı 3 ay olmuş, birçok ülkede yönetimler sallanmıştı ama Suriye’den hiç ses çıkmıyordu. Bu, en ufak kriminal vakada bile vatandaşa kan kusturan Muhaberat’ın yarattığı korku imparatorluğunun bir sonucuydu. Öyle ki insanlar birbirleriyle kavga bile etmiyordu. Yapılan araştırmalar Suriye’nin Ortadoğu’daki en güvenli ülke olduğunu söylüyordu.

Ve bir gece büyü bozuldu. Duvarlara ergen gençlerin yazdığı bir not bütün iklimi değiştirecekti; “Sıra sende doktor”. Mesajın gittiği yer belliydi; Diş hekimi olan Suriye lideri Beşar Esad. Yazıyı yazan gençler kısa sürede yakalanıp ağır işkenceden geçince, aileler isyan edip protesto gösterisi yaptılar ve Suriye askerleri bu kalabalığı silahla taradı. Dara’a Suriye’deki en sert karakterli insanların yaşadığı bölge olarak nam salmıştır. Birçok kişinin katledildiği bu olaydan sonra silahlanan Dara’a halkı direnişe başladı.

Dara’a katliamı ülkede infiale sebep olmuştu. Normal zamanlarda bir araya gelmenin zor olduğu bu ülkede Cuma namazı çıkışı toplanan halk üzerindeki birikmiş baskının taşmasıyla ülke genelinde büyük protesto gösterilerine başladı. Suriye Baharı geç başlamıştı, ama en kanlısı ve uzun süreni olacaktı.

Suriye ayaklanması, başladığı günden itibaren 5 yıl boyunca hemen hemen her gün ortalama 2-3 saat takip ettiğim ilgilendiğim bir süreç oldu. Yazacağım çok şey var ama bunları Suriye Devrimi hakkında yazacağım başka bir yazıya bırakıyorum. Konumuz olan Davutoğlu’nun dış politikadaki kararlarına dönelim.

Suriye ayaklanması ergen gençlerin heyecanıyla başlamıştı. Yani kıvılcım süper güçlerin planladığı an ve şekilde oluşmamıştı. Bu tür prematüre doğumlar bizim gibi bölgesel aktör olma hevesindeki pek de güçlü olmayan ülkelere büyük avantaj sağlar. Arap Baharı da kontrolsüz başlamıştı. Bu da bir avantajdı. Ama Suriye özelinde isyanın kontrolsüz başlaması elimizi çok güçlendiren, inisiyatif almamız vacip hale getiren bir gelişme olmuştu. Zaten bir şeyler yapmazsak ilerleyen dönemde başımız çok ağırabilirdi. Erdoğan’ın dediği gibi Suriye sorunu bizim için bir dış mesele değil, iç meseleydi.

Protestolar Baas Partisi ve Esad’ın mensubu bulunduğu Nusayrilerin yoğun olduğu bölgeler hariç her yerde alıp başını gidiyordu. Her Cuma Rejim için içinden çıkılmaz bir kara kabusa dönüşmüştü. Müdahale oldukça halk öfkeleniyor, protestolar büyüyor, büyüdükçe müdahale artıyordu. Dara’dan sonra birçok bölgede silahlı direniş başlamıştı. Ama iş hala tamamen çığrından çıkmamıştı.

Türkiye sürecin başlamasıyla meseleyi çözüme kavuşturacak diplomatik ataklarını yapmaya başlamıştı. Burada, konuyu daha sağlıklı yorumlayabilmek adına, 6. bölümde Suriye Devrimi öncesinde Suriye-Türkiye ilişkilerinin bir resmini ve Beşar Esad portresi ortaya koymamız gerekiyor.


Yazının devamı için tıklayınız.

Free counters!

Yorumlar