Bir Devrimin Anatomisi (2)
Erdoğan,
insanların hak ve itibarını iyileştiren ve yücelten sosyopsikolojik
devrimciliğinin ve halkın arzu, inanç ve yönelimleriyle devletin siyasi
çizgisinde yeniden imtizacı ihsas eden sosyopolitik dönüşümün hasılatını
fazlasıyla topladı. Öncelikle kendisine, daha önceden hiç kimsenin yüzüne
bakmadığı sosyal gruplardan çok sayıda taraftar buldu. Öyle ki, bu destek
sayesinde insanımız için marjinal sayılacak ideolojik çizgisine rağmen,
1994’ten sonra girdiği her seçimden zaferle çıkmayı başardı.
Tabandaki
sıradan insanların Erdoğan’la ilişkisi kesinlikle olağan bir seçmen-lider ilişkisi
değil. Kolay kolay sarsılmayacak duygusal bir bağ kurulmuş durumda. Erdoğan’a
seçimlerde destek veren insanların bir kısmı daha rasyonel sebepler
çerçevesinde veriyor. Bu yüzden, kimi zaman başka partilere de oy veren bu yelpazeyi
dışarıda bırakarak yorum yapmak gerekiyor. Erdoğan’la duygusal yakınlık
boyutunda bir ilişkisi bulunanların oranı tüm seçmenler arasında yaklaşık %35.
Bunlar, hayati hatalar yapmadığı müddetçe Erdoğan’a gözü kapalı destek verecek kadar
sadakati yüksek bir küme. Tolere edebilecekleri hatalarda “vardır bir bildiği”
ya da “o zaman öyle gerekiyordu” diyerek savunma geliştiren bu grubun Erdoğan’a
olan güveninin sekteye uğraması için, yukarıda bahsettiğimiz inkılabının ve
ideolojik barışın erozyona uğraması gerekiyor. Erdoğan da bu konularda henüz
taviz vermedi, verecek gibi de durmuyor, dahası inşallah vermez. Bazen geri
adım atsa da devrimlerinin ana omurgası yerli yerinde.
Yalnız, ülke
olarak sosyal ve politik alanda kaydedilen bu tekâmülün çok önemli bir zaafı
var. Hemen herkes Erdoğan giderse, bu kazanımların elden yiteceğine dair içten
içe bir korku taşıyor. Bu mesnetsiz bir tedirginlik değil doğrusu. Çünkü şu
anda Erdoğan’ın devlet yönetim tarzından kaynaklanan bu güzelliklerin anayasal
veya kanuni altyapıları yok. Erdoğan bu devrimi oturtmadan giderse hızlı bir
şekilde eski günlere dönüş olması mümkün. Sosyal hayatta zaten bir şekilde
ciddiye alınmayan, haksızlığa uğrayan, insan yerine pek konmayan -bu insanoğlunun
hayvani zafiyetlerinin doğal uzantısında, giderilmesi neredeyse imkansız olan
sosyolojik bir realite- toplumun ezilen, ötelenen, gadre uğrayan kesimleri,
kendilerine insani muamele yapan tüzel kişilik olarak devletin şefkatiyle bir
nebze olsun özsaygısını diri tutarken, bu lüksün ellerinden alınma ihtimalini
hayal bile etmek istememekte gayet haklı. Erdoğan’ın bu devrimi kalıcı kılmak
adına gerekli düzenlemeleri yapması gerekiyor. Diğer yandan yasal olarak
garanti altına alınmamış ve halka itibar kazandıran bu statünün hep böyle iki
arada bir derede durması Erdoğan’ı vazgeçilmez kılarak, kendisine seçmen kitlesini
konsolide tutmak gibi bir faydası da yok değil.
Erdoğan insanlara
yapmacıksız, içten şefkat gösteren bir lider olarak Türkiye’deki ve dünyadaki
yüz milyonlarca mazlumdan mütemadiyen hayır dua aldı. Bu yazıyı okuyup da
materyalist inanca sahip olanlar için bu açıklamam pek bir anlam ifade
etmeyebilir. Ancak inananlar duanın ne kadar güçlü bir silah olduğunu gayet iyi
bilirler; olmazı oldurur, bahtı bereketlendirir. Hani Allah’a inanmayıp pozitif
biyoenerjinin gücünü kabul edenler de, bu söylediğimin ne denli etkili bir
yönelim olduğunun hakkını vereceklerdir.
Erdoğan’ın
bu yeni yönetim tarzı sonrası gündemimize taşınan önemli problemlerden birisi
de bir kısım insanımızın kendisine sunulan hak arama ve söz söyleme hakkını
fazlasıyla suistimal etmesidir. Bu türden küstahlıklara çok defalar bizzat
şahit oldum. Polise hakaret eden, doktorları döven, hatta öldüren, memurlara
kaba ve üst perdeden talimat veren, nezaket sınırlarını zorlayan ifadelerle
tehditler savuran yurdum insanına dur diyecek yasal düzenlemeler ve sert
tedbirler de hayata geçirilmeli. Binlerce yıldır baskılanan ve bu ezilmişlik
artık sosyolojik DNA’sına sirayet etmiş bir milletin bu kadar özgürlük alanı
bulduğunda zemberekten boşanırcasına hoyratlaşması ve hak hududu ihlallerinde
sonradan görme tavırlara girmesini de belli oranda anlayışla karşılamalıyız.
Hiç özgür ve onurlu bir birey olarak yaşamamış bu insanlarda, yeni oluşmuş
atmosfere uyum konusunda muvazenesiz şımarıklıklar görülmesi, piyangodan büyük
ikramiye kazanıp zırvalamaya başlayan sonradan görmelerin tutumlarına benziyor.
Şayet önü alınmazsa, sonu bir süre sonra piyango milyonerleri gibi yeniden
sefalete duçar olmaktır.
Erdoğan’ın yukarıda
bahsettiğimiz devrim ve siyasi dönüşümüyle milletin birliktelik şuuru, ülkeye
ve geleceğe inancı da artmıştır. Yani milletimiz bir yandan bireysel manada
özgüven, onur ve haysiyet kazanırken, dünyada ağırlığı olan, kendisine gücünün
yettiği kadar inisiyatif alanı açmaya gayret eden ve özellikle İslam coğrafyası
ve diğer mazlum milletler nezdinde hatırı sayılır itibar kazanan bir ülkenin
vatandaşı olarak manevi tatmin yaşamaya da başlamıştır. Bu gelişmeler biraz da
birbirini karşılıklı besleyen niteliklere haizdir. Devletin sahip çıktığı halk,
devletine sahip çıkmaktadır. Erdoğan’ın sıkça zikrettiği “İnsanı yaşat ki
devlet yaşasın” sözü öylesine söylenmiş sıradan bir siyasetçi sloganı değil,
içi sonuna kadar doldurulmuş şuurlu bir yaklaşımın mottosudur.
İşte böyle,
bir şekilde yarım yamalak de olsa ayağa kalkmış, kendisini artık paspas gibi
kullandırmayan bir ülke haline gelmiş Türkiye’yi eski pespaye konumuna çekmek
için çok sayıda operasyona şahit olduk. Siyasette, medyada, sermayede ve
yargıda düzenlenen çok sayıda açık ve gizli darbe teşebbüsünü Erdoğan, elinde
bulunan siyasi ve resmi enstrümanlarla boşa çıkardı. Ta ki 15 Temmuz’a kadar. O
gece artık sıkıntı Erdoğan’ın devletteki gücüyle çözemeyeceği kadar büyük
boyutlara ulaşmış, son çare olarak lideri halkından yardım istemiştir. Ve
milletimiz kendisine itibar kazandırmış bu önemli lidere borcunu ödemek için,
meydanlara akın etmekte tereddüt göstermemiştir.
Kurşun
yağmuruna rağmen mevziini terk etmeyen, tankların önüne yatan, eli silahlı
askerlerin üstüne yiğitçe yürüyen milletimiz canı pahasına da olsa darbeyi
durdurmayı başarmış ve liderine sahip çıkmıştır. O gece fevç fevç ölüme yürüyen
insanları, bu hayretamiz kahramanlığa sevk eden şey neydi? Bir insan ne için
canından vazgeçerdi ki? Yazımızın en başında altını çizdiğimiz ve yazının
sonuna kadar aklınızda tutmanızı salık verdiğimiz yere tekrar rücu edelim.
Hatırlayalım,
ne demiştik yazımızın başında; insanlar sadece manevi değerler için canından
vazgeçer. 15 Temmuz gecesi kimse Erdoğan döneminde inşa edilen otoyollar,
modern hastaneler, köprüler, barajlar, son dönemde sahip olduğu güzel ev ve
arabalar için hayatını ortaya koymadı. Kimisi için Erdoğan’ı kaybetmek onurunu,
itibarını, hürriyetini kaybetmekti, direndi. Kimisi için Erdoğan giderse ülke,
vatan, bayrak elden gidecek yeniden zillet ehli bir millet olacaktık, kıyama
kalktı. Bazısı çocuklarının şanı şerefi, haysiyeti, bazısı torunlarının
inançları, dini için ölüme yürüdü. Ve bu sayede, nihayetinde cumhuriyet
tarihinde ilk defa olmaz denen oldu, bir askeri darbe sivil halk tarafından
bastırıldı.
Recep Tayyip
Erdoğan’ı doğru analiz etmezseniz kalabalıkları ölümüne peşinden sürükleyişini
de, bu millet için ne manaya geldiğini de kavrayamazsınız. Bu yazıda pek çok
kişinin sezgisel olarak hissettiği ve ona göre hüküm verdiği bir tablonun ana hatlarını
çizmeye ve adını koymaya çalıştık. Buradan hareketle Erdoğan’ın tarihimizdeki
en büyük devrimci olduğunu ilan ediyorum. Ama bir şartla.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Bir yazıyla nasıl ağaç oluşturulur okuyarak öğrenmiş bulunuyorum. Yazının girişinde ağacın kökünü, her paragrafla; bir dal bir gövde gibi büyütüp, yazının en sonunda da müthiş bir manevrayla tekrardan köke getirmişsiniz.
YanıtlaSilBana kalırsa: Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı devrimin son hamlesini de yıllar yılı bir şekilde hor görülmüş, ancak; şimdilerde hak ettiği itibarı kazanmış kıymetli Anadolu ailelerinin değerli evlatlarının yapması devrimi müstahkem sona ulaştırır.