Mahzun bir Deprem Hikayesi: Hısn-ı Mansur (2)

Depremin hemen sonrası sağ kurtulup diğer şehirlerdeki yakınlarını yardıma çağırabilenler olmuş, sonrasında elektrikler tamamen gidince mobil arama imkanları da bitmiş. Türk Telekom ve PTT binası yıkıldığından şehrin merkezinde iletişim sıfırlanmıştı. Sabit ve mobil telefon haricinde, su, elektrik ve doğalgaz da kesilmişti. Adıyamanlılar işte böylesi karanlık bir geceye uyandılar. Şehre dışından gelecek yardımı bekleyecek vakit yoktu, hemen kurtarma çalışmalarına başladılar.


Tabi doğal olarak herkes kendi yakın ve sevdikleri için çabalıyordu. Ama öyle ki bazı ailelerde sağ kalan sayısı enkaz altında kalanın onda biri kadardı ve hatta bazılarında tüm aile fertleri enkaz altındaydı (ölü ya da diri). Herkes kendi cehennemini yaşıyordu. Gece karanlığında, panik halinde, henüz ne olduğunu tam anlayamadan soğukkanlı bir tavır takınmak elbette zordu. Bu gibi durumlarda bazen insan öldüğünü, kimi zaman rüya gördüğünü sanır. Şuur bu kadar sarsıcı ve olağanüstü bir olayı gerçek olarak kabul etmek istemeyebilir. Adıyamanlılar işte bu haleti ruhiyeyle deprem sonrası koşuşturmaya girişmişlerdi. Aslında depremi yaşayan tüm şehirler ilk saatlerde aynı korku ve telaşın içindeydi. Fakat Adıyaman’ın deprem tecrübesi, saatler ilerledikçe diğer illerden ayrışmaya başlayacaktı.

Atatürk Bulvarı'nda binalar. Alttaki videoda binaların deprem sonrasındaki halini göreceksiniz.

Şüphesiz şehirde arama kurtarma yapabilecek ekipman ve insan kaynağı vardı. Ancak birkaç sebepten dolayı şehre kasvet çökmüştü. Hava aydınlandığında şehirdeki yıkımın ne kadar büyük olduğu ortaya çıkmış ve belki de o anda insanlar var olan ümitlerini kaybetmişlerdi. Bu kadar büyük bir yıkımda mevcut ekipman ve insan kaynağı kaç enkaza ulaşabilirdi ki? Üstelik hangi ekipmanların sağlam olduğu, sağlam olanlar varsa bunları kullanabilecek ehliyette kişilerin yaşayıp yaşamadıkları da belli değildi. Hem zaten herkesin enkaz altında sevdikleri vardı. Kepçe operatörü de doğal olarak kepçesini alıp kendi sevdiklerinin yardımına koşacaktı, yaşıyorsa tabi.  İşin kötüsü AFAD yönetim binası da yıkılmıştı. Oysaki depremde yıkılması gereken en son bina AFAD binası olmalı değil miydi? Bu yalnızlık ve çaresizlik duygusunu bastırabilecek tek şey de şehir dışından gelmesi beklenen arama kurtarma ekipleriydi.


Adıyaman’ın tam merkezinde yer alan ve en lüks oteli olan İsias Oteli çökmüştü, aldığım bilgilere göre ilk arama kurtarma çalışması da sabahın ilk ışıklarıyla o otelde yapılmaya başlanmıştı. Otelde Kıbrıs’dan voleybol turnuvası için gelen onlarca ortaokul talebesi, hocaları ve bazılarının aileleri kalıyordu. Büyük bir kısmı enkaz altında can verdi, ancak birkaç kişi kurtarılabildi.


İsias Oteli ve yanındaki dört binanın enkazı

Birkaç kepçe, birkaç sivil arama kurtarma ekibi ve zemheri soğuğunda nafile çırpınıp duran techizatsız insanlar. Binlerce enkaz ve altında kalmış onbinlerce insan. Pek çoğu hayatını kaybetse de hala ses veren, yardım isteyen insanlar var ve onlar için bir şey yapamamanın ağır yükü dışardakilerin ruhunu eziyordu. Depremde enkaz altında kalan ve iki gün boyunca enkaz altından bağırarak yardım isteyen Ak Parti Adıyaman milletvekili Yakup Taş da bir süre sonra ses vermez olacaktı. Hükümet kendi vekilini bile kurtaramamıştı.

Dışarıdan gelen giden olmadığı gibi, öğlen üzeri ikinci deprem meydana gelmişti. Evdeki kıymetli eşyalarını almak için hasarlı binalara girmiş kişiler veya yarı yıkık evler ve enkazlardan yaralı kurtarmaya çalışan bazı insanlar bu depremle göçük altında kalıyor. Zaten göçük altında var olanlar için hiçbir şey yapamazken, yeniden yıkılan binalar ve yeni insanların enkaz altında kalması moralleri iyice bozuyor. Binalara giren insanları da kınamamak lazım. Evet artçı depremlerde yıkılan binalar oluyor, ama bu çok hasarlı binalarda ve nadiren vuku bulan bir hadise. Dünya tarihinde aynı bölgede aynı gün içerisinde bu kadar şiddetli ikinci bir deprem bilinen insanlık tarihinde hiç olmamış. Muhtemelen pek çoğumuz aynı durumda evlerimize girer bazı eşyalarımızı alırdık.


Temiz suya veya gıdaya erişim olmadığından mevcut stoklar yavaş yavaş tükenmeye başlamış. Düşünün depremin dehşetini yaşamışsınız, sevdiklerinizin ölümüne tanık olmuşsunuz, koşturmaktan bitap düşmüşsünüz ve tüm bunlar yetmezmiş gibi açlık ve özellikle de susuzlukla boğuşuyorsunuz. Bu arada elektrikler olmadığından geceleri şehir bir distopya filmini andırıyor. Karanlıkta ailenizle tek başına, yakabildiyseniz bir ateşin başında, soğuktan titreyerek sabahın olmasını bekliyorsunuz. İki metre ötesini göremediğiniz zifiri bir karanlıkta ailenizle birlikte savunmasız bir şekilde sabahlamanın ne kadar ürpertici olduğunu tahmin edebilirsiniz.


İnsanlar enkazları kaldırdıkça az sayıda canlıya ulaşabilirken, daha çok ceset çıkarılmıştı. Büyük bir kısmının sahibi yoktu ve kaldırımlarda öylece birkaç gün beklemek zorunda kalacaklardı. Enkaz altındaki sesler yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Gerek soğuktan donanlar, gerekse acil müdahale gerektiği halde edilemeyen yaralılar hayatlarını kaybediyorlardı. Cesetlerin bir kısmının vücut bütünlüğü bozulmuş haldeydi.


İnsanlar önce ulaşabildikleri yakınlarının defin işlemleriyle uğraştılar. Hiçbiri yıkanamamıştı. Bir kısmı battaniyelerle, bir kısmı ceset torbalarına konularak ve nihayet bir kısmı da elbiseleriyle kepçeyle uzunca kazılmış toplu mezarlara gömüldü. Hiç olmazsa toplu cenaze namazları kılınabilmişti. Cesetler karışmasın diye numaralar verilerek defnediliyordu.

Sahipsiz cesetler çürümeye ve kokmaya başlayınca mecburen onlarla da ilgilenmek zorunda kalınmıştı. Arama kurtarmaya devam edilirken bir taraftan da sahipsiz cesetler gömülmeye başlandı. İlk başlarda hiçbir işlem yapılmadan gömülen insanlar, bir süre sonra kan örneği alınarak ve numaralandırılarak gömülmeye başlanmıştı. Aklınıza neden morglara kaldırılmadıkları sorusu gelebilir. Morgların bir kısmı elektrik kesintisi yüzünden işlevsizdi, çalışan birkaç morg da ağzına kadar doluydu.


Ana caddeler geniş olduklarından nispeten ulaşıma müsaitti. Ama ara sokakların neredeyse tamamı enkazlardan dolayı kapanmıştı. Dışarıdan insanlar ve araçlar gelmeye başlayınca ana caddelerde de yoğun trafik sorunu başlamıştı. Kaos ve karmaşa süregitmekteydi. İki gün sonunda ekmek ve su tedariği nihayet sağlanmıştı. Bu bile yeterince önemli bir gelişmeydi.


Adıyamanlılar ilk üç gün içerisinde sivil müdahaleler ve STK’ların desteği ile hayata tutunmaya çalıştılar.  Üç gün sonunda devlet nihayet olaya müdahil olmaya başlamıştı. Askere sahaya inme izni verilmiş, diğer şehirlerden yetkililer ve yardımlar gelmeye başlamıştı. Şehirdeki güvenlik problemi ve düzensizlik az da olsa giderilmeye başlanmıştı.


Adıyaman’ın ilk üç günkü deprem sonrası tecrübesi, hele hele bunun ilk iki günü ne anlatılabilir, ne de unutulabilir cinstendi. Depremi en yoğun yaşayan üç şehir Hatay, Kahramanmaraş ve Adıyaman’dı. Ancak deprem sonrası yalnızlık, Adıyaman’ı en az deprem kadar yaralayacaktı. Maraş depremin merkez üssü olmakla, Hatay da popüler bir şehir olmakla yeterince dikkat çekmiş ve ilgi görmüştü. Adıyaman’ın sesi duyulmaya başlandığında pek çok şey için artık çok geçti.

Deprem sonrası Atatürk Bulvarı'nda yan yana yıkılmış binalar


Aynı binaların deprem öncesi görünümü

Free counters!




Yorumlar