Ak Parti'nin Ekonomi Politikaları (2)

Ak Parti iktidara geldiğinde Merkez Bankası Başkanlığını Süreyya Serdengeçti yürütüyordu. Bir önceki başkan Gazi Erçel döneminde meşhur 2001 krizi patlamıştı. Bankacılık sektöründeki korkunç yolsuzluklar, beceriksiz hükümetler, koalisyonların yarattığı istikrarsız ortam ve 28 Şubat operasyonuyla sahada cirit atan emekli generaller ülkeyi batmanın eşiğine getirmişti. 22 Şubat 2001’de Merkez Bankası sert bir kararla lirayı dolar karşısında %56 devalüe etti. Aslında TL’nin bu türden ani değer kayıpları daha önceden de olmuştu. Mesela Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde, Nisan 1994’te iki günde %73 değer kaybı yaşamıştık. Ama o karar sonrası ekonomide taşlar nispeten yerine oturmuştu. 2001’de sular bir türlü durulmadı. Doların yükselişi durdurulamıyordu ve 8 ay içerisinde TL neredeyse 2,5 kat değer kaybetmişti. Çünkü gerçekte Türkiye’nin siyasi problemleri ve ekonomide yapısal sorunları vardı. Ülke devletin kontrolünden çıkmıştı. Parkinsondan mustarip başbakan Bülent Ecevit etrafındakilerin oyuncağı olmuş, meydan haramilere kalmıştı. IMF kapıya dayanmış alacaklarını istiyordu.


Tam bu şartlar altında ABD’nin emir subaylarından Kemal Derviş çıkageldi ve ekonomiden sorumlu devlet bakanımız oldu. Annesi Alman, karısı Amerikan, eğitimi İngiltere-ABD yapımı, kariyeri ağırlıkla Dünya Bankası olan bu Türk (!) tam bir sömürge valisi görünümündeydi. Sınırsız yetkilerle ekonomiye müdahale etti. ABD’nin IMF ve Derviş vasıtasıyla ekonomi haricinde Türkiye’den bazı siyasi ve kültürel tavizler aldığı muhakkak. Ama neler olduğunu bilemiyorum.

Derviş’in müdahaleleri o günün şartlarında doğruydu. Ülkeyi iflasın eşiğine getiren en önemli faktör batık bankalardı ve hızlı bir şekilde bankacılık kanunlarında yapısal düzenlemeler yaptı. O günden sonra bankacılık sektöründe tam 20 yıldır en ufak bir sendeleme ya da buhran olmadığına dikkatinizi çekerim. Doların yükselişinin durmaması daha çok umutların tükenişiyle alakalıydı. İnsanlar siyasetten, dolayısıyla devletten ümidini kesmişti. Bu karamsar tablo 3 Kasım 2002’deki genel seçimlere kadar devam etti. Erdoğan ve partisi 550 sandalyeli Meclis’e 365 vekille girerek tek başına hükümet olmayı başardı. Güçlü ve halkta önemli bir karşılığı olan lider olarak Erdoğan umutları yeniden yeşertmişti.


Erdoğan’ın o dönemde ABD ve AB tarafından kabul görmesi, koalisyona duçar olmaması dolayısıyla istikrar beklentisi, bankacılıkta taşların yerine oturması, zaten dibi görmüş bir ekonomiye sahip olmamız, Erdoğan’ın malum çevrelerce istenmeyen bir aktör olarak kendisini ispat arzusu gibi faktörlerle ekonomi toparlanmaya başlamıştı. Erdoğan, finans yönetimi için genç ve o güne kadar adı sanı duyulmamış Ali Babacan’ı tayin etmişti. Babacan kısa süre sonra ekonomi dünyasına kendisini kabul ettirmeyi başardı. Ali Babacan’ın finansal yönetimi fazlasıyla takdir topluyordu, ama ileride baş gösterecek pek çok mesele de o dönemdeki uygulamaların uzantısı olacaktı.

O dönemde Merkez Bankası özerk ve bağımsız bir kurum kabul ediliyordu. Mevcut başkan Serdengeçti’nin sermaye gruplarıyla arası iyiydi. Merkez Bankası öyle önemli bir kurum ki, aldığı kararlarla sadece ekonomi çevrelere değil doğrudan devletin refahına da menfi veya müspet dramatik seviyede tesirleri olabiliyor. Bu yüzden küresel güçler için diğer ülkelerdeki merkez bankalarının işleyişi ve başındaki isimler gayet önemlidir. Mesela 2001 devalüasyon krizinden bir gün önce bazı imtiyazlı (!) özel bankaların ani bir kararla tüm varlıklarını dövize dönmesi çok manidardır. Bu hamleyi yaparken içeriden bir tüyo almadıklarına inanmak için safdil olmak icap eder.

 Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.

Merkez Bankası başkanı Serdengeçti’nin görev süresi dolduğunda yerine atanacak isimle ilgili büyük bir tartışma başladı. Kariyerini Merkez Bankası üzerinden yapan ve muhafazakar kimliğiyle tanınan Durmuş Yılmaz’ın ismi geçtiğinde önce bir gürültü koptu. Ardından Süreyya Serdengeçti’nin Durmuş Yılmaz hakkında pozitif beyanlarda bulunmasıyla ortalık yatıştı ve atama gerçekleşti. Serdengeçti’nin bu onayı “Rahat olun, Durmuş Yılmaz mevcut düzeni devam ettirecek” manasına geliyordu. Bankanın başına mavi kanlı seküler bir isim gelmesini çok önemseyen veya arzulayan malum çevreler, Durmuş Yılmaz’ın pratikte kendilerinin çıkarlarını zedelemeyecek olmasıyla yetinmek zorunda kaldılar. Görüntü midelerini bulandırsa da kasaları emniyetteydi ve hiç yoktan iyiydi. Zaten Durmuş Yılmaz da kendilerini hiç hayal kırıklığına uğratmadı ve mevcut rutini devam ettirdi. Neydi bu rutin?


Döviz açığını gidermek adına Merkez Bankası’nın belirlediği faiz oranları yerel veya uluslararası yatırımcılara konforlu ve yüksek karla para kazandırıyordu. Bu para da milletin cebinden gidiyordu. Vicdanları sızlatan bu uygulamalara dair içeride görüşler serdedilse de bu durum bir süre daha devam edecekti. Faizin, olması gerekenden yüksek tutulmasının döviz açığıyla ilgili sıkıntımıza derman olması gibi bir faydası vardı ve bu da paramızın değer kaybetmesini engelliyordu. Bunun uzantısında da enflasyon kısa sürede tek haneli rakamlara düşüvermişti. Uzun vadeli kredilerle otomobil ve özellikle de konut satışı patlamış bu da iş dünyasına ciddi manada canlılık getirmişti. Bu durumdan iktidar da memnundu, halk da, iş dünyası da. Fakat bu sürdürülmesi çok uzun sürmeyecek bir uygulamaydı.

Ak Parti iktidara geldiğinde 1,64 olan dolar, 22 Temmuz 2007’dedki yani 4,5 yıl sonraki seçimlere kadar yükselmeyi bırakın 1,27 seviyelerine gerilemişti. Ak Parti bir önceki seçimlerde % 34 olan oy oranını inanılmaz bir artışla % 46’ya çekti. Bunda ekonomik refahın etkisi muhakkak vardı. Bir de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefet ve yargının 367 manipülasyonuyla Ak Parti’ye tuzak kurması katalizör etkisi yapmıştı tabi.

Erdoğan ikinci dönemki hükümette Babacan’ı dışişleri bakanlığına kaydırıp ekonomiyi Mehmet Şimşek’e teslim etti. Şimşek mevcut politikaları devam ettirdi. Yaklaşık iki yıl sonra Babacan tekrar ekonominin dümenine oturtuldu. Farklı unvanlarla da olsa 2015 yılına kadar Babacan’ın ekonomideki amiral görevi devam edecekti. Haddizatında dışişleri bakanı iken de ekonomi yönetiminde etkisi bulunuyordu ve tam tersine dışişlerinde etkinliği yok denecek kadar azdı.

-----------------------------





İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

Free counters!
<!--

Yorumlar

  1. Emeğinize sağlık. Bir solukta okudum. İşim Yiğit Bulut kısmı ne zaman yayımlanır?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.