Ak Parti'nin Ekonomi Politikaları (4)

Türkiye’nin ekonomisini dünya ekonomisiyle karşılaştırarak gidersek daha doğru bir değerlendirme yapmış oluruz. 1996 yılında dünyada kişi başına düşen ortalama gelir (Dünya Bankası’nın Atlas Metodu’yla yaptığı hesaplamalara göre) 5.495 dolardı. Ak Parti’nin iktidar olduğu 2002 yılı sonunda ise 5.433 dolara gerilemişti. Yani dünya altı yıl boyunca ekonomik olarak büyüyememişti. Tam Ak Parti’nin iktidara geldiği sene başlayan ve 2013 yılına kadar süren küresel büyümeye şahit olduk. Bu, Erdoğan’ın pek çok kez tanıklık ettiğimiz talihlerinden birisidir. Dünya ortalama geliri bu 11 yıllık süreçte tam iki katına çıkmış ve 10.886 dolar olmuştur. Aynı dönemde Türkiye’nin 2002’de 3.590 dolar olan kişi başına milli geliri 2013’de 12.600 dolara yükselmiş ve üç katına çıkmıştır.

Hakkaniyetli olmak açısından pandemi sürecini dışardıda tutmak istiyorum. Bu yüzden 2013’den 2019’a kadarki aralığa göz atalım. 2019’da dünyada kişi başı gelir ortalaması 11.553 dolara yükselmiş durumda. Türkiye’nin kişi başı geliri ise 9.690 dolara geriledi.

1996-2019 arası Türkiye'nin genel ekonomik tablosu.

2013’den itibaren Türkiye bir dizi büyük badire atlattı. Bunlardan ilki Mayıs 2013’de patlak veren Gezi Olayları’ydı. Gezi’den sonra uzun süre istikrarlı bir eğilimi olan dolar kuru bir daha iflah olmadı. Gezi öncesi Erdoğan’ın AB ve ABD ile arası bozulmaya başlamıştı. Doğal olarak küresel baronların tetikçisi Fethullah Gülen ve müritleri de alttan alta Erdoğan’a tavır aldılar ve operasyona başladılar. Gezi badiresini atlatıp yavaştan istikrar otamı sağlanırken bu sefer FETÖ eliyle 2013 sonunda başlayan 17-25 Aralık Operasyonları patlak verdi ve ortalık tekrar karıştı. Erdoğan’ın 2014 yerel seçimlerinde ciddi bir kayıp yaşamaması FETÖ’nün hedeflediği sonuçları akamete uğratır ve yine istikrar havası hakim olmaya başlar. Diğer taraftan da 2011’de karışan Suriye’de 2013-15 aralığında savaş kızışmış ve ülkemize giriş yapan göçmen sayısı kat be kat artmıştır. Suriye Savaşı sadece göçmenlerin ekonomik yükünü değil, savaşa dolaylı şekilde müdahil olmakla askeri maliyetleri de beraberinde getirmiştir. Ardından 2016’da FETÖ’nün meşum 15 Temmuz darbe girişimi vuku buldu. Her biri ekonomiye menfi dramatik etkileri olabilecek hadiselerdi, lakin dolar kuru yine de ciddi bir yükseliş kaydetmemişti. Doların baskılanmış olmasından dolayı yukarı doğru bir trendi mevcuttu, fakat bu ekonomiyi sarsacak bir istikrarsızlık seviyesinde değildi.

Ancak derinden derine Yiğit Bulut’un eli ekonomiyi yönetmeye başlamıştı. Birçok ismi ekarte eden Bulut, Ali Babacan’ı da gözden düşürmeye başlamıştı. Uzun süre alkışlanan, prens ilan edilen Ali Babacan, aslında gelecekten çalmış başarısız bir ekonomistti. Ya da siyaset uyumlu ekonomi yönetiminde gayet başarılı, uzun vadeli ekonomik politikalarda sınıfta kalmış bir yöneticiydi desek daha uygun olur. Geç de olsa ilk defa doğru şeyler söylemeye başlamış, inşaat harici katma değerli ürün imalatından, sanayiden bahseder olmuştu. Ama Ağustos 2015’de bakanlık görevine son verildi. Sırada Erdem Başçı vardı. Başçı, Yiğit Bulut’un dolduruşlarıyla faiz düşürme takıntısı gelişen Erdoğan’ın taleplerine prim vermiyordu. Erdem Başçı iyi bir ekonomist, aklı başında bir bürokrattı. Ama 2016 Nisan’ında görev süresi bitti ve yeniden ataması yapılmadı. Yerine Murat Çetinkaya getirildi. Bu arada Ali Babacan’ın yerine atanan Cevdet Yılmaz dört ay sonra görevden alınarak yerine Mehmet Şimşek atanmıştı.

Erdoğan sürekli faizin düşürülmesi gerektiğini vurguluyor, her vurgulamasında da dolar kuru yükseliyordu. Yiğit Bulut kamuoyu tarafından sevilmeyen biri olduğu için, bir süre sonra medyada daha az görünmeye başladı. Ancak ekonomideki etkisi devam etti ve hala devam ediyor.


Murat Çetinkaya MB Başkanı olurken kulağı çekilmiş ve faizleri düşürmesi konusunda tembihlenmişti. İlk bölümde vurguladığım yüksek faizin ülkeye zararlarını tekrar hatırlatayım. Ama olması gerekenden düşük faiz oranı da aynı şekilde ülkeye ciddi zararlar veriyor. Çetinkaya döneminde yukarıdan gelen faizi düşük tutma etkisini göstermişti. Göreve başladığı gün 2,82 TL olan dolar kuru, görevden alındığında –yaklaşık 4 yıl sonra- 5,80 TL olmuştu. Yine de bu makul bir artıştı. Aslında doların hakkı daha fazlaydı. Yükselmesi de bekleniyordu. Ancak yatırımcı, sanayici ve esnaf istikrarsız kurdan rahatsız olur, yarını kestirememek iş dünyası için hep karabasan olagelmiştir. Faizi düşürmek gerekiyordu ki dolar biraz artsın, ihracat güçlensin. Bunun tedrici olması iş dünyasını rahatsız etmez. Çetinkaya döneminde Merkez Bankası nispeten yukarıdan gelen baskılara diş gösterebiliyordu. Erdoğan başkanlık sistemi sonrası ilk seçimi kazanmış, nüfuz alanı ve kudreti iyice artmıştı. Ekonomiyi yönetmek adına çok hevesli olan damadı Berat Albayrak’ı ekonominin başına getirdi.

Albayrak’ın ekonominin dümenine geçmesi ekonomi dünyasında önemli seviyede negatif algı oluşturmuştu. Açıkçası ben o zamanlar sırf Erdoğan’ın damadı diye vaveyla koparıldığını düşünmüştüm ve Berat Albayrak’tan umutluydum. Enerji Bakanı olarak çok başarılı bir performansı vardı. Meğer ekonomi çevreleri Berat Albayrak’ın ekonomi görüşlerini bildiklerinden böyle ses yükseltmişler. Yiğit Bulut’la ilgili yazımı kaleme aldığımda Berat Albayrak çiçeği burnunda ekonomi bakanıydı. Kendisinden ekonomideki Yiğit Bulut etkisini yok eder diye umutlanmıştım. İşletme mezunuydu, ekonominin temel kaidelerini biliyor olmalıydı ve hayalperest Bulut’u ciddiye almaz diye düşünmüştüm. İlerleyen dönemde gördük ki Albayrak da Yiğit Bulut’un büyüsüne kapılanlardan biriymiş.


MB Başkanı Murat Çetinkaya ekonomi troykasının (Albayrak, Bulut ve Erdoğan) istediği faiz indirimlerini hakkıyla yapmadığı için, Albayrak’ın da telkiniyle görevden alındı. İlk kez bir merkez bankası başkanı görev süresi dolmadan azledilmiş oldu. Bu bile başlı başına ekonomide tedirginlik yaratır. Yerine getirilen Murat Uysal tam bir emir kuluydu ve troykanın her dediğini yaptı.

Bu dönemde düşük faiz takıntısı ve uygulamaları tam anlamıyla hayat buldu ve doğal olarak dolar fırladı. Doları dizginleyebilmek adına, Merkez Bankası rezervlerinden piyasaya milyarlarca dolar para akıtıldı. Bir taraftan rezervler erirken diğer taraftan da doların yükselişi durdurulamıyordu. Bütün bunların sebebi faizin düşük tutulmasıydı. Birkaç puan faiz arttırılsa piyasa rahatlayacaktı, ama hep olması gerekenin altında tutuluyordu. Güneşe kar dayanmadığı gibi, bu deli saçması finans politikalarına da ekonomi dayanmazdı. Albayrak göreve geldiğinde 4,80 TL olan dolar kuru 28 ay gibi kısa bir sürede 8,35’e kadar yükselmişti. Ekonomik buhran kemiğe dayanınca hem iş dünyasından, hem halktan kamuoyu baskısı oluşmuş ve bu durum bir şekilde Erdoğan’a bildirilmişti. Ekonomik kriz öyle bir hal almıştı ki, Erdoğan varken asla dokunulamaz veya yaptıklarına karışılmaz diye düşünülen damat Berat Albayrak’ın bilgisi olmadan, MB Başkanı Erdoğan tarafından değiştirilmişti. Albayrak’a tam itaat eden Murat Uysal’ın yerine Naci Ağbal MB başkanı olarak atandı.

Albayrak bu operasyona kayıtsız kalmadı ve istifa etti. Emine Erdoğan’ın damadını ne kadar sevdiğini cümle alem biliyor. Erdoğan koca bir gün Emine Hanım’ın “istifayı kabul etme” baskısıyla siyasi ve ekonomi kurmaylarının “kabul et” kıskacında tırmaladı ve nihayet Albayrak’ın istifasını kabul etmeye karar verdi. Sadece bu durum bile dolar kurunu aşağı doğru yönlendirmeye yetti. Ancak herkes Naci Ağbal’ın MB Başkanı olarak ekonomi politikalarını merak ediyordu.

Ağbal bir-iki ay içerisinde hem banka çalışanlarına hem iş dünyasına kendisini kabul ettirdi. Ekonomi rayına oturmuş, istikrar beklentileri bir hayli yükselmişti. Fakat dört ay sonra ani bir kararla Erdoğan kendisini görevden aldı ve yerine Şahap Kavcıoğlu’nu atadı. Piyasalarda deprem etkisi yapan bu operasyonun arka planına bir göz atmak gerekiyor. Berat Albayrak’ın kendisini görevinden eden önemli aktörlerden birisi olan Naci Ağbal’dan hiç haz etmediğini biliyoruz. Ayrıca MB üst düzey kadrolarında Albayrak’ın adamları hala görev yapmaktaydı. Rivayet odur ki, Naci Ağbal önceki dönemlerde MB rezervlerinden piyasaya sürülen dövizlerin izini sürmek için harekete geçmiş. İçerideki kuşlar hemen Erdoğan’a haber uçurmuş. Erdoğan da tüm piyasa risklerini göz önüne alarak kendisini görevden almış. Şayet bu senaryo doğruysa vay halimize.

Medyaya Ağbal’ın görevden alınma sebebi olarak faizleri düşürmemesi lanse edildi. Oysa Ağbal bütün detaylarıyla mevzuyu Erdoğan’a anlatmış, ikna etmiş ve hareket planını da bildirmişti. Bu açıdan baktığımızda Ağbal’ın kaybolan rezerv araştırmasından dolayı görevden alınma ihtimali bir hayli yüksek. Araştırma ipinin ucunda kimler olduğunu merak ediyorsunuzdur belki. Ben de ediyorum ve fakat bilmiyorum. Ama düşük faiz troykası olduğunu tahmin etmek güç değil.


Naci Ağbal vatansever, iyi niyetli, çalışkan, mevzuya hakim ve mütevazı bir MB başkanıydı. Muhtemelen Cumhuriyet tarihinin en iyi başkanı olacaktı. Yazık ki ne yazık.

Berat Albayrak döneminde düşük faiz takıntısını bir tarafa bırakırsak güzel işler yapıldı. Ülkeyi dingonun ahırına çeviren birçok uygulamadan vazgeçildi. Bütün bunlara rağmen düşük faiz uygulamalarıyla  ekonomiye makro ölçekte büyük zarar verildi ve bedelini milletçe ödüyoruz. Ayrıca istatistiki verilerde yapılan manipülasyonlarla halkın aldatılması da Albayrak döneminin önemli bir ayıbıdır.

Gelelim Erdoğan’a. Kerameti kendinden menkul büyük ekonomist(!) Yiğit Bulut’un büyüsüne kapılmış hep aynı nakaratı tekrar ediyor: “Faizleri düşürün.” Öyle ki, tam dolar biraz stabilize oluyor derken bu açıklamayla tekrardan fırlıyor. O kadar da sık zikrediyor ki anlamak imkansız. Bazıları doları yükseltmek için kasten söylediğini düşünüyor. Ama yükselen dolar, düşen alım gücü, istikrarsız ekonomi halkı ve iş dünyasını kendinden her gün soğutuyor. “Çok yoruldum, bir daha seçilmek istemiyorum” diye düşünüyorsa güzel taktik doğrusu. Ama ülkenin kaderiyle oynamadan da pekala bunu becerebilir. Bu ihtimale hiç şans vermiyorum. Doları yükseltip, milleti bunalttıktan sonra seçimlere yakın doları düşürüp ekonomiyi toparlayarak ters algı yapmak istiyor desek o da düşük ihtimal. Bence bal gibi düşük faiz takıntısından dolayı bu açıklamaları yapıyor.

Erdoğan geçenlerde “Benim uzmanlık alanım ekonomi” diyerek kendisini komik duruma düşürdü. Ekonomiden bir gram anlamıyor. Anlaması da gerekmez. Ama bu kadar iddialı bir kelam söylemesine de gerek yok. Bir başka fecaat açıklama: ”Enflasyonda faiz sonuç değil, sebeptir.” Madem öyle söyle MB’sına faizi sıfırlasın, enflasyon da sıfırlansın, oh misss. Akıllara seza bu açıklamalar hep Yiğit Bulut’tan mülhem olarak yapılıyor. Şimdi hemen “Erdoğan iyi, yanındakiler kötü” retoriğine dönmüş gibi oluyorum değil mi? Hayır, Erdoğan Yiğit Bulut gibi bir şahsı yanında saklıyor, akıl alıyor ve dahi ülke ekonomisini bu akılla yönetmeye kalkıyorsa bu Yiğit Bulut’un değil doğrudan Erdoğan’ın kabahatidir.

Erdoğan dönemi ekonomi politikalarını notlayarak yazımızı nihayetlendirelim. 2015’e kadar ekonominin politik ranta dönüşme kısmında pekiyi ancak ekonomik realitelere göre zayıf bir ekonomi yönetimi vardı. 2015’ten sonra politik olarak sonuç almada çok zayıf, ekonominin gerçek verilerinde de başarısız. Genel olarak Erdoğan dönemi ekonomi politikaları 10 üzerinden 3,5-4 ancak alır.

Devletimizin bağımsızlığı için mücadele verilen şu günlerde dışarıdan gelen operasyonları görmemezlikten gelmiyorum elbette. Ama mevzuyu bekaya bağlayıp, her yanlışın sonucunu dış güçlere yükleyen algı politikalarına da karnımız tok artık. Bütün bu şartlara rağmen hala en iyi seçeneğin Erdoğan olması da Türk siyasetinin acıklı tablosunu ortaya koyuyor doğrusu. Sık sık söylüyorum, tekrar vurgulayarak bitirelim: Türkiye’nin vasattan hallice bir iktidarı, ama berbat bir muhalefeti var.




İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

Free counters!

Yorumlar

  1. ağustostan bu tarafa köprünün altından çok su aktı. yazının beşincisi gelse keşke

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.