Travmalar Harmanı (1)
Bir önceki yazımda, okul öncesi dönemin bir ülkenin
geleceğinin inşasında ne kadar ciddi bir enstrüman olduğunun altını çizmiş ve
bu konuda devletin ciddi reformlar yapıp, tedbirler alması gerektiğini
vurgulamıştım. (Bkz Eskiyen Sensin Dostum)
Kıymetli okurlarımdan bir dizi eleştiri geldi. “Sorunu
ortaya koymuşsun ama topu devlete atmışsın” dediler. Uzun bir süredir bu eğitim
mevzularına kafa yorduğumdan ve okurlarımdan aldığım cesaretle, üstüme vazife
edinerek okul öncesi eğitimde uygulanması gereken tedbirler ve çizilmesi
gereken yol haritasını ana hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağım.
Türkiye’de 2018 başlangıcı itibariyle okul öncesi eğitimde yarı
yarıya bir kapsayıcılık olduğunu belirtelim. O da, son on yıldaki yatırımlarla
ancak bu seviyeye gelmiş durumda. Bu tür yatırımların ekonomik güçle doğrudan
ilişkili olduğunu göz ardı etmiyorum elbette. Ama çocuklarımızın tamamının en
kısa sürede okul öncesi eğitimden geçecek bir alt yapıya kavuşturulması
gerektiğini belirtelim. Mevcut anaokullarındaki eğitim kalitesine daha sonra
değineceğiz.
Paranız çok değilse, kuracağınız okullarda mali optimizasyonu
göz ardı etmemelisiniz. Hatta paranız çok olsa bile ülke kaynaklarını çarçur
etmemek adına verimli sonuçlar alacağınız eğitim kurumları tasarlamanız
gerekiyor. Buradan hareketle sadece ana okullarının değil, tüm orta öğretim
kurumlarının büyük ölçekli yerleşkeler şeklinde dizayn edilmesi gerektiğini
savunuyorum. Gerekçelerini yazacağım. Büyük yerleşke ve çok öğrencili okulların
en büyük dezavantajı yolların uzaması ve okula taşınacak öğrencilerin
maliyetinin artmasıdır. Petrol ithal eden bir ülke olarak, bu önümüzde ciddi
bir handikap olarak duruyor. Ancak büyük çaplı okulların bize sunacağı çok
önemli fırsatlar var. Bunları da yazımızın ilerleyen bölümlerinde açıklayacağım.
Anaokulu eğitiminde en önemli avantajımız meleke kesbedecek
karakter eğilimlerinin ve donanımların çok etkili ve kolayca verilebilmesidir.
Örnekleyerek açıklayalım. Mesela yüzme öğrenmek 5 yaşında bir çocuk için çok
daha kolay ve ucuz maliyetler içerirken, bu işi gençlik dönemi veya
yetişkinliğe bıraktığımızda önümüze daha uzun bir süreç çıkar ve verimsiz
sonuçlarla karşılaşırız. Belki basit gelecek ama bisiklet sürmek gibi sıradan
hobilerden, dil öğrenmek gibi karmaşık yeteneklere kadar pek çok yükleme erken
yaşlarda yapıldığında çok daha kolay, başarılı ve ucuz maliyetlerle üstesinden
gelebileceğimiz konular.
Mesela halihazırda, dil öğrenebilsinler diye hazırlık
sınıflarında çocuklarımızın bir yılını heba ediyoruz, çektikleri işkence cabası.
Dili doğru dürüst öğrenebildikleri yok. Bu işi becerebilen az miktarda
öğrencinin de berbat bir aksanları var. Bu verimsiz sürecin bize bireysel bazda
ve bunun uzantısı olarak ülke çapında çok ağır maliyetleri var. Oysa 3-4
yaşlarındaki bir çocuğun yeni bir dili öğrenmesi sadece 2-3 aylık bir süreçte
gerçekleşiyor. Çocuk farkında bile olmuyor lisanı öğrendiğinin. Her dilin
gramatik olarak bir matematiği var. Çocuğun bu matematiği benimsemesi ve
içselleştirmesi hem kusursuz şekilde, hem çok kısa sürede olmaktadır. Fazladan
dildeki sesleri ve aksanı da aynen kopya ederek ana dil seviyesinde yeni bir
dile vakıf olabiliyorlar. Son dönemlerde çeviri yazılımlarının çok geliştiğini
göz önüne alarak, 15-20 yıl sonra herkesin birbiriyle lisan çeviriciler
üzerinden rahatça anlaşabileceğini kestirebiliyoruz. Ama bir yabancıyla sıcak
ilişki kurmak sadece karşındakine meramını anlatmakla olmuyor, yaptığı espiriyi
anlamak, imalarına karşılık verebilmek gibi dile çok daha derin bir vukufiyet
gerektiren yeteneklere haiz olmanız lazım. Sıcak bir ilişkinin hem ticarette,
hem bürokraside, hem kültürel aktarımda ne kadar etkili olduğunu, aşılmaz
sanılan bariyerleri nasıl parçaladığını hepimiz gayet iyi biliyoruz.
Spor ve müzik yeteneklerine de ne kadar erken yaşlarda
pozitif müdahalede bulunursanız o kadar etkili olur, güçlü ilerlemeler kaydedersiniz.
Sağlıklı bir beden gelişimi ve doğru bir psikolojik arka plan için de erken
çocukluk dönemi tedbirlerinin uzun vadede muhteşem sonuçları olacaktır.
Asıl ve en çok ihtiyaç duyacağımız gelişim kültürel ve
ahlaki kodların bu dönemde verilmesiyle olacaktır. Bir insanın yapmaması
gereken davranışlara ket vurabilmek için erken yaşlarda bu hareketlere tevessül
ettiklerinde ağır cezalar ödeterek zihninde travmatik bir bariyer oluşturmamız
gerekiyor. Travma negatif yüklü olduğu kadar veriliş biçimine göre pozitif
şekilli de olabilir. Aynı şekilde çocuğun ileride sahip olmasını istediğiniz
davranış kalıplarından numune sergilediği durumlarda onu derinden
etkileyeceğini düşündüğünüz ödüllerle pozitif travmalar oluşturabilmeliyiz.
Milli Eğitim camiasında yıllardır dillere pelesenk edilmiş “değerler
eğitimi” diye süslü bir ibare duyarsınız. Kulağa hoş geliyor doğrusu. Ama kimse
bunun nasıl yapılması gerektiğine dair bir metodoloji ortaya koymuyor. İşin
gülünç tarafı okullarda bugüne kadar değer eğitimi de fazlasıyla verildi, ama
adı böyle fiyakalı değildi. Hatırlayalım, büyüklere saygı, küçüklere sevgi,
yere çöp atmamak, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak, zayıfı ezmemek, tutumlu
olmak gibi birçok öğreti defalarca tekrarlandı durdu öğretmenlerimiz
tarafından. Bu kadar tekrara rağmen insan kalitemiz ortada. Demek ki bu yöntem
oldukça başarısız. Yani şifahi olarak çocuklara şunu yapmayın, bunu yapın
demenin randıman vermediği ortada. Pekala ne yapmalı?
Yukarıda bahsettiğim, çocukların ruhunu travamatik nakışlarla
şekillendirmek en etkileyici yöntem. Ama bu travmaların tamamı kontrollü
olmalı. İşte bir müfredat veya yöntem geliştirilecekse tam da bu çerçevede
geliştirilmeli. Bir çocuğa yalan söylediğinde verilecek ağır cezanın veya yalan
söylemediğinde verilecek etkileyici ödülün ne olduğunu tesbit etmek de
fazlasıyla önemli. İki örnekle ne demek istediğimi açıklamaya çalışayım.
Ortaokul yıllarında yaşadığım bir hadise karakterim üzerinde
dramatik bir etki yarattı. Annem yarım ekmek almak için bakkala yollamıştı.
Bakkalda 20 yaşlarında bir abi vardı. Ben yarım ekmek isteyince, hazırda yarım
ekmeği olmadığından bir tane tam ekmek çıkarıp tezgaha koydu. Hikayemizin en
can alıcı kısmı burada gerçekleşti. Bakkal bıçağı ekmeğin üstüne getirdi ve
bana sordu: “Bıçak tam ortada mı?” Bıçak bariz bir şekilde ortada değildi,
neredeyse %40’a %60 oranında duruyordu. Ben “Evet tam ortada” dedim. Ekmeğin
büyük parçasını alacağımı hayal ederek bilerek yalan söylemiştim. Bakkal ekmeği
benim dediğim yerden kesti ve küçük parçayı bana uzattı. Sağlam bir gol
yemiştim. Ancak hemen pes etmedim. Diğer parçayı istedim. Bana şöyle bir cevap
verdi: “Bıçak tam ortada duruyor demedin mi? Tam ortadan kestiğimize göre iki
parça da eşit. Niye diğer yarımı istiyorsun ki?” Yalan söylediğime mi,
namussuzluk yapmaya teşebbüs ettiğime mi yoksa ekmeğin küçük parçasını almak
zorunda olmama mı yanayım bilemedim. Fazlasıyla mahcup olmuştum. O günden sonra
haksızlık yapmamak üzerine güçlü bir şuur edindim. Bakkal lise mezunu bir
abiydi, belki de eğlenmek için bana oyun oynamıştı, ama pek çok anlı şanlı
eğitimciden daha zekice ve zarif bir “değer eğitimi” metodu geliştirmişti.
İkinci örneğim bir darb-ı mesel. Padişahın biri oğlunun eğitimi için bir hoca tahsis etmiş ve
şehzadeye “Bu hocanın her dediğine uyacaksın, itiraz etmek yok. Sana ceza
verirse de gıkını çıkarıp, şikayet etmeyeceksin” demiş. Şehzade akıllı ve
uyumlu bir delikanlı olduğundan her dersi başarıyla veriyor, hocasının
talimatlarına harfiyen uyuyormuş. Bir sabah hocası gelip duvarda asılı
sopasıyla şehzadeyi falakaya yatırmış. Şehzade ne için dövüldüğünü anlamamış,
bildiği bir kabahati yokmuş. Ama itiraz da edememiş. Hocasına o günden sonra derinden
derine bir hınç duymuş. Yıllar geçip padişah ölünce şehzade tahta oturunca ilk
işi hocasını çağırmak ve hesap sormak olmuş. “Ey hoca bana çok şey öğrettin,
ama o gün hiç günahım yokken beni acımasızca dövdün. Bugün o dayağın hesabını
vereceksin” demiş. Hoca “Hünkarım, o da bir dersti” diye cevaplamış. Padişah “Ne
dersi?” deyince, “Zulüm dersi” demiş, “Hiçbir suçu olmadığı halde cezaya tabi
tutulan, yani zulme uğrayan bir insanın neler hissettiğini anlamanız içindi”.
Öyle değil mi ya? Bir şehzade hiçbir zaman haksızlığa veya zulme uğramaz ve
böyle bir durumda neler hissedileceğine dair bir empati kurması da bir hayli
güçtür. Güçlü ailelerin, zenginlerin, makam sahiplerinin çocuklarına bu tür
eğitimler verilmediğinde, nasıl zalim, şımarık veya hoyrat olabildiklerine
hepimiz şahit olmadık mı?
Eğitimcilerin teorik asıp kesmeleri bırakıp son iki
paragrafta anlattığım yöntemlere benzer yüzlerce pratik eğitim paketleri
düşünmesi ve hazırlaması gerekiyor. Bunları ana okulu öğretmenleri yetiştiren
okullarda öğretmenlere teker teker öğretmesi gerekiyor.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.