Bazen Yenilgide Hayır Vardır
Konumuz İsrail’in
İran’a saldırması. Biraz geriden alarak 12 gün süren bu savaşın sonuçlarını
analiz edelim.
İran, 1979
Devrimi’yle şah dönemindeki Amerikan sömürgesi ülke kimliğini reddetmişti.
Muhtelif ambargo ve dış müdahalelere rağmen Molla Rejimi beka problemi
yaşamadan yoluna devam etti. Devrim sonrası birçok devlet adamı suikastlerele
öldürülmüştü. Sonrasında Irak bir bahaneyle İran’a saldırmış ve İran 8 yıl
boyunca kafasını kaldırıp yoluna bakamamıştı. Humeyni’nin organize etmesiyle
Lübnan’daki Şiiler Hizbullah’I kurarak İsrail’in başına bir jandarma diken
İran, SSCB’nin yıkılmasıyla önemli bir fırsat yakaladı. Rusya’da ortalığı toz
duman götürürken SSCB’nin kritik görevlerde yer alan bazı isimleri bu kargaşayı
ekonomik çıkarları için kullanmış ve birçok kıymetli maden ve teknolojik
kabiliyeti başka ülkelere satmıştı. İran nükleer silah yapımıyla ilgili ‘know-how’ı
bu dönemde ithal etmeyi başardı.
İran’ın
nükleer programı İsrail için çok ciddi bir başağrısı. Çünkü bir savaş
konvansiyonel silahlarla başlasa da nihayetinde sıkışan ve beka problemi
yaşayan hükümetler veya devletler, nükleer silahı varsa bunu çekinmeden
kullanabilir. Rusya’nın Avrupa’ya sürekli nükleer silahlarından bahsetmesi,
Pakistan’ın “beka problemi yaşarsak Hindistan’a karşı nükleer silah kullanmaktan
kaçınmayız” demesi hep bu sebepten. İsrail’in kendisi nükleer silaha sahip olsa
da, İran’ın böyle bir güce ulaşmasının ne kadar caydırıcı bir etkisi olacağını
gayet iyi biliyor.
İran’ın nükleer tesis inşa etmesi ve bu tesiste uranyum zenginleştirmeye başlaması İsrail, Amerika ve Batı devletlerini fazlasıyla tedirgin ettiğinden, ambargo ve diplomatik baskılarla bu sürecin nükleer bomba yapımına erişmesini engellemeye çalıştılar. İsrail hem siber saldırılarla, hem bilim insanlarına düzenlediği suikastlerle İran’ı durdurmaya veya en azından hızını yavaşlatmaya çalıştı.
Uranyum
zenginleştirmesi zaman skalasında logaritmik bir gelişim gösterir. Yani %20
zenginleştirme örneğin 30 yıl alıyorsa da %20’den %100’e zenginleştirmek 3-5
yıl içerisinde tamamlanabilir. İran uranyum zenginleştirme yolunda son düzlüğe
girmişti ve İsrail ne yapıp edip bunu durdurmalıydı. İşte savaşın başlama
gerekçesi de buydu. İsrail bu süreci çok önceden tahmin ettiğinden
hazırlıklarına da o dönemlerde başladı.
İsrail’in 6
Gün Savaşları’nda üç Arap ülkesini perişan etmesindeki anahtar aksiyonu istihbari
çalışmalardı. İsrail’in istihbarat alt yapısı ve geleneği bir hayl güçlü. İran’a
sızmanın en doğal yolunu da bulmuşlardı. Önce Azerbaycan’a sızacaklardı.
Yaklaşık yirmi yıldır Azerbaycan’a sıkı bir müttefik gibi davranıyorlar ve
özellikle yüksek savaş yetenekleri içeren silahları vermekten beri
durmuyorlardı. Nitekim Azerbaycan Karabağ savaşında sadece Türkiye’den değil,
İsrailden de silah ve mühimmat yardımı almış ve böylece muzaffer olmuşlardı.
Azerbaycan,
İsrail’in Gazze katliamına tepki göstermeyen tek İslam ülkesi oldu. Zaten Azeri
arkadaşlarla görüştüğümde hemen herkeste İsrail sempatizanlığı gördüm.
Haddizatında benim veya Türklerin İsrail’e duyduğumuz nefreti anlamakta güçlük
çektiklerini söylüyorlardı. Azerbaycan’da devlet medya kanalları üzerinden
yapılan propoganda sayesinde İsrail’in dost ve kardeş ülke algısı hakim
kılınmıştı.
İsrail bu
kadar jestten sonra Azerbaycan’da at koşturmak için alan bulmuştu. İsrail,
ajanları ve yumuşak etki aktörleriyle çok sayıda Azeriyi kendi safına çekerek
istihbarat faliyetlerini güçlendirdi. İran’da 30 milyona yakın Azeri yaşıyor.
Bunların bir kısmı Azerbaycan’dakilerle akraba. Dini gerekçelerle Meşhed ve Kum’a,
ticari ve turistik nedenlerle diğer büyük şehirlere her yıl milyonlarca Azeri
girip çıkıyor. İşte İsrail bu dini, ırki, duygusal trafikte Azerbaycan üzerinden
İran’daki Azerilerle kontak kurup çok sayıda ajan devşirdi.
Hatırlarsanız
Haniye suikasti sırasında iki Devrim Muhafızı casusluk yapmış ve sonrasında
Avrupa ülkelerine kaçmıştı. Aslında buradan bile İran’ın mevzuya uyanması
gerekiyordu. Zaten savaş da büyük oranda istihbarat üzerinden başladı ve bitti.
Yakalanan İsrail ajanlarının neredeyse tamamının Azeri olması her şeyi
açıklıyor.
Savaşın ilk
iki günü adeta tek taraflı bir dayak gibi seyretti. İsrail uçakları İran hava
sahasında elini kolunu sallaya sallaya bombalama yapıyordu. İran’da konuşlanmış
İsrail casusları da dronlar vasıtasıyla İran’ın hava savunma sistemlerini imha
ediyor, ayrıca nokta atışı bombalamalarla suikastler düzenliyorlardı. İran’ın Rehber
(Hamaney) ve CB (Pezeşkiyan) hariç neredeyse tüm üst düzey siyasetçileri, komuta
kademesinin tamamı ve çok sayıda nükleer fizikçi katledilmişti. Hamaney ve
Pezeşkiyan’a dokunulmamasının nedeni ABD’nin karşı çıkmasıydı. Yoksa onları da
rahatlıkla öldürebilirlermiş.
İran ancak
birkaç gün sonra kendisine gelip karşı saldırıda bulunabildi. Savaş boyunca tek
uçağını bile kaldıramayan İran, ancak füzeler ve dronlarla karşılık
verebiliyordu. Bu saldırılarda da çok etkili olamamış, İsrail hava savunma
sistemi (Demir Kubbe) tamamına yakınını yok etmişti. Sonraki günlerde İran’ın
hipersonik füzeleri yollamasıyla İsrail’de bir kısım zayiatlar oldu. Ancak bu kayıplar
İran’ınkinin yanında devede kulak kalacak cinstendi.
İran’ın
füze ve dronları Demir Kubbe’nin füze stoğunu eritmekle kalmamış, on
milyarlarca dolar maliyete sebep vermişti. Diğer yandan İsrail, İran’da neredeyse
tüm stratejik tesisleri imha etmişti. Savaşın bitmesi gerekiyordu. İsrail ABD’ye
kendileri adına bir gövde gösterisi yapması için baskı kurdu. ABD de ağır
bombardıman uçaklarıyla İran’ın nükleer tesislerini vurdu. Böylece takati
kesilen İsrail, olur da İran savaşı devam ettirmek isterse, “Bak abim var,
canını yakar” mesajı vermiş oldu. İran zaten çok yıpranmıştı ve ateşkesle savaş
sona erdi.
ABD’nin
İran’ı adamakıllı vurmaması ve rejim değişikliğini istemediğini belirtmesi de
ayrı bir strateji. İran’ın demografik dağılımına baktığımızda kuzeybatıda
Azeriler, batıda Kürtler, güneybatıda Araplar, güneydoğuda Beluclar,
kuzeydoğuda Afgan ve Türkmenler olduğunu görürüz. Bu azınlıkların Azeriler
hariç tamamının Sünni olması da ayrı bir dert. Sadece ülkenin orta kesminde Farisi
nüfusu hakim. Bir iktidar zafiyeti veya kargaşada İran 7-8 parçaya
bölünebilirdi. Zayıflamış bir İran da, başta Türkiye olmak üzere bölgedeki
diğer devletlere ciddi jeopolitik avantajlar sunardı.
İran’ın kaybettiği stratejik tesislerin geri kazanılması hem ekonomik, hem zamansal olarak büyük bir bedelle mümkün. Yani İran bu savaştan sonra bir süre patinaj çekecek. Ancak zenginleştirilmiş uranyumları korumayı başardılar. Asıl nükleer reaktörlerinin de en kritik yerleri imha edilemedi. Yani nükleer programları ciddi bir yara almadı. Bu da yakın vadede ortalığın tekrar kızışma ihtimalini artırıyor.
İsrail’in askeri
ve teknolojik tesisleri ciddi bir hasar almadı. Meskun mahallere düşen füzeler
de sadece binalara zarar vermiş, ağır can kaybı oluşturmamıştı. Malatya-Kürecik’te
konuşlanan radar sayesinde İran füzelerin ateşlenmesini erkenden öğrenen
İsrail, vatandaşlarının sığınaklara geçmesini sağlayabilmişti. Türkiye diplomatik
olarak her ne kadar İsrail’I kınamış ve İran’ın yanında durmuşsa da, Kürecik’i kullandırarak
İsrail’e dolaylı destek olmuştur. Bu radar üssü olmasa İsrail’de sivil can
kaybı kat be kat fazla olabilrdi. Bu da İsrail’in Yahudi nüfusunu ülke içinde tutma
kabiliyetini bir hayli sarsardı.
Savaşı
İsrail değil de İran kazansaydı, ya da başa baş bir savaş olsaydı ne olurdu?
Fazlaca yıpranan İsrail nükleer füzeyle bir İran şehrini yok ederdi ve savaş yine
sona ererdi. Evet, nükleer silah kullanmak çok tehlikeli bir karar. Uluslararsı
kamuoyu istediği kadar bağırsın çağırsın İsrail bir şekilde algı yönetimi ve
siyasi şantajlarla bu badireyi atlatırdı. Biraz pahalıya mal olsa da bu işin
üzerine sünger çekebilirlerdi. Bir İsrailli yetkili yıllar önce verdiği bir
demeçte “İsrail’in tek bir muharebe kaybetme lüksü dahi yoktur”diyerek olaya
bakış açılarını dile getirmişti. Bu yenilgiyle İran, hem nükleer bir felaketten
kurtuldu, hem de nükleer programına ağır hasar verilemediği için ana omurgasını
korumuş oldu. Benzetmek gerikirse, deprem bekleyen bir şehrin depremi orta
hasarla atlatmış olması gibi bir durum.
Savaş
sonucunda bazı gerçekler de günyüzüne çıktı. İsrail’in istihbarat işinde hala
mahir olduğunu gördük. Buna mukabil İran’ın istihbarata karşı koyma
kabiliyetinin de bir o kadar zayıf kaldığına şahit olduk. İran’ın hipersonik
füze yeteneklerinin çok geliştiğini, ama elektronik harp unsurlarının hayli başarısız
olduğunu anladık. Savaş uçağı teknolojisinde de bir gram yol almamışlar. Programından
çıkartıldığımız günden beri F-35’ler hakkında “şöyle kötü, böyle arızalı”
diyerek hükümet lehine algı oluşturan medyamızın halkımızı nasıl kandırdığını
da görmüş olduk.
Benim tahminim İsrail’in İran’ı bir süre sonra tekrar vuracağı yönünde. Ama artık sadece İran değil, Türkiye de hedef tahtasına girecek. Bunun sinyallerini çok sayıda İsrailli yönetici verdi, vermeye devam ediyor. Türkiye bu savaşa ne kadar hazır, neler olabilir? Bunu da başka bir yazıda konuşalım. Sağlıcakla kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.