Çayna
Dünyanın modern çağ üzerinden yaşadığı başkalaşımı en güzel tanımlamış isim David Harvey’dir. Çağdaş sosyolojinin en güçlü teorisyenlerinden olan Harvey, “zaman ve mekân sıkışması” diyerek özetlediği post modern dönemi üç anahtar kelimeyle hafızalara kazımış oldu.
Zaman ve
mekan sıkışmasının “değişim hızının ivmelenerek artması”, “doğal döngülerinin
kısalması” gibi dünyanın işleyiş algoritmalarını değiştirebilecek pratik
etkileri olacak. Bu metamorfoz, yıkılmaz kabul edilen pek çok doktrin veya
kabulün temeline dinamit koyabilir. Yaşadığımız/yaşayacağımız sancılı değişimlerin
diğer veçhelerini bir kenara bırakarak, bu dönüşümün devlet yönetim mekanizmalarına
tesirini mercek altına alalım.
Hayat gerçekten fena hızlandı, her geçen gün de hızını arttırıyor. İlk çağlarda insanlar yetişkin olana kadar edindikleri tecrübelerle yaşam boyu idare edebiliyorlardı. Hayatın kurgusunu sadece deprem, kuraklık gibi fevkalade tabii afetler sarsabiliyordu. Elbette insanoğlunun zekâ ve becerileri üzerinden yaşadığı gelişim de sosyal hayatın dinamiklerine ciddi etkide bulunuyordu. Ama frekansı çok düşüktü. Bugün bizim bir yılda yaşadığımız değişimi bin yılda bile yaşamamışlardı. Ateşin, yazının, tekerleğin bulunması gibi radikal kırılmaların aralıkları bin yıllarla ölçülebilecek kadar seyrekti. Gerek kurumsal bazda, gerekse bireysel planda bu kırılmalara aheste tepkiler veriliyordu. Uyum için gerekli sürenin uzun olması da, gevşek, düşük tempolu bir değişime fırsat tanıyordu. Bireysel olarak yeniliklere uyum sağlamadığınızda içtimai pozisyonunuz veya hayat konforunuz fazla zedelenmiyordu. Dahası devlet ya da ticari kurumlar gibi tüzel yapıların icatlar üzerinden gelişen yeni düzene adapte olmaması veya yavaş kalması bile etkilerini kısa vadede göstermediğinden kimse hesap sorma arzusu veya suçluluk kaygısı yaşamıyordu. Devletin değişen zamana uyumda yaptığı hata belki devleti yüz sene sonra çökertiyordu ama, bu artık hatayı yapanların değil tarihçilerin sorunu oluyordu. Şimdi öyle mi ya?
Üstad İsmet
Özel’in “Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar
/ ben yaşarken koptu tufan /
ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat”
dediği kadar var. Bir insan ömrü, neredeyse bütün fragmanları yeni baştan dizayn
edilen farklı bir dünyayı temaşa etmeye yetecek kadar uzun kalıyor bu değişim
hızında. İnsanların değişime çabuk tepki vermesi önemli, ama devletlerin /
kurumların hızlı reaksiyon göstermesi çok daha büyük ehemmiyet arz ediyor.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Felsefi arka
planı pozitivistlerce kurgulanan modern dünya, mevzubahis değişimin bilim ve
teknoloji üzerinden baş müsebbibi oldu. Pozitivizm sosyal hayattan yalıtılmış bir
ideoloji olmadığından siyasetten ekonomiye, içtimai hayattan sosyal algılara kadar
pek çok alanda kendi doktrinini insanlığa dayatmaktan beri durmadı. İşte bu
topyekün sarmalamanın en kıymetli çocuklarından “demokrasi” de böylelikle baş
tacı edildi.
Siyasetin
demokratik merkezli tasarlanması sıradan insanlarda ciddi bir karşılığa sahip. Sanki
karar verme yetkisi kendisindeymiş gibi nefsi gıdıklayan bir yanı var.
Demokrasiyi bir şekilde cari kılan teorisyenler insanlardaki bu teveccühü
görünce “dünyanın sonuna geldik” diyecek kadar cezbeye kapıldılar. Halbuki
şimdilerde pozitivist aklın bir çocuğu diğer bir çocuğunu idam sehpasına
yollamak üzere.
Demokrasi
çok seslilik, farklı görüşlere açık olma ve bunun uzantısı olarak saçma sapan
birçok öneriyi dinleme ya da dinler gibi yapmayı da içeren, herkesin gönlünü
alma eğilimi olan bir yönetim şekli. Bu kurgunun, ideal diye pazarlanan demokrasinin
karar alma mekanizmalarını bir hayli hantallaştırdığı aşikâr. Yani ister
devlet, ister şirket, ister STK olun demokratik teamüllerle yönetiliyorsanız yavaş
karar alan, değişime hızlı tepki veremeyen bir yapıya duçar oldunuz demektir. Bir
taraftan baş döndürücü hızda değişen dünya, diğer yandan ağır aksak tepki veren
demokratik kurumlar. Bu tam tanımıyla kaybetmenin yazgısıdır.
Demokrasinin
fikir babası ve en yoğun uygulandığı Avrupa’nın paralel şekilde bu süreçte en ağır
darbeyi alacağını düşünüyorum. Demokrasi artık modası geçmiş bir yönetim
şeklidir ve demokraside ısrarcı davranan milletler çok da uzun olmayan bir
vadede kaybetmeye mahkûmdurlar.
Burada
önümüze zorlu bir problem düşüyor; madem demokrasi günümüz dünyası için
geçerliliğini yitiriyor, işlerliği güçlü siyasi bir model için nasıl bir kurum
tesis etmeliyiz? Bu soruya cevap ararken demokrasiden çok fazla uzaklaşmamak
ama bir yandan da demokrasinin ana eksenini terk etmek gibi ambivalent bir yaklaşım
sergilememiz gerekiyor. Açalım.
Nihai
hedefimiz çabuk karar alan bir mekanizma yaratmak. Bu olmazsa olmazımız. Demokrasi
bize bu ereğimizde köstek oluyor.
Bir taraftan
çabuk karar almamız gerekirken diğer yandan bu kararların doğruluk değerini en
yüksek seviyede tutacak bir kurgu inşa etmemiz elzem. Burada da demokrasini
felsefi arka planını öncüllememiz gerekiyor. Aslında bu demokrasinin babasının
malı bir riyaset felsefesi değil. Yüksek istişari uygulamalar yerleşik düzene
geçildiği günden beri hep var olagelmiş. Bir bakıma “demokratik oligarşi”den
bahsediyorum. Yani kastımız görev süresi namütenahi oligark bir zümre değil. Gerektiğinde
halkın irade gösterip yenileyebileceği (demokrasi), ama görevde bulunduğu
müddetçe çok güçlü otoriteyle hüküm verebilecek bir seçkinler grubu (oligarşi).
Kabaca
çerçevesini sunduğum bu yönetim şekline en çok yakınsayan yönetim şekli
başkanlık sistemi. Türkiye’nin çok doğru bir zamanda geçtiği bu sistem için “yetmez
ama, evet” diyebiliriz.
Dünyadaki
değişimin farkında olan ve son yıllarda hızlı karar alma mekanizmaları geliştirmeye
çalışan çok sayıda şirket var. Küçük gruplar üzerinden karar alma sistemleri
geliştirme çabası içindeler. İçinde yaşadığınız habitat size kendi şartlarını
dayatır. Şirketler ticari dünyanın değişen temposunu iliklerine kadar hissetmiş
olmalılar ki bu türden değişim reaksiyonları vermeye başladılar.
Devletler
daha büyük yapılar olduğundan sorunun varlığını geç fark edip çözüm
arayışlarına da geç başlıyorlar. Bu yüzden hasbelkader mevcut şartlara imtizacı
yüksek bir sistemi olan devletler büyük avantaj yakalıyorlar. Mesela Çin
Komünist Partisi, Rus Politbürosu mezkur hızlı karar alma yeteneklerine sahip
organlar. Oligarşik gücü yüksek, demokratik yönü zayıf yapılar. Yani bizim
beklediğimiz gereklerin yarısını haizler. Hasbelkader dememin nedeni, bahsi
geçen ülkelerin mevcut sistemlerini dünyanın geleceğine derinlemesine bir
projeksiyonla tesis etmemiş olmaları. Başka saiklerle bu yapılar
oluşturulmuştu. Ayrıca demokratik yanı nakıs bu sistemlerin “güçlü devlet,
huzurlu millet” nihai ereğinin sadece güçlü devlet kısmını tesis etme yeteneği
mevcut.
Yeni bir devlet yönetim sistemi üzerine konuşuyorsak bunun çerçevesi böylesine kısa bir yazıyla çizilemez. Bütün bunları (başlıktan da anlayabileceğiniz gibi) mevcut şartlarda önemli bir yönetim avantajı yakalamış Çin üzerine mülahazalar yapabilmek için kaleme aldım. İkinci bölümde Çin analizlerine geçeceğiz.
Sonraki bölüme geçmek için tıklayınız.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.