Çayna, Çayna, Çaynaaa! Çayna?
1989’daki Tiananmen Ayaklanması’yla ayar verilen Çin, Batı’nın “kapılarını aç ve rahatla” teklifine bir süre sonra olumlu karşılık verdi. Ama demir perdeler tamamen kalkmamış, sadece aralanmıştı. Çin Komunist Partisi (ÇKP) belli ki bu açılım için ciddi bir hazırlık yapmış.
Tahtası Çin toprakları ve taşları Çin halkı olan bir satranç maçı böylece başlamış oldu. Batı bu tür stratejik oyunlarda gayet mahirdir. Ama ÇKP de hiç boş olmadığını gösterdi. Üstelik oyuna ev sahipliği yapmak vasıtasıyla büyük bir avantaja sahipti. Şimdi bu açılım sürecinde neler yaşandığına bir göz atalım.
Çin’in
yabancı sermayeye kapılarını açmasıyla paldır küldür bir yatırım hamlesi
olmadı. Tedrici olarak gelen sermaye, daha çok sanayi ve teknoloji yatırımları
yaptığından Çinliler bu süreçte hızlı bir şekilde bilgi ve teknoloji transferi
yaparak kendi sanayisini de güçlendirdi. Sadece teknik bilgi değil aynı zamanda
ticari örgütlenme ve pazarlama yöntemlerini de taklit ederek dünyanın serbest
piyasasında boy göstermeye başladılar. Önceleri kalitesi ve fiyatı düşük
ürünlerle kendilerine yer açtılar. Belki zengin coğrafyalarda şansları yoktu.
Ama ürettikleri mallar orta ve düşük gelirli ülkelerde çok rağbet gördü. Bu
süreçte Türkiye dahil pek çok ülkenin sanayi kuruluşları bu ürünlerle rekabet
etmekte zorlanıp zayıfladı.
Bu ilelebet
böyle gitmeyecek elbette. Çünkü ticaret hacmi ve kazancı yükselen Çin’in refah
seviyesi de yavaş yavaş yükseliyor. Piyasada kendisine çok büyük avantaj
sağlayan ucuz işgücü dinamiği zamanla zayıfladı ve zayıflamaya devam edecek.
Ayrıca Çin’in diğer büyük kozu olan sübvanse edilmiş hammadde stokları da yavaş
yavaş azalacak ve mecburen fiyat artırımına gidilecek. Yani ucuz Çin mallarıyla
uzun süre devam edemeyeceklerdi. ÇKP bunun farkında olduğundan insan ve şirketlerini
artık ucuz işgücü ve hammaddeyle rekabet etmek yerine, ürünlerine katma değer
oluşturup orta ve üst sınıf mallar üretmeye yöneltti. Daha şimdiden bazı
sektörlerin birinci klasman ürünlerinde ciddi pazar payı kapmayı da başardılar.
Çin
devletinin ÇKP üzerinden uygulamaya sürdüğü derin aklı Batı’nın beklentilerini
boşa çıkarmış gibi görünüyor. Çin halkı arasında yaygınlaşan refah ve
özgürlükler üzerinden demokratik arayışlar oluşacağını düşünen Batı, hem Çin’in
ucuz işgücünü sömürme hem de bu yolla rejim ihracatı yapma hedefiyle yola
çıkmıştı. Çin’de beklenen çözülme olmadı. Demokratik ortamlardaki enstrümanları
kullanma geleneği ve becerisi üst seviyede olan Batı’ya ÇKP bu fırsatı vermedi.
Halihazırda refah seviyesi artmış, şehirleri modernleşmiş, altyapı yatırımları
giderek artan, sanayisi güçlenmiş, teknolojisi gelişmiş bir Çin’le karşı
karşıyayız. Ama halkı üzerinde kurduğu mutlak hakimiyetten de zerre kadar taviz
vermediler.
Çin’in ilk bakışta Batı’nın kültürel hegemonyasından etkilendiğini düşünebilirsiniz. Alışveriş yoğunluğu artmış, eğlence sektörü açılımlar yapmış durumda. Çinliler kendi otantik isimlerinin yanına bir de Batı orijinli isimler eklediler. Lüks ürünlerin kullanımı arttı. Yurt dışına eğitim, ticaret için ya da turistik maksatlı giden yüz binlerce Çinli mevcut. Giyim kuşam şekilleri değişti. Bütün bunlar Batı yaşam tarzına kültürel bir teslim oluş değil midir? Bunun birkaç sebeple düşünüldüğü gibi olmadığını gözlemleyebiliriz.
Kültürel
karşılaşmalarda mutlaka karşılıklı alışverişler olur. Bu durdurulabilecek bir
dinamik değildir. Karşı kültürde bulunan ve fakat sizin kültürel kodlarınızı
zedelemeyecek, aynı zamanda yaşam konforu, pratiklik sunacak ögeler kolayca sizin
kültürünüze nüfuz edebilir, aynı risk karşı kültür için de geçerlidir. Çin
devleti de bu kadar kültürel değişimi makul görecektir. Fakat biraz önce
saydıklarımız kabul edilebilir seviyeyi aşmış görünüyor. Bunun da bir sebebi
var.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Güneş
balçıkla sıvanmaz. Ne kadar inkar edersek edelim, ne kadar zorumuza giderse
gitsin İngilizce lisanının evrensel dil, Batı kültürünün de dominant medeniyet
olduğunu kabul etmemiz lazım. Yani küresel hedefleriniz varsa mevcut kültürel
vasıtaları yok sayarak bir yere varamazsınız. Mesela ÇKP pekala vatandaşına
Batı kökenli isim kullanmalarını yasaklayabilirdi ve bunu etkin bir şekilde
denetleyebilecek iktidar gücü de var. Ama global iletişimde elini
güçlendirdiğini bildiğinden seslerini çıkarmıyorlar. Belki de bu uygulamayı el
altından kendileri yürürlüğe koydular. Benim tahminim Çin dünyada kültürel
kodlara etkin bir şekilde temas edebileceği seviyeye gelene kadar bu tür
uygulamalara mahal verecektir.
Çin’in
vatandaşları üzerinde çok güçlü bir denetleme ve takip sistemi mevcut. Pandemi
sırasında gündeme gelen elektronik Big Brother sistemi Çinllerin aldığı nefesi
bile takip altına almış görünüyor. Ama benim asıl vurgulamak istediğim otorite
yurt dışına çıkan Çinlileri hizaya getiriş şekli. Bilirsiniz eskiden bir
sebeple yurt dışına çıkan Demirperde ülkesi vatandaşları fırsatını yakalayabilirse
iltica talebinde bulunur ve ülkelerine geri dönmezlerdi. Hatta bu yüzden yurt
dışına çıkan grupların refakatine mutlaka istihbarat ajanları verilirdi. Zaten
sınırlı sayıda yurt dışı çıkışı olurdu. Ama şimdi eğitim, turizm, ticaret veya
diplomasi maksatlı yurt dışı ziyaretlerinde Çinliler ellerini kollarını
sallayarak geziyorlar. Yoğun asimilasyon baskısı altındaki Uygurlar hariç bir
kişi bile Batı’dan iltica talebinde bulunmuyor. Bunun önemli bir sebebi Çin’in
eskisi kadar boğucu bir ülke olmaması (Doğu Türkistan hariç). İkincisi de
iltica talebinde bulunanların Çin’de bıraktıkları gerek mal varlıklarının
gerekse yakınlarının başına neler gelebileceğiyle ilgili bir tahminlerinin var
olması.
1997 yılında
Hong Kong’u bir asırlık İngiliz yönetiminden devralan ÇKP burada da stratejik
aklını devreye soktu. Hong Kong’un gelir seviyesi ile Çin’in kalan kısmı
arasında uçurum vardı. Ayrıca Hong Kong’da yerleşmiş İngiliz yaşam formu ve
kültürü mevcuttu. Doğrudan entegre yerine Hong Kong’a tanıdığı özel bir
statüyle bölgeyi Çin ana karasıyla yarı geçirgen halde tuttu. Muhtemelen
ilerleyen dönemlerde tam entegrasyon sağlanacaktır.
Bütün bu örnekleri ÇKP’nin 21. yy’da Çin’e çizdiği vizyonu ne kadar ince eleyip sık dokuduktan sonra belirlediğini anlatabilmek için verdim. Yazının ilk bölümünde vurguladığım aklı ve otoritesi güçlü yönetimlerin yeni dönemde ülkelerine güçlü bir ivme kazandıracağına dair iddiama Çin iyi bir örnek.
Buradan
hareketle Çin’in 21. asrın ikinci yarısından itibaren dünyada önce ekonomik,
ardından askeri ve akabinde kültürel üstünlük kuracağını kestirmek zor değil.
Tabi işin en zor kısmı psikolojik kültürel üstünlüğü ele almak. Çin şu anda
daha çok Batı’nın kültürel kodlarını benimsemiş görünse de belirli bir eşiği geçtikten
sonra kendi kurallarını dayatmaya başlayacaktır. Coğrafi ve tarihsel şansının
yardımıyla kültürünü büyük oranda diri ve bozulmadan tutmayı başaran Çin’in vatandaşları
arasında buna bağlı olarak güçlü bir milli şuur da mevcut.
Tam burada
yaklaşık üç asırdır dünyanın efendisi olan Batı medeniyetiyle, beklenen yeni
efendi Çin medeniyetinin bizim açımızdan ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışalım.
Gençlik yıllarımdan beri ekonomik ve kültürel Batı emperyalizmi ruhumu daraltır
ve bir ömrü buna karşı direnerek geçirdim desem yeridir. Ama şimdiden o nefret
ettiğimiz Batı’yı mumla arayacağımızı söyleyebilirim.
Çin’de uzun
süre geçiren arkadaşlarımızdan Çin insanının karakteriyle ilgili bol bol ikiyüzlü,
sinsi ve kaypak yorumlarını dinledik. Eski Türk kaynaklarında da benzer
değerlendirmeler olduğunu biliyoruz. Diyeceksiniz ki “Batı insanı farklı mı ki?”
Evet, Batı’nın devlet etiğinde çok farklı olmadığını söyleyebiliriz. Ancak
insan ortalaması nispeten daha düzgün. Dolayısıyla Batı, kendi insanından
yükselebilecek tepkilere binaen sömürü enstrümanlarını belli oranda insani
hassasiyetlerle kontrol etmek gibi bir düzenleyici mekanizmaya sahip. Yine
yapacağını yapıyor ama en azından uyuşturarak kolunuzu koparıyor.
Batı’da burjuvanın 5-10 asırlık bir mücadele geçmişi ve güçlü bir aklı var. Bu sayede devletlerin gerek iç gerekse dış siyasetteki kararlarında çok ciddi etkileri var. Hatta kimi politik düşünürlere göre Batı’da devletlerin esas varoluş sebebi şirketlerin çıkarlarını korumak. Son dönem atılımdan sonra Çin’in dünyada en çok milyonere sahip ülke olması sizi yanıltmasın. Çin’de sermaye tamamen devletin hazırladığı ortam ve yönettiği dinamiklerle palazlanabildi. Çin devleti, Batı’daki gibi güçlü bir başkaldırı geleneği olmayan ve kendi ellerinde büyüttüğü Çin burjuvazisini başıboş bırakır mı sanıyorsunuz. Sıradan vatandaşlarının bile attığı her adımı takip eden ÇKP sermaye hareketlerini milimi milimine kontrol ediyordur emin olun. Bu bağlamda Batı’daki gibi devlet politikaları üzerinde tesiri olan bir sermayeden bahsedemeyiz. Bilakis bugün şahıslara veya şirketlere aitmiş gibi görünen bütün ekonomik birikimler topyekün Çin devletinin himayesi ve kontrolünde.
Çin’in dünya
üzerinde egemen olmasının hiçbir şey olmasa bile paradigma değişiminden dolayı
sancılı bir geçiş süreci olacak. Dünyanın en kolay dillerinden İngilizce’yi
bile öğrenirken göbeği çatlayan gençlerimizin, gerek alfabetik gerek gramatik
içeriğiyle en zor lisanlardan olan Çince’yle boğuşacak olması gibi somut zorlukları bir
kenara bırakalım. Esas Çin devletinin kafa yapısına nasıl alışacağız veya
tahammül edeceğiz onu düşünelim.
Vahşi yemek
kültürüne, acımasız bir tarihi geçmişe, yüksek şovenist duygulara sahip bir milletin güç eline geçtiğinde nasıl
zalimleşebileceğini hayal edebiliyor musunuz? Batı’da devleti kısmen dengeleyen
veya frenleyen vatandaş hassasiyetleri Çin için geçerli değil. Üstelik ülkenin
bütün ekonomik, kültürel hasılasını tek merkezden yönetebilecek ve gerektiğinde
kullanabilecek bir devlet.
Hasılı Çin
sazı eline aldığında hangi şarkıyı isterse onu çalacaktır. Şimdilerde
piyasalarda yumuşak güçle boy gösterdiğine bakmayın. Zamanı geldiğinde demir
yumruğunu tıpkı kendi vatandaşlarının tepesine indirdiği gibi üçüncü dünya
ülkelerine de indirmekten imtina etmeyecektir. Çatalla yemek yemeye, kravat
takmaya kültürel asimilasyonla tatlı tatlı alıştık. Ama ileride çubuk (chopstick) kullanmamız
veya kimono giymemiz için kafamıza silah dayayabilirler.
Üstad buradaki fikirlere katılmıyorum. Çin'e bir medeniyet değeri atfediyorsun ama öyle bir medeniyet yani yaşayan bir medeniyet yok. Avrupalılar zaten Budizmi de tukettiker ve tüketiyorlar. Neticede Çin'in varacağı yer Japonya'dan neden farklı olsun. Çin'in dünyaya teklif edeceği bir şey yok olacak olan sadece ekonomik olandır. Dunya kapitalist sisteminin bir güç odağı olur sadece. Değişecek olan sadece güç ve sermaye odagidir ki sermaye ispanya, hollanda ingiltere amerika vs dolaşıyor. Şu anda yerleşeceği yer çin olur. Su anda coktan yerleşmiş durumda ve içeriyi düzenliyor yarın tirtil gibi değiştiğini görürüz\gorecegiz. Görüntü bizi aldatmasın. Hakim olan kapitalist medeniyet kendine yasayacak \somurecek yeni bir alan buldu o kadar. Çin'e çok fazla 'değer' atfediyorsun. Ama Çin'de öyle bir deger ve medeniyet yok
YanıtlaSilJaponya kaybettiği savaş sonrası teslim olmuş bir ülke. Emirleri yerine getirdi. Çin inisiyatifi elinde tutuyor.
SilÇin medeniyeti bana göre muazzam bir derinliğe sahip. Sana göre bir numarası yok. Bundan öte de tartışmanın anlamı yok. Herkesin fikri kendine.