Sanma ki Uzaktayım
Merhaba.
Ben "Ölüm".
Hemen yüzün buruştu, bir tedirginleştin.
Arkadaşım sarılmadım sana, sadece bir merhaba dedim.
Sarılmak, sarmalamak için de geleceğim bir gün.
O gün geriye dönüp baktığında, birden geldim diye sitem
etme.
Sana çok kez selam verdim, göz kırptım, uyardım.
Ortalama bir insan hayatında onlarca
kez ölüm tehlikesi atlatır. Bunların bir kısmından haberdar bile olmaz. Mesela
seyahat ettiği otobüs bir kamyonu sıyırarak geçer. Şoför birkaç salise geç
kalsa araçlar çarpışacakcak, belki araç uçuruma yuvarlanacaktır. Ya da prizi
tamir ederken eliniz akım yüklü tele birkaç milimetreye kadar yaklaşmıştır da
bilmezsiniz. Yemek yerken atlattığımız boğulma tehlikeleri veya bebeklik
döneminde pencere/balkon kenarından sarkışlarımız. Banyo yaparken ayağı kayıp, başını
yere vurarak ölenleri hatırlayın. Buzda kayıp düşmüşsünüzdür, bu yazıyı
okuduğunuza göre size bir şey olmadı, ama bu yüzden ölen çok sayıda insan var.
İnsan, öleceğine hiç ihtimal vermiyor, kendisine bir türlü
yakıştıramıyor ölümü. Geçirdiğimiz her ölüm tehlikesinden sonra, yaşamak zaten
hakkımızmış gibi hayata kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hele ki gençler hiç
inanmıyorlar ölüme. Sorsanız “Bir gün elbette ben de öleceğim” derler, ama
genel geçer bir laf olarak söylenir bu. Gençlerin
içinde gizli bir ölümsüzlük ateşi yanar. Ben de ölmeyeceğime dair o hoyrat
inanca sahip olduğumu, ancak babam öldüğünde fark edebilmiştim. Hayatınızda
oldukça önemli bir yer işgal eden bir insanın ölümü, size dünyanın fani
olduğunu iliklerinize kadar hissettirir.
Sadece dış faktörler yüzünden ölmez insan. İnsan vücudu
içerisinde doktorların bildiği binlerce denge var ve hala yeni dengeler
keşfedilmeye devam ediyor. Bu dengelerden birçoğu belirli tolerans aralığında
seyreder. Bu aralığın üstüne (hiper) veya altına (hipo) düştüğünde öldürücü
etkiye sahiptir; kandaki oksijen, potasyum, glikoz oranları, damar basıncı vs. Ya
da kalbimizin mütemadiyen kasılabilmesi için her saniye elektrik sparkı veren
sinüs nodlarının sparkı vermediğini hayal edin.
Kızının ağır hastalığı sebebiyle 1,5 sene kadar hastaneleri
aşındıran bir arkadaşım şöyle demişti: “Bir insanın hasta olması gayet olağan. Mucize
olan sağlıklı olması.”
23 Nisan 1993 tarihinde, Ümraniye’deki çöplüğün, sıkışan metan
gazı nedeniyle patlaması sonucu onlarca insan ölmüştü. Ertesi günlerde
gazetelerden birinde beni derinden sarsan bir başlık düşmüşlerdi: “Çöplükte
başlayan ve biten bir ömür.” Bu haber, çöplüğün yanındaki gecekonduda bir iki
ay önce dünyaya gelen ve patlamayla hayatını kaybeden bir bebeğin hikayesini
anlatıyordu. Hiç düşündünüz mü? Sizin o bebekten ne üstünlüğünüz vardı da temiz
bir evde doğup bugünlere kadar yaşadınız? Afrika’da açlıktan kıvrana kıvrana
ölenlerden ne ayrıcalığınız var da semire semire karnınızı doyuruyorsunuz ve
bunu hakkınız zannediyorsunuz? Savaşlarda hayatının baharında can veren
milyonlarca gençten daha fazla yaşamak için hangi bedeli ödediniz?
İnsan her sabah uyandığında ve her akşam yatarken sağ olduğu
için şükretmeli. Ne kadar büyük işler başarırsanız başarın, kasıla kasıla yürünecek
bir yer değil yerküre. Bu dünyada ne sahip olduğumuz bir nesne var, ne de
gücümüzün yettiği herhangi bir iş. Kafka’nın dediği gibi “Ölümün olduğu bir
dünyada, hiçbir şey çok da ciddi değildir aslında”. Sürekli ensemizde soğuk
nefesiyle dolanan ölüme rağmen hayatı ne kadar ciddiye alabiliriz ki?
Evet! Ben Ölüm. Şimdi o komik ve küçük dünyana dön, hayata
hırsla sarıl sarılabilirsen.
Ben Ölüm. Sanma ki uzaktayım.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.