Bilim, İnsan ve Sanat (IV)
İnsan psikolojisi tek başına, bireysel olarak bile milyonlarca
parametreden etkilenen çözülmesi çok zor bir denklem. Kalabalık bir caddeye gittiğinizi
ve yanınızdan geçen herkese 100 TL vermeye çalıştığınızı kabul edelim. Herkesin
tepkisi bambaşka olacaktır. Kimi parayı alıp teşekkür ederken, kimisi “çok
ihtiyacım var biraz daha verir misin” diyebilir. Bazısı “sen beni dilenci mi
sandın” der tersler, bazısı parayı alıp sahte olup olmadığını kontrol eder.
Sizin ajan olduğunuzu düşünüp polise ihbar eden olabileceği gibi, yakın
çevredeki arkadaşlarını arayıp para dağıtıldığını haber veren çıkabilir.
Yukarıda saydığım tepkilerden çok daha farklı tepkiler verenler de olacaktır,
bunlar aklıma ilk anda geliveren örnekler. İnsanoğlunun ruh dünyası, çözümlemesi
işte böylesine zor bir yapı. Varın birçok insanın hareketlerini birlikte
inceleyen sosyoloji biliminin işinin
ne kadar zor olduğunu siz hayal edin.
İnsanların hepsi nevi şahsına münhasır olsa da yaradılış
formları münasebetleriyle benzer özelliklere de sahip. İşte bu sayede insanlara
yönelik çıkarsamalar yapmak biraz mümkün olabiliyor. Ömer Asalettin Oruç isimli felsefeci bir arkadaşımın zekâyı tarif
eden oldukça etkili bir tanımlaması vardır; Zekâ, farklı gibi görünen şeyler arasındaki benzerlikleri ve aynı gibi
görünen şeyler arasındaki farklılıkları bulabilme yeteneğidir. Zeki bir
sosyolog da insan topluluklarını masaya yatırırken bu şekilde düşünmeyi
başarabilmeli. Allah insan beynine olağanüstü yetenekler ihsan etmiş. Her biri
bambaşka bir alem olan insanları bu yeteneğimiz sayesinde çözümleyebiliyor, ve
yine bu sayede aklı başında bir beşeri münasebet seviyesi tutturabiliyoruz. Pekala,
nedir o yetenek? Çok sayıda örnekle temas ettiğimizde, beynimiz bu iletişim
esnasında biz farkında olmadan görsel ve işitsel mekanizmalarla bizim haberimiz
olmadan milyonlarca bilgiyi hafızasına atıyor. Daha sonra yine bizim inisiyatifimiz
dışında bu bilgileri harmanlayıp gruplandırıyor, bize bazı şablonlar
hazırlıyor. Aynı istatistikteki denek sayısı gibi, ne kadar çok insanla haşır
neşir oluyorsanız o kadar çok bilginiz oluyor ve beyninizin ortaya çıkardığı
şablonların gerçek hayatta size sunduğu iletişim avantajı o derece yükseliyor.
Bu münasebetle, sosyoloji bilimiyle uğraşacak arkadaşlarımızın ilgilendikleri
alana yönelik saha tecrübesine sahip olması şart. Bunun en kestirme yolu her sosyoloğun içinde yetiştiği sosyolojik
mecra üzerine araştırma alanı seçmesi. Mesela Egeli bir sosyoloğun
Karadeniz halkları üzerine çalışması saçmalık. Karadeniz’de yetişmiş bir
insanın bu alandaki birikim seviyesini yakalaması nerdeyse imkansız. Bu
münasebetle yurt dışında doktoraya giden öğrencilerimizden hep Türk halkları
veya Ortadoğu üzerine araştırma yapması isteniyor, gayet de haklılar. Diğer
taraftan ne yazık ki, bazı üniversitelerimizin sosyoloji bölümlerindeki
akademisyenlerin tamamı İslam’dan bihaber, hatta İslam düşmanı olmakla birlikte
%95’i Müslüman olan halkımız üzerine ahkâm kesiyor ve her seferinde
çuvallıyorlar.
İnsanlar arası ticari ilişkileri incelemek adına tesis
edilen ekonomi bilimine bir göz atalım. Aslında ekonominin kuralları oldukça
matematiksel. Yani bir gelişme zuhur ettiğinde sonucu kestirebilmek kolay
olmalı, ama öyle olmuyor. Çünkü işin içinde insan var ve daha önce sık sık
vurguladığımız gibi insanın aktör olduğu her yerde sürprizlere hazır olmalıyız.
Aynı gazetenin iki ayrı iktisat köşe yazarı aynı konu üzerinde birbirinin tam
tersi yorumlar yazabiliyor. Ve komiktir, bazen ikisi birden tahminlerinde
yanılabiliyorlar. İktisat ve işletmede bilim üreteceklerin ticari
müesseselerde aktif olarak çalışmaları, yahut bir miktar birikimle yatırım yapmaları
kendilerine çok faydalı olacaktır. Bu işlerin pratiği de bu şekilde yapılıyor.
Dilbilim (filoloji)
olarak bilinen ve konuştuğumuz lisanların geçmişini ve bugününü araştıran bilim
dalları genel olarak dilin kelime ve gramer yapılarıyla ilgilenirken o dilin
ürünlerini yani edebiyatını da mercek altına alırlar. Dilin kendisi matematiksel,
teknik bir yapıdır. Kelime kökenlerini araştıran etimoloji tarihsel ve sosyolojik derinlik gerektirse de kalan kısmı
kurallar silsilesi şeklinde matematiksel bir formatta tesis edilmiştir. Her
dilde bu matematiğin dışına çıkan kelimeler, deyimler ve çekimler mevcuttur. Yeni
bir dil öğrenimini, ana dilimizdeki matematiksel örgünün dışına çıkmak zorlaştırsa
da öğrendiğimiz dilde ustalaşmamızı en çok engelleyen bu istisnai kurallardır. Dilin kendisi teknik bir ihtiva arz ederken,
edebiyat kısmı daha insani ve hatta çoğu zaman sanatsal içerik barındırır. Bu
sebeple edebiyatı yazı dizimizin sanatla ilgili son bölümünde ele alacağız.
Tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, kamu yönetimi,
iktisat gibi bilim dalları biraz daha multidisipliner yapılar. Her bilim dalı
zamanı gelir diğer bilim dallarından yardım alır. Ama mezkûr bilimler bu işi
daha çok yapmak zorunda olduklarından bu dallarla ilgilenen şahısların geniş
bir bilgi birikimine ihtiyaçları olacaktır. Matematik, mantık ve istatistiği
bir kenara koyuyorum. Bunları bilmek zaten her bilim adamına farz. Belirli bir
seviyede felsefe, psikoloji, sosyoloji, coğrafya bilmeden tarih, siyaset,
iktisat vs üzerine yorum yaparsanız doğruya ulaşmanız bir hayli güç olacaktır.
Sosyal bilimlerle ilgili babı kapatırken en son olarak
eğitim bilimleri üzerine değinmek istiyorum. Öncelikle eğitim bilimleriyle
öğretmenliği karıştırmamak gerekir. Öğretmenler eğitim bilimlerinin doktrinleri
çerçevesinde yetiştirilmiş uygulamacı kişiler olup, öğretmenlik de bilim değil
meslektir. Eğitimbilim (pedagoji) ise oldukça önemli bir bilim dalıdır. Fevkalade
önemli diyorum, çünkü eğitimbilim ilkeleri ne kadar başarılı olursa diğer tüm
alanlardaki başarı oranınız o derece artacak demektir, yani anahtar özelliğe
sahip. Bilim adamları henüz hala ideal bir eğitim metodolojisinde ittifak
sağlayamadılar. Ben sağlayabileceklerini de düşünmüyorum. Eğitim her milletin
yapısına, her bireyin kişilik özelliklerine göre başkalaşım gösteren amorf bir
felsefeye sahip olmak zorunda. Bu da, daha çok eğitim uygulamalarını icra eden
öğretmen, hoca, usta gibi aktörlere moral değerler yüklemek ve esnek bir zihin
yapısı inşa etmekle mümkün olacaktır. Bu kolay bir iş değil elbette. Bu
sebepledir ki gerek ders anlatan akademisyen tespitinde, gerek öğretmen
adaylarının tetkikinde titiz bir ayıklama zaruridir. Üniversitelerde ders veren
akademisyenlerin bilgiyi karşısındaki topluluğa aktarabilecek yeterliliği
olması gerekir. Aksi durumlarda –ki sık sık rastlıyoruz- hem akademisyen hem
öğrenciler büyük eziyete çekiyor. İlköğretim ve lisede ders verecek
öğretmenlerin daha fazla özellikleri olması gerekiyor. Çünkü üniversite öğrencileri
daha çok bilgi edinmeye gelmiş, kişilik yapısı oturmuş gençler. Oysa üniversite
öncesi eğitimde öğretmenler sadece bilgi değil, ahlak, kişilik yüklemesi de
yapıyorlar. Bu yüzden üniversite sınavında öğretmenlik kazanacak kadar puan
tutturmak, okulu bitirmek veya KPSS puanında barajı geçmek kesinlikle öğretmen
olmak için yeterli görülmemeli. Öğretmen olacak kişinin konuşma yeteneği,
günlük hayattaki serencamı, olaylara verdiği tepkiler, siyasi arka planı dahil
olmak üzere pek çok alanda teste ve gözleme tabi tutulup öylece öğretmenlik
yetkisi verilmeli. Eğitim üzerine uzun ve ayrıntılı yazılar yazacağımdan konuyu
burada sonlandırıyorum.
Özetle insani bilimlerde çalışma yapacak arkadaşlar vaktini üçe ayırmalı. Okuma, saha tecrübesi ve tefekkür. Bu unsurlar birbirinin mütemmim cüzüdür, biri olmasa diğerleri eksik kalır. Beşeri bilimler bir derya. Ne kadar anlatsak sonunu
bulamayız. Birçok bilim dalını üstünkörü geçmek zorunda kaldık, bazılarına hiç
değinemedik. Fırsat buldukça diğer alanları içeren yazılar da yazmayı
planlıyorum.
Bir sonraki bölümde sanat üzerine mülahazalar yaparak yazı
dizimizi tamama erdireceğiz. Sanat kanatlandırır.
Yazının devamı için tıklayınız.
-----------------------------------------
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yazının devamı için tıklayınız.
-----------------------------------------
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.