Yaşa Fenerbahçe
Şimdilerde çok hevesim kalmasa da çocukluk ve gençlik yıllarımda fanatik Trabzonsporluydum. Bilirsiniz, o çağlarda insan şahsiyeti tam oturmadığından kendisini başkaca dış etiketlerle ifade eder. Ortalama bir erkek çocuğu için tuttuğu takım, bu bağlamda en çok öne çıkan ve sahiplendiği aidiyettir. Yine aynı çerçeveden hareket edersek ilerlemiş yaşlarına rağmen takım fanatizmi cari olan bir erkeğin, hala ergenlikten çıkamamış olduğunu söyleyebiliriz. İyi yönden ele alırsak da henüz gençlik ateşi sönmemiştir diyebiliriz.
Futbol, ilkokula başladığım sene radarıma girmişti ve ailemin de etkisiyle Trabzonspor’u tutmaya başladım. Bütün maçları radyodan takip ediyor ve yedekleriyle beraber kadromuzu ezbere biliyordum. Hatta spikerlerin futbolcuların oyunlarıyla ilgili yorumlarını aklımda tutar, seyretmediğim halde o yorumları kendi fikrim gibi anlatırdım. Mahalledeki abilerin bana maçla ilgili sorular sorup, cevaplarıyla eğlendiklerini de hatırlıyorum.
Bende öyle bir tutku ve fanatizm gelişti ki, maç kaybettiğimizde hastalanacak dereceye gelmiştim. Ne büyük talihtir ki o sene Trabzonspor şampiyon oldu, sonrasında da lise 2. sınıfa kadar altı kez şampiyonluk yaşadık. Takım tutmanın en çok anlam ifade ettiği dönemlerde, arkadaşlarım arasında sürekli başımı dik gezdiren, bana özgüven ve gurur yaşatan Trabzonspor’a bu yönüyle minnettarım.
Bu girişi yaptım ki hem Fenerbahçeli olmadığımız bilinsin, hem de futbolun sosyal, ekonomik ve psikolojik konumuyla alakalı geniş bir müktesebata sahip olduğumuz anlaşılsın. Yani yazacaklarım ezberden veya tahmini değil, sahadan tecrübe ettiğim bilgiler çerçevesinde oluşturduğum kanaatlerimin muhassalasıdır. Saha derken futbolun yaşandığı ve konuşulduğu sosyal ortamları kastediyorum. Erkekler zaten kendi aralarında futbol konuşmayı sever. Bir de tutkulu bir taraftar iseniz, sosyal çevreniz benzer tutkuları olan insanlardan oluşur, bulunduğunuz ortamlarda sık sık konu futbola gelir ve ister istemez yüksek perdeli tartışmalar ve bilgi alışverişine şahit olursunuz. Taraftarlık reflekslerii, topluluk psikolojisi gibi birçok toplumsal olguyu gözlemleme fırsatınız olur.
O dönemlerde Trabzonspor’u en çok zorlayan ekip Fenerbahçe’ydi. Galatasaray ve Beşiktaş’ın kış uykusuna yattığı dönemlerdi. Zamanla Trabzonspor eski gücünden uzaklaştı ve Beşiktaş’la Galatasaray baş göstermeye başladı. Diğer takımlar iniş çıkışlar yaşasa da Fenerbahçe hep iddialıydı. On yıldan fazla şampiyon olamadığı şu dönemde bile daima şampiyonluğu kovalayan bir takım. Bu sebepledir ki açık ara en çok şampiyon Galatasaray olduğu halde lig tarihi boyunca en çok puan toplayan, en çok galibiyet alan ve en fazla gol atan takım ilginçtir ki Fenerbahçe’dir. (Resmi istatistikler için bakınız)
Bir takımın büyüklüğünü ilk akla gelen yöntemlerle hesaplarsanız kolayca Türkiye’deki en büyük kulübün Galatasaray olduğunu söylersiniz. En çok şampiyonluk yaşayan, en çok Türkiye Kupası kaldıran ve bütün bunlar yetmezmiş gibi Avrupa’da iki şampiyonluk kazanan bir kulüp Galatasaray. Ayrıca son dönemlerde yakaladığı yüksek grafikle taraftar sayısında önce Fenerbahçeyi yakalayıp ardından liderliğe oturmuş durumda ve her geçen gün farkı arttırmaya devam ediyor. İstatistiki veriler üzerinden yüzeysel analizler yapanların aksine ben Türkiye’nin en büyük kulübünün halen Fenerbahçe olduğunu düşünüyorum. Her Trabzonsporlu gibi nefret duysam da, uzun süre önce güçlü bir hisle Fenerbahçe’nin çok büyük kulüp olduğunu düşünmeye başlamıştım. Akabinde bu duygunun gerekçeleri üzerine biraz kafa yordum. Hamasi kısıtlamalardan kendinizi beri tuttuğunuzda kabul etmek istemediğiniz acı gerçeklerle yüzleşirsiniz.
Fenerbahçe’nin neden en büyük kulüp olduğu, ancak tarihsel derinliği olan dinamikler çerçevesinde anlaşılabilir. Meseleye kabuktan değil, çekirdekten yaklaşalım. Osmanlı’da futbolun yaygınlaşmaya başladığı ilk dönemlerde hem organizatör, hem yönetici hem de oyuncu olarak ağırlıklı olarak ecnebileri öne çıkar, çünkü futbol ecnebi diyarlarından neşvü nema olmuştur. Selanik ve İzmir’de yabancıların kurduğu takımlar zamanla silinip gitmişler. Türklerin kurduğu ilk takım Black Stockings (Siyah Çoraplar) Futbol Kulübü 1901 yılında İstanbul’da kuruluyor. Bir sene sonra da Kadıköy Futbol Kulübü hayata geçiriliyor (gerçi kuranlar Rum, ama sonuçta Osmanlı vatandaşları). Hani eskiden aileler çok çocuk yapardı da bir kısmı çocukken ölür, hayatta kalabilenlerle yollarına devam ederlerdi ya. Aynı onun gibi ilk kulüplerin bir kısmı uzun ömürlü olmamış. Bu yüzden kurulan üçüncü kulüp olduğu halde 1903 doğumlu Beşiktaş’ı Türkiye’nin en eski futbol kulübü olarak biliriz. Kaldı ki jimnastik kulübü olarak kurulduğundan futbol şubesi ancak 1911 yılında faaliyete geçmiştir. 1904’de Kadıköy Futbol Kulübü’nün ikiye bölünmesiyle İstanbul’daki Rumların kurduğu Elpis ve İngiliz askerlerin tesis ettiği İmogene de zamanla tarih sahnesinden çekilmişler.
Türkiye’de futbol kulübü olarak kurulmuş ve halen yaşayan en eski takım 1905 yılında kurulan Galatasaray’dır. Ardından Fenerbahçe (1907), Beykoz, Üsküdar Anadolu ve Vefa (1908) kulüpleri gelir. İstanbul dışında kulüplerin faaliyete geçişi İzmir’de Karşıyaka (1912) ve Altay (1914) kulüplerinin kuruluşlarıyla başlar. Resmi kayıtlarda Ankaragücü’nün kuruluşu 1910 olarak görünse de Ankaragücü İstanbul’dan devşirme bir kulüptür. 1910 yılında İstanbul’da kurulan Altınörs ve Sanatkarangücü kulüpleri işgal yıllarında Ankara’ya taşınır ve Cumhuriyet’den sonra birleşerek Ankaragücü adında faaliyetlerine devam eder. Büyük şehirler dışında kurulan ilk futbol kulübünün bir kasabada olması ilginç. Afyon’a bağlı Şuhut ilçesi 1912 yılında bu yönüyle tarihe geçer. Şuhut Belediyesi Hisar Kulübü adıyla kurulan bu kulüp hala yaşamaktadır. 1922 yılında Konyaspor ve Aydınspor’un kurulmasıyla futbol tüm Anadolu’ya yayılma evresine geçer.
Futbol tarihine kısa da olsa değinmemin bir sebebi var. Bunca eski kulüp hala yaşıyor. Ancak gerek idarecilerin vizyon farklılıkları, gerekse takımın bulunduğu şehrin kimi avantajlarıyla bazı kulüpler öne çıkmış, büyüyüp serpilmişler. Trabzonspor sahne alana kadar da iş İstanbul’da dönmüş, Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe üç büyük kulüp olarak futbol dünyasında egemenlik kurmuş. Burada yazımıza rehberlik edecek önemli bir ayrıntının altını çizelim. Profesyonel liglerin başladığı dönemlerde, üç büyük kulüp arasında Fenerbahçe hep bir adım öndedir. Hem şampiyonlukta hem taraftar sayısında lider olması Fenerbahçelilere özgüven kazandırmış ve zamanla hem yöneticilerin hem taraftarların diğer kulüplere karşı tavırlarını üst perdeden, küstah ve ukala bir çizgiye çekmiştir (Örnek: Fenerbahçe Cumhuriyeti söylemi). Hikayemiz tam da burada başlıyor işte.
Fenerbahçelilerin diğer kulüp taraftarlarıyla nobran ilişkileri karşı tarafta öfke ve nefret duygularının yeşermesine neden olmuş, Fenerbahçe Türkiye’nin en sevilmeyen kulübü haline gelmiştir. Elbette tek etken bu değil. Bir taraftan da derin kıskançlığın kamçıları sırtımızı dövmekte ve nefretimizi büyütmektedir. Böyle bir ankete rastlamadım, ama yapılsa halen en nefret edilen takım olarak açık ara Fenerbahçe’nin çıkacağından eminim. Bunu futbol muhabbetleri yaptığım ortamlardan gayet iyi biliyorum. İşte bu nefretin doğal sonucu olarak ortamlarda Fenerbahçelilere karşı gelişen agresif yaklaşımlar Fenerbahçelileri ister istemez savunma ve sahiplenme moduna geçirmiş, taraftarlık kavileşip fanatiklik hasıl olmuştur. Fenerbahçe’yle ilgili bu gerçeği zaten bu fanatikliği farkettikten sonra yakalayabilmiştim. Diğer takım taraftarları arasında öylesine, sosyallik olsun, eğlencence niyetiyle futbola alaka gösterenler varken Fenerbahçelilerin tamamına yakını takımına ölümüne sevdalıdır. Fenerbahçe’nin büyüklüğü işte buradan gelir. Şöyle bir etrafınızdaki Fenerbahçelileri düşünün, ne dediğimi anlayacaksınız.
Yazar Ali Bayramoğlu’nun Türkiye’nin entelektüel dünyasında en popüler olduğu zamanlardı. Gazetesindeki sütunda bir Fenerbahçe mağlubiyetinden sonra öyle bir yazı yazdı ki okurken hayretlere düştüm. Ne siyaset, ne sosyoloji, ne ekonomi, ne de felsefe. Konu tamamen Fenerbahçe ve Fenerbahçelilik üzerine duygusal bir yazıydı. Kendisine hiç yakıştıramamıştım. Fenerbahçeli nice kelli felli iş adamının, iddialı siyasetçinin, ağırbaşlı ilim ehlinin söz konusu Fenerbahçe olduğunda bir ergen gibi refleks göstermesinden anladım ki Fenerbahçelilik başka bir şey. Buradan hareketle kendime göre büyük kulüp tespit etme kriteri geliştirdim. Bir kulübün büyüklüğü sadece taraftar sayısına ya da başarılarına bağlı değil. Esas kriter taraftar sayısı ve aidiyet oranının çarpılmasıyla ortaya çıkan hasıla. Bu vecheden baktığımızda vicdanlı ve nesnel bir değerlendirme yapan herkes Fenerbahçe’nin Türkiye’nin en büyük kulübü olduğunu görür.
Fethullah Gülen arabada seyahat ederken büyük ve coşkulu kalabalıklar görür ve bunların takım taraftarları olduğunu öğrenince, siyasal iktidara yürüyen yolda kendisi ve ekibi için kaldıraç etkisi olacağını düşünür ve futbol camiasına el atmaya karar verir. Her kritik kurumu ele geçirme hesabı yapan bu mel’un kafa özellikle Galatasaray’da ciddi bir şekilde yapılanır. Beşiktaş ve diğer kulüplerde de belli oranda nüfuz yakalar. Ama söz konusu Fenerbahçe olunca başarılı olamaz. Bunun intikamını, 3 Temmuz 2011’’de, FETÖcü savcı ve polisler üzerinden yapılan şike operasyonuyla alır. 15 Temmuz sonrası bu davaların hepsinden beraat kararı çıksa da, bu iş bir kumpas olarak nitelendirilse de o davalardaki iddiaların tamamının doğru olduğunu biliyoruz. Zaten çok sayıda delil ve itiraf da ortaya konmuştu. Fenerbahçe öyle veya böyle bu badireyi atlattı. Ne ki bir hayli hırpalanan kulübün kendisine gelmesi vakit aldı.
Şimdi size şu soruyu soruyorum: 3 Temmuz’da Fenerbahçe’nin başına gelenler herhangi başka bir kulübün başına gelse halleri nice olurdu? İşte önceki paragraflarda bahsettiğim o taraftarının aidiyet ve sahiplenme duygusu Fenerbahçe’yi ayakta tutmuş, biraz sendelese bile yoluna devam etmesini sağlamıştır.
Fenerbahçe’nin alt lige düşürülmesi gündeme gelmiş, ama ne siyaset kurumu ne futbol erkanı buna cesaret edememiştir. Düşünsenize, o zamanki maç yayın kuruluşu abonelerinin %52’si Fenerbahçe taraftarı. Yani diğer bütün kulüplerin taraftarlarından takımı için fedakarlık gösterip paraya kıyan ve abone olanların toplamı bir Fenerbahçe kadar etmiyor. En çok taraftar Galatasaray’ın mı dediniz? Siz böyle bir kulübü alt kümeye düşürürseniz yayıncı kuruluş iflas eder, federasyon çöker, hükümet bile değişebilir. Spor gazetecisi Simon Kuper’in dediği gibi “Futbol asla sadece futbol değildir”. Futbol, diktatör Franco’yu yıllarca iktidarda tutmuştur. Fildişi Sahili’ndeki iç savaş ünlü futbolcu Didier Drogba’nın çağrısıyla bitmiş, Maradona sevgisi Napoli taraftarına İtalya - Arjantin maçında Arjantin lehine tezahürat yaptırmıştır.
Kitlelerin ilgi gösterdiği her alan gibi futbol dünyası da çok karanlık bir sektör. Fenerbahçe şike yapıyor da diğerleri yapmıyor mu? 3 Temmuz’da Beşiktaş da Türkiye Kupası için şike yapmakla suçlanmıştı. Gariban Trabzonspor da şikeye yeltenmiş, ama parası az olduğu için becerememişti. Galatasaray’ın o sene ne ligde ne kupada iddiası kalmadığından şikesi yok görünüyordu. Oysa biliyoruz ki Galatasaray da bu işlerde mahirdir. Futbol kategorisinde en alt lig olan 2. Amatör kümede dönen şikeleri duyunca milyar dolarlık üst liglerde neler olacağını tahayyül bile edemiyorum. 3 Temmuz operasyonuna kadar bu iş böyle dönüyordu. Sonrasında kesildiğini sanıyorum, ya da öyle umut etmek istiyorum.
Fenerbahçe’nin şampiyonluklarının hepsinde hile hurda vardır. Ama zaten eskiden futbol saha içi kadar saha dışında da oynanırdı. Diğer takımların şampiyonluklarının da özellikle 1990-2011 arası temiz olmadığını düşünüyorum. O zamanlar futbol dünyası böyle dönüyordu ve Fenerbahçe bu işlerde sanırım daha becerikliydi. Zaten kulüp yöneticilerinden birisi Fenerbahçe eski başkanı Aziz Yıldırım’a kasadaki yüklü bir açığı sorduğunda Yıldırım, “Şampiyonluğun sadece sahada oynanarak kazanıldığını mı sanıyorsun?” diyerek bunun itirafını yapmıştı. Tabii ki iyi bir takım kurmak ve sahada mücadele etmek ön şarttı. Ama saha dışında rakipleriniz oyun kurarken pasif kalır aksiyon almazsanız şampiyon olamazsınız. Ya da başka bir deyişle 5 kere yerine bir kere olabilirsiniz belki.
Konunun bir başka boyutuna göz atalım. Büyük takımlar her maçlarında karşlarında motive olmuş bir takım bulurlar. Çünkü büyük takımların maçları vitrin maçlarıdır. Diğer takım futbolcuları kendilerini göstermek için bütün gayret ve dikkatleriyle maça asılırlar. Fakat Fenerbahçe maçlarının daha farklı bir atmosferi olur. Çünkü Türkiye genelinde yaygın olan Fenerbahçe nefreti futbolcular için de geçerlidir ve onlara ekstra motivasyon kaynağı olur. Fenerbahçe’nin şampiyon olabilmesi için Tüm Türkiye’ye galebe çalması gerekir, daha doğrusu gerekirdi. Şimdilerde yerli futbolcu sayısı bir hayli azaldığından bu faktörün belirleyici etkisi iyice azalmış durumda. Ama geçmiş yıllardaki Fenerbahçe şampiyonlukları bu yönüyle kıymetlidir, hem saha içinde hem saha dışında gösterilen büyük cehdle kazanılmıştır.
Bu yazıyı okuyan diğer kulüp taraftarları, özellikle de Galatasaraylılar çılgına dönmüştür. İçlerinden bana kafir küfür saydırıyorlardır. Her mürit de kendi şeyhinin yeryüzündeki en mübarek insan olduğuna inanmıyor mu? Aşıkların gözü kördür. Ama kafalarının arkalarında bir yerlerde gerçeği bal gibi de bilirler. Siz de ne kadar inkar ederseniz edin Fenerbahçe’nin büyüklüğünün farkındasınız. Hadi Galatasaraylıların gönlünü alacak bir şerh düşeyim. Vektörel hesapta en büyük kulübümüz Galatasaray’dır, ama skaler olarak en büyüklük Fenerbahçe’nindir. Ve unutulmamalıdır ki esas olan skaler niceliğinizdir. “Skaler ve vektörel ne demek” mi diyorsunuz? O halde ben de “her şeyi yazardan beklemeyin” diyorum. Belki Galatasaray 20-30 sene sonra bahsettiğim kriterlere göre en büyük kulüp olacak. Ancak halihazırda o tahtta Fenerbahçe oturuyor.
Bu yazı futbolla ilgili değildir, bu yazı Fenerbahçe’yle ilgili hiç değildir. Anlayan için bu yazı sosyopsikolojik değerlendirmeler içeren ve satır aralarında önemli toplumsal tespitler barındıran bilimsel bir yazıdır. O gözle bir daha okumanızı tavsiye ederim.
Mesajlarımı verebilmek adına futbolun sosyal etki gücünü istismar ettim; tıpkı siyasiler gibi.
Mazinde bir tarih yatar…
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:


Kralsın?
YanıtlaSilEyvallah güzel değerlendirme 💙💛💙
YanıtlaSilS.a.
YanıtlaSilSadece milli maçları izleyen eski bir fenerbahçeli olarak yazıyorum.
Bence futbolun diğer ülkelerle rekabet etmenin, zeka, takım halinde hareket, teknik ve bedeni yeteneği sergilemenin bir aracı olmaktan çıkıp bir yandan toplum içinde bölünme, nefret, aşırılık diğer yandan toplumu uyutma, uyuşturma öte yandan hem iç hem dış aktörler tarafından kitleleri manipüle ve belirli hedeflere yönlendirmenin aracı olarak kullanılması sağlıklı bir toplum yapısı için bir hastalığa işarettir.
Hele hele İslamla müşerref olmuş, varlığın anlamı ve gayesine matuf bir toplumun bu duruma gelmesinde çocukların yetiştirilmesi, medyada vitrine konuimasına müsaade edilen rol modeller, denetimin de rolü büyük maalesef.
Konuştuğum fanatik bir beşiktaşlı pastane sahibine insanların neden ve nasıl bu kadar fanatize olduğunu sorduğumda, özel hayatı veya işinde sorunlar yaşayan insanlar için tribünlerin, deplasmanların bir sığınak olduğundan bahsetmişti. Tribünlerde bağırarak küfür etmek bir deşarj, beraber gidilen deplasman otobüslerinde veya deplasman kavgalarında oluşan birlik duygusu sosyalleşme ve aidiyet ihtiyacını gideriyordu. Alkol gibi sığınılan, sorunların örtüldüğü veya ötelendiği ama asla çözülmediği bir sığınak.
Bu bile başka alanlardaki eksikliklerin, yanlışların bir tezahürü. Sokak çocukları, baliciler, sokağa atılmış insanlar nasıl bünyede, aile yapısı, sosyal dayanışma, ekonomik şartlardaki sorunların görünür bir sonucu ise, zannımca bu da öyle.
İşin daha vahim tarafı vakitlerini, paralarını, enerjilerini, zihinlerini futbola, transferlere, takımlarını şampiyon yapacak çarelere büyük bir aşk, inanç ve inatla harcayan milyonları millete, insanlığa faydalı olacak ortak bir gaye çerçevesinde birleştirebilseydik kimbilir neler yapabilirdik...
Bir diğer konu yaklaşan yapay zeka ve robot devrimi çoğunluğu alt, orta tabaka olan bu insanların yaşamlarını olumsuz etkileme potansiyeline sahip. Artık makinalarla rekabette insanoğlu yeteneklerini geliştirmek zorunda ve iş sahibi oomak isteyen insanlık için boşa geçirilecek zaman lüksü gittikçe azalıyor. Verimlilik artışı sonucu vatandaşlık maaşı gibi uygulamalar ortaya çıkana kadar sancılar çekilecek gibi
Allah yardımcımız olsun
Dışarıdan bakan bir göz gece yarısı hazırlanıp arkadaşlarıyla Eyüp'te sabah namazı kılma aktivitisine katılan veya binbir zahmetle taa Adıyamanlara gidip yoldaşlarıyla hemhal olmaya çalışan insanları da aynı gerekçeyle yerebilir. Sadece takım tutmayı ya da taraftarlığı uyuşturucu benzeri bir sığınak görmek işin kolaycılığı. Ayrıca kandaki testesteron oranı azaldıkça maç takibi de azalır. 50-60 yaşlarından sonra böyle oluyor, kendimden biliyorum :)
SilEk: Futbol konusunda anlamakta zorlandığım bir diğer konu, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, savaştan ailesini, canını kurtarmak için kalan herşeyini feda ederek kaçmış insanların ekmeklerini azaltacağı endişesiyle kızgın insan kitlelerinin nasıl olup da milyonlarca dolar kazanan, lüks içinde yaşayan komisyoncu, menajer, futbolcuların olduğu bir düzeni ceplerindeki üç beş kuruşla seve seve finanse etmeye razı oldukları...
YanıtlaSilTicaret gibi düşünmek lazım. Harcadığı para karşılığında satın aldığı şey ona istediği tatmini sağladığı için ardını arkasını düşünmüyor. Mültecilerle olan gerginliği ise aslında ekonomik bazlı değil. Türkiye'deki göçmenler Suriyeli değil de Ukraynalı olsaydı, şu an şikayet eden şahısların hiçbirinden bu tür serzenişler duymayacaktık.
Sil