Mahzun bir Deprem Hikayesi: Hısn-ı Mansur (1)

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde görmediğim üç şehir vardı; Siirt, Şırnak ve Adıyaman. Kaderde Adıyaman’ı böyle görmek varmış.

Adıyaman’ın Osmanlı dönemindeki adı Hısn-ı Mansur (Mansur’un Kalesi).  Cumhuriyet’le birlikte Adıyaman adını almış. 1954 yılında Malatya’dan ayrılarak il olmuş. Güneydoğu Anadolu’nun mütevazı şehri. Nemrut harabeleri ve Menzil tarikatı olmasa belki de adını hiç anmayacağımız, duymayacağımız kendi halinde sakin ve huzurlu bir şehir; tıpkı şehir tanıtım sloganında olduğu gibi.


Zelzelenin olduğu ilk günün sabahı deprem bölgesinde oturan veya o bölgede eşi dostu bulunanları arayarak durumlarını soruyorduk. Açıkçası bölgeye gitme niyetim yoktu. Uzaktan ne yapabiliyorsak öyle yardımcı olacaktım, sonuçta 50 yaşını geçmiş bir adamdım. Adıyamanlı arkadaşımız Ali Osman Turan’ın Adıyaman’la alakalı verdiği bilgiler öylesine kötüydü ki “burada psikolojik ıstırap çekene kadar orada biyolojik ıstırap çekeyim” diyerek Adıyaman’a gittim. Yol arkadaşım Cengiz Değirmenci’yle önce Urfa’ya vardık ve ardından Adıyaman’a ulaştık. Yazının ilk iki bölümünde vereceğim bilgilerin büyük kısmı Ali Osman Turan’ın depremin hemen sonrası  yaşadığı tecrübe ve gözlemleri içermektedir.


Bir zelzelenin şiddeti 7’den küçükse, dışarıdan hiç yardım gelmese bile o sarsıntıyı yaşayan belde, depremin yıkımını ve sonrasındaki kısa ve uzun vadeli ayağa kalkış öyküsünü kendi imkanlarıyla gerçekleştirebilir. Ama 7 ve üzeri depremlerde her şeye farklı yaklaşmak gerekiyor. Bir kere depreme maruz kalan beldeyi ayakta tutacak (siyasi otorite de dahil olmak üzere) herkes birer afetzede haline geliveriyor. Yani depremin hasar ve travmalarını onarmak için beldenin iç dinamiklerinden kesinlikle hayır beklememek lazım. Diğer yandan depremle yüzleşen beldenin nüfusu ne kadar çoksa deprem sonrası kargaşa ve başıbozukluk o derece yüksek oluyor. Buradaki tek çözüm, devletin afet bölgesindeki tüm yetkili ve çalışanların görevlerini geçici bir süreyle dondurması ve yerlerine ivedilikle deprem bölgesi dışından isimler ataması. Adıyaman bunun en güzel örneği. Belediye binası bile yerle bir olmuş, vali konağının müştemilatı yıkılmış, AFAD merkezi enkaza dönmüş, tüm resmi çalışanların cenazelerinin olduğu ve hatta bir kısmının canını yitirdiği bir şehrin kendi insan kaynağından ne kadar hayır bekleyebilirsiniz ki? Ya da böyle bir beklentiye girmek o insanlara zulmetmek değil midir?

Kahramanmaraş Pazarcık merkezli depremin şiddeti ilk saatlerde 7.4 olarak açıklanmıştı. Marmara Depremi de 7.4 şiddetinde olduğundan Pazarcık’ın da büyük bir deprem yaşadığını kestirebilmiştik. Büyük yerleşim merkezlerine çok yakın olmasa bile ciddi can kaybı yaşatabilecek bir depremdi. Daha sonraki ölçümlerde zelzelenin şiddeti 7.7’ye çıktı ve zaten hemen akabinde medyadan felaket haberleri yağmaya başladı. Adana, Urfa, Diyarbakır, Hatay, Antep, Malatya ve Maraş’tan görüntüler, röportajlar, haberler geliyordu. Kısmen de Osmaniye’den bilgiler geçiyordu. Kilis ve Adıyaman hemen hemen hiçbir yerde gündem olamıyordu. Kilis hem küçük bir şehirdi, hem ciddi bir hasar yoktu. Ancak Adıyaman’dan da doğru dürüst bilgi gelmemesi şehrin depremi hafif sıyrıklarla atlattığı algısını yaratmıştı. Oysa Adıyaman bu felaketin faturasını en ağır ödeyen / ödeyecek şehirdi. Adıyaman’dan haber geçilememesinin sebebi tam da buydu. Felaket öyle ağırdı ki telekomünikasyon şebekesi bile çökmüştü.


Adıyaman günlerce kendi kıyametiyle tek başına yüzleşmek zorunda kaldı; sahipsiz ve kimsesiz, karanlık ve çaresiz, aç ve susuz, soğuk ve ürkütücü. Öylesine yalnızdı ki Adıyaman, bir dua veya teselli bile gelmiyordu uzaklardan. Mansur’un Kalesi’nin her metrekaresinde yürekleri dağlayan bir dram sahneleniyor, tükenmiş bedenlerden umutsuz feryatlar yükseliyordu. Ve biz bu feryadı duyamıyor, dramı göremiyorduk.


Deprem sabahı Ali Osman’ı aradığımda Adıyaman’a doğru yolda olduğunu söyledi. Sabah 5’de yola koyulmuştu. Yakın akrabalarının göçük altında kaldığını haber almış. Başka bir arkadaşım Abdulkadir Kırmızı’nın ailesinin de göçük altında olduğunu öğrenince Adıyaman’ın afeti ağır yaşadığını hissettim. İki kişi tanıyordum, ikisi de enkazdan bahsediyordu. İlk gün akşamı tekrar aradım ve fakat ikisine de ulaşamadım. Bu arada Elbistan merkezli ikinci deprem de olmuştu. Hatay ilk depremde yıkılmıştı. Adıyaman ise hem birinci hem ikinci depremde yıkılmış, bunu da sonradan öğrenebildik.

İkinci gün arkadaşlarıma ulaşabildim. İstanbul’dan Adıyaman’a binbir zorlukla ulaşmışlar. Şehrin çok az yerinde telefon çekiyordu. O da çok az, kesik kesik. Şehirde elektrikler de tamamen gitmişti, bu yüzden insanlar şarj kriziyle başbaşaydılar. Arabalarda şarj yaparak iletişimi diri tutmaya çalışıyorlardı. Telefonların çekmemesine şarj tükenme riski de eklenince konuşmalar iyice kısalmış ve nihayetinde mesaja geçmiştik. Gelin görün ki derin bir yakıt krizi de başgöstermişti. Işık kaynağı olan araba farları ve enkaz aramada tek ışık kaynağı da olan cep telefonlarının da feri sönmek üzereydi. Ali Osman’dan gelen mesaj Adıyaman’ın afeti nasıl derin yaşadığını anlatmaya yetecek cinstendi. 

Diğer yandan su problemi peyda olmuştu. İçecek su demiyorum, o zaten yok, şehir dışından gelenlerin getirdikleri az sayıda içilebilir su hemencecik tükenivermiş, içecek su bulunamaz hale gelmiş. El yüz yıkayacak su dahi bulunmaz durumda. İnsanlar aç bilaç sokaklara dökülmüş, yiyecek ekmek yok. Enkaz altından insanların sevdiklerinin çığlıkları yükseliyor, lakin kurtarma çalışması yapabilecek ne bir ekipman ne de tecrübe var. El yordamıyla iptidai şekilde kolay yerlerde sıkışmış insanlar çıkarılmaya çalışılıyor.


Deprem enkazının ne olduğunu enkazla temas etmeden asla anlayamazsınız. Enkaz, şayet ekipmanınız yoksa, size çaresizliği tüm iliklerinize kadar hissettirir. Önünüze engel olan bir perde parçasını bile bertaraf edemezsiniz. Makasınız yoksa kumaşlar, testereniz yoksa tahtalar, demir testereniz yoksa demirler, balyozunuz, matkabınız yoksa ufak beton parçaları karlı dağlar kadar büyük engeller haline geliverir bir anda. Yani hafif ölçekli bir enkaz kaldırma ve arama kurtarma çalışması bile yapamazsınız. Büyük beton blokları için iş makinaları zaten yok. Ve siz enkaz altında inleyen, yalvaran sevdikleriniz için hiçbir şey yapmamanın acziyetiyle kıvranır durursunuz. Bana çaresizliğin resmini çizebilir misin Abidin? Evet, Adıyaman ilk iki gün tam anlamıyla çaresizliğin resmiydi.

Aslında bölgeye hem yurt içinden hem yurt dışından kurtarma timleri gelmişti. En erken gelen yabancı grup Çin ekibiydi. Çin gibi uzak diyardan 23 saatte Adıyaman’a varmayı başarmışlardı. Bölgesel İHH ekibi de Adıyaman’da ilk gün hızlıca devreye girmişti. Fakat Adıyaman’ın yıkımı göz önüne alındığında derde şifa olacak cinsten değildi. Tunus, Tayvan, Polonya, İran, Bulgaristan, Cezayir’den de arama kurtarma ekipleri gelmişti. Ancak bunlar ve AFAD ekipleri iki gün sonra müdahaleye başlamışlardı. Arama kurtarmada ilk 72 saatin ne kadar kıymetli olduğunu biliyorsunuz. İlk müdahalelerin bu kadar gecikmesi Adıyaman’a ağır bedel ödetti.


Adıyaman Batı Anadolu’dan gelecek yardımlar için en şanssız beldeydi. Yardım için yola çıkan konvoylar diğer deprem bölgeleri içinden geçerken çeşitli sebeplerle alıkonuyordu. Ya bölgenin mülki amirleri yardım tırlarına zoraki el koyup yardımları kendi bölgelerine kaydırıyorlar, ya da doğrudan siviller yardım tırlarını engelleyerek erzakları alıkoyuyorlardı.


Adıyaman’da çalışan Erzincan AFAD çalışanları depremi haber alır almaz yola çıktıklarını ama 5 saatlik yolu 18 saatte gelebildiklerini söylediler. Çünkü deprem sadece evleri değil, yolları köprüleri ve tünelleri de yıkmıştı. Adıyaman’a kuzeyden ve batıdan ulaşmak bir hayli zordu. Açık olan ve işleyen tek yol Urfa yoluydu. Ama Urfa da kendi derdiyle uğraşıyordu. Urfa’nın derdi Adıyaman’ın derdinin yanında devede kulaktı, ama bunu Urfalılar bilmiyorlardı tabi.


Urfa kendi derdini çabucak çözünce Adıyaman’a yardıma koştu. Zaten biz de oradayken yardımları genel olarak Urfa’dan tedarik ediyorduk. Tabi bütün bunlar Adıyaman’ın ilk iki günkü çaresizliğinden sonraki gelişmeler. Adıyaman halkı devlete öfkeli ve kırgındı. Hatay’a 4 bakan yollayan hükümet Adıyaman’a tek bakan yollamıştı. Görünüşe göre Adıyaman’da depremin ne kadar şiddetli olduğunu hükümet bile anlayamamıştı. Halbuki şehir merkezi baz alındığında en büyük yıkımı Adıyaman yaşamıştı. Adıyaman merkezde 2104 adet bina enkaz haline gelmişti; yani yaklaşık her dört binadan biri insanlara mezar olmuştu.


İkinci bölümde Adıyaman'ın ilk iki gün yaşadığı dramı resmetmeye çalışacağım.


İkinci bölüm için lütfen tıklayın.




Free counters!




Yorumlar

Yorum Gönder

Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.