2: Dünya Koronayı Karşılarken

Dünya Sağlık Örgütü 15 Temmuz’da covid-19 hastalığının kronolojik gelişimini yayınladı. DSÖ hikayeyi 31 Aralık 2019’dan başlatmış ve şöyle demiş; 31 Aralık’da Çinli uzmanlar semptomları farklı görünen bir hastalıkla karşılaştılar, birkaç gün sonra da bu hastalığın yeni bir virüs türünden kaynaklandığını duyurdular. Hikayenin görünen ve bilinen kısmı bu şekilde. Ancak bu öykünün açıklanamayan veya sis perdesi aralanmamış çok fazla veçhesi var.


Wuhan’daki bir hastanede çalışan 34 yaşındaki Çinli doktor Li Wenliang, hekim arkadaşlarına yeni bir hastalık müşahade ettiğini ve kendilerini koruyacak elbiseler giymelerini tavsiye eden bir mesaj atmasa belki de dünya bu virüsten çok daha geç haberdar olacak, önlemler ve tedaviler gecikecek ve salgının boyutu ve sonuçları daha ürkütücü seviyelerde olacaktı. Çin gibi kapalı devre çalışan ve kendi varlığını idame ettirebilmek için her türlü zorbalığa başvurabilen bir devlette böyle bir mesaj atmak yürek ister. Wenliang’ın doktor sorumluluğuyla yaptığı bu bilgi paylaşımından dolayı soruşturmaya tabi tutulması zaten Çin devletinin tutumunu açıklıyor. Kendisi de sonradan covid-19’a yakalanan ve 7 Şubat’ta hayatını kaybeden Li Wenliang, önce DSÖ tarafından kahraman ve ardından (mecburen) Çin hükümeti tarafından şehit ilan edildi.


İlerleyen dönemlerde geriye doğru yapılan projeksiyonlarla covid-19 salgınının hikayesi çok daha gerilere çekildi. Aslında olayı biraz insaflı değerlendirirsek, bu hastalık karşısında tıp dünyasının acziyeti ve şaşkınlığını anlayabiliriz. Şöyle düşünelim; bir doktorsunuz ve her gün soğuk algınlığı veya nezle şikayetiyle size başvuran onlarca hastayla muhatap oluyorsunuz. İnfluenza grubu hastalıklar her insanda farklı şiddette ve farklı semptomlarla görüldüğü için covid-19’a yakalanan ilk hastaları da sıradan grip olarak algılamanız gayet olağandır. Benzer semptomları gösteren hasta sayısı ve frekansı artarsa ancak dikkatinizi çekebilir. Bu da aylar alabilecek bir süreç.

Şu anda virüsün Wuhan’da söylenildiği gibi ilkin Aralık değil Eylül ayında zuhur ettiği tahmin ediliyor. Fransa da geriye dönük akciğer tomografilerini tarayarak virüsün ülkeye ilk girişinin Kasım ayında olduğunu açıkladı. Yani gerek Çin gerek diğer ülkeler salgının farkına vardıklarında iş işten geçmişti.

Böylesine hızlı yayılan ve öldürücü niteliğe sahip bir hastalık, her devletin başını fazlasıyla ağrıtıp sosyal ve iktisadi dinamiklerini yerinden oynatabilir. Bu da özellikle iktidardaki hükümetleri zor durumda bırakır. Hatta dramatik hatalar yapılırsa sadece hükümetleri değil devletleri bile çökertebilir. Muhalif hareket veya partilerin bu süreçte iştahlanması da bu yüzdendi. Mesela Abdullatif Şener milyarlarca insanın sağlığını ve hayatını tehdit eden bu salgında etekleri zil çalarak şöyle bir twit atmıştı: N’olacak bu memleketin hali? Haberler kötü. Benden duymuş olmayın. Dünya ekonomisi çöküşe doğru yol alıyor. Eğer koronavirüs bu hızla yayılır ve etkisini altı ay sürdürürse, hiçbir ülkede hiçbir iktidar ayakta kalamaz! Dostlar! Yeni bir dünyaya merhaba!


Hal böyle olunca hem devletler, hem de özelde iktidardaki hükümetler sonucu kestirilemeyen bu salgınla ilgili kendilerince bazı önlemler aldılar. Fakat bu önlemlerin bir kısmı etik problemler içeriyordu. Örneğin Çin salgını geç haber verdi. Tüm dünyaya ürün satan Çin, adının bir virüsle anılmasının ekonomik olarak ülkeyi sarsacağını düşünerek mevzuyu uzun süre gizledi. Belki kendilerini korudular ama dünyayı büyük riske attılar. Salgını önlemek için kendi vatandaşına uyguladığı insanlık dışı tedbirler de cabası.

Hastalığın bu kadar dünya gündemini meşgul etmesi biraz da ilk dönemlerde popüler insanlarda görülmesiyle oldu. Prens Charles’tan İspanya prensesine, devlet başkanlarından ünlü sporculara, sinema yıldızlarından büyük sanayicilere kadar çok sayıda şöhretli isim hastalanınca hastalık herkesin nazar-ı dikkatini çekti. Hastalığın uluslararası yayılımı, ancak uluslararası ilişkileri olan insanlar vasıtasıyla olduğundan ve bu insanların genelde sanayici, tüccar, siyasetçi, sporcu gibi uluslararası etkinliklerde boy gösteren toplumun varlıklı ve şöhretli isimlerden olmasının doğal sonucuydu. İlerleyen dönemlerde kaymak tabakanın bir şekilde kendisini kenara çektiğini ve hastalığın toplumun diğer katmanlarına hızla yayıldığını gördük.

 Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.

Hastalığın kaynak ülkesi Çin ile güçlü ilişkileri olan ABD, İtalya, İran, Güney Kore, Japonya, Almanya Fransa, İngiltere gibi ülkeler virüsün en erken görüldüğü ülkeler oldu. Her devlet pandemiyi karşılarken kendine ait bir yol haritası çizdi desek yeridir. İngiltere, Hollanda, İsveç gibi ülkeler sürü bağışıklığını hedeflediklerini açıkladılar. Brezilya, Belarus gibi ülkeler de hiç oralı olmadı. Çin despot karantinalarla çözüm aradı, Güney Kore çok sayıda test yaparak. Japonya, halkın sosyokültürel yapısı müsait olduğundan, toplum bilinçlendirmesiyle önlem almayı tercih etti. ABD, İspanya, İtalya gibi ülkeler hafif tedbirlerle geçiştirdiler ve ağır bedel ödediler. Az gelişmiş ülkelerde başka hastalıklar ve açlıktan çok sayıda insan öldüğünden covid-19 çok da dikkat çekmedi.

Virüs ve hastalık yavaş yavaş tanınmaya başladı, hastalığa uygun tedaviler geliştirildi. Bu arada bir dizi mutasyon geçirerek ilk dönemlerdeki öldürücülük oranı kısmen azalan virüsle mücadele daha etkin yapılmaya başlandı. Ölüm oranı düştü ama yayılım bütün hızıyla devam ediyor.

Salgının ülke ekonomilerini şiddetli sarstığını söyleyebiliriz. Ekonomik korkular devletlerin pandemiyle ilgili verileri gizlemesine ya da çarpıtmasına sebep oldu. Küçük ülkeleri bir kenara bırakırsak başta Çin olmak üzere tüm ülkeler manipulatif bilgilendirmelerle bir yandan hastalıkla mücadele, bir yandan toplumsal dengeleri muhafaza, bir yandan da ekonomiyi kurtarma üçgeninde çözümler aradı.

Hastalıkla ilgili tıp dünyasından birbirini tekzip eden onlarca açıklama gelmeye devam ederken, gerek sağlık uzmanlarının, gerekse siyasi aktörlerin farklı karar ve uygulamalar tercih etmesi de normal karşılanabilir. Kimin doğru karar aldığını şimdiden kestirmek pek mümkün değil. Bir yandan hiçbir tedbir almayan İsveç, Belarus gibi ülkelerin sıkı tedbirler alan ülkelerden daha kötü durumda olmaması akla soru işaretleri getirirken, diğer yandan işi gevşek tutan Brezilya, ABD gibi ülkelerde vaka ve ölüm sayılarının dramatik seviyede olması da kafaları karıştırmıyor değil.


Salgının boyutlarının anlaşılmasıyla tıp alanında iddialı ülkeler aşı geliştirme yarışına giriştiler. Aşının 2021 yılında bulunmasına kesin gözüyle bakılıyor. DSÖ de belki bu gelişmelere atfen salgının iki sene içerisinde sonlandırılacağını açıkladı. Bu yazının yayına girdiği tarihte dünya genelinde 23 milyon vaka ve 800 bin ölüm bildirildi. Hem vaka hem ölüm sayısının bu rakamın çok üzerinde olduğunu hepimiz biliyoruz.

Dünya bu salgını atlatır atlatmasına da, kurdun kışı atlatıp yediği ayazı unutmaması gibi insanlar ve devletler de bu dönemde çektikleri çileyi unutmazlar.

Bir sonraki yazıda Türkiye’nin korona karşısında takındığı tutumu değerlendireceğiz..


Free counters!

İlginizi çekebilecek diğer yazılar:

Yorumlar