Fırat’ın Doğusunda Bizi Neler Bekliyor? (1)
Bugüne kadar gündeme dair neşrettiğim yazıların tamamında
tabloyu kendimce net bir şekilde görüp, görüşlerimi iddialı bir biçimde dile
getirdim. Arkasında durabileceğim güçlü argümanlarım vardı. İlk kez
belirsizliklerle dolu bir konu hakkında yazacağım. Aslında bir bakıma yazarken sizinle
beraber beyin jimnastiği yapıp, olanı biteni yerli yerine oturtmaya
çalışacağım. Yazıyı okuyan okurlarımdan istirhamım; yazının yorum bölümüne
düşecekleri notlarla, hem bana hem diğer okurlarıma ışık tutacak bilgi ve düzeltmelerle
resmin netleşmesine katkıda bulunmaları.
Evet, önümüzde devasa bir gündem var; Türk ordusu Fırat’ın doğusuna yönelik bir operasyona hazırlanıyor. Bu
operasyon belki de onlarca senedir Irak ve Suriye’de süregelen kargaşa
zincirinin son önemli halkası olacak ve sonrası masada siyaset ve diplomasi
yoluyla çözülmeye çalışılacak.
Suriye İç Savaşı’nda, uzunca bir dönem vekalet savaşlarına
şahit olduk ve sonrasında esas aktörler sahaya indi. Çünkü vekalet savaşları
esnasında hiçbir devlet adam akıllı bir sonuç alamamış, savaş uzadıkça
maliyetler kabarmıştı. Savaşı kazanarak sona erdirmek adına ilk olarak,
başlarda Lübnan Hizbullahı’nı vekil olarak kullanan İran sahaya indi. İran’ın
dengeleri değiştirmesiyle diğer ülkeler de doğrudan savaşa dahil oldular ve
nihayet hatlar belirginleşti. Şu anda aktörler birbirlerine doğrudan temas
etmeden son kazanımlarını yapıp, nihayete ermekte olan savaşta masaya elleri
güçlü oturmanın derdine düşmüş durumdalar. Savaş sahada sürüyormuş gibi görünse
de daha çok masada verilmeye başlandı bile.
Türkiye Suriye’deki savaşın başladığı andan itibaren
fazlasıyla olaylara müdahil olmuş, ama operasyonlarını hep Özgür Suriye Ordusu
(ÖSO) üzerinden yürürlüğe koymuştu, yani Türkiye’nin vekili de ÖSO idi. Çok
büyük bir lojistik avantajımız vardı. Düşünün ki Suriye’de aktörlüğe oynayan
devletlerden (ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Suudi Arabistan, BAE, İran ve Çin)
sadece Türkiye’nin Suriye’yle kara sınırı var. Ayrıca Suriye halkının çoğunda,
özellikle de devrim talebinde bulunan insanların tamamına yakınında Türkiye,
yukarıda saydığım ülkelerin hepsinin toplamından daha fazla kabul gören bir ülkeydi.
Önümüze düşen bu tarihi fırsat, o günlerde dış politikayı yöneten Davutoğlu’nun
hayati hatalarıyla berhava edilmişti. Bu konuda Küçük Enver’in Büyük Rüyası ve
savaşın ilk dönemlerini ayrıntılarıyla anlatan Suriye Dosyası başlıklarıyla iki
yazı dizisi yayınlamıştım. Bu yüzden fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Merak
edenler o yazıları okuyabilirler. Sonuçta o gün bir liraya halledebileceğimiz
meseleyi, bugün onlarca lira harcayarak çözmeye çalışıyoruz.
Davutoğlu tasfiye edilip Erdoğan dış politikanın dümenine
geçtikten sonra, donkişotça politikalar terkedilerek reel düzlemde siyaset
üretilmeye başlandı ve Türkiye filmi geriye sarmaya başladı. Önce Rusya’yla ara
düzeltildi. Ardından artık tamamen kaybedilmek üzere olan Suriye Satrancı’nda
en can alıcı adım atıldı; Türkiye Fırat’ın
batısından Suriye’ye girerek PKK’nın oluşturmak istediği koridor devletin
belini kırdı. Fırat Kalkanı Operasyonu’nun ne denli önemli bir operasyon
olduğunu bu günlerdeki gelişmelerden çok daha iyi anlayabiliyoruz. Mesela PKK
kantonları birleştirebilseydi ABD bugün çekilmekten bahis açar mıydı? Asla. Ama
şu da gözden kaçmamalı. Türkiye Fırat Kalkanı öncesinde Rusya’nın gönlünü
yapabilmek adına çok büyük bedeller ödedi. Bunun ayrıntısına girmiyorum.
Türkiye o kadar sıkışmıştı ki, Fırat Kalkanı tabiri
yerindeyse palas pandıras, alelacele düzenlenmişti. Birkaç hafta daha geç
kalınsa iş işten çoktan geçmiş olacaktı. Bu yüzden Fırat Kalkanı, hem şehit
sayısı, hem de ekonomik yük olarak Türkiye’yi fazlasıyla yoran bir harekattı.
Ama buna değerdi. Ardından Afrin Kantonu’na yönelik Zeytin Dalı Operasyonu
düzenlendi. Türkiye dünya kamuoyunu bir dizi diplomatik ve ekonomik ön
hazırlıklarla hazırlamış olduğundan kimsenin sesi çıkmamıştı. Buradaki kilit
ülke Rusya’yla anlaşma yapılarak Suriye hava sahası rahat bir şekilde
kullanıbilmişti. Daha sistemli bir planlama yapılmıştı. Daha az zayiat ve
maliyetle güçlü bir harekat gerçekleştirilmiş ve Zeytin Dalı Operasyonu hızlıca
sonuçlandırılmıştı. Aslına bakarsanız operasyon tam bitmedi. Tel Rıfat ve Minnig
Hava Üssü’nü içeren bölge de harekât kapsamındaydı ve henüz alınamadı. Ama
savaş fiili olarak bitmiş durumda. Tel Rıfat alınacaksa bu iş masada bitecek,
silahlı bir operasyon olmayacak. Türkiye’nin İdlib’teki Cişr eş-Şuğur gibi
stratejik ve toprağı mümbit bir kasabayı Tel Rıfat’a karşılık teklif ettiğini
ama olumlu bir cevap alamadığını biliyoruz. Buradan Tel Rıfat’ın stratejik
önemini anlayabilirsiniz.
Türkiye Fırat Kalkanı’nda en önemli işi başarmış, yani PKK
koridorunu kesmiş, ama nihai hedefine tam ulaşamamıştı. Çünkü Fırat Kalkanı
Harekatı’yla Münbiç de PKK’dan temizlenecek ve Fırat’ın batısı tamamen güvenli
bölge haline gelecekti. Orada da ABD bir merhaleden sonra cephe hattına
Suriye’deki ABD özel kuvvetlerinden askerler yerleştirmiş, ABD bayrağı çekmiş
ve TSK o hattan ileri gidememişti. Şimdilerde Türkiye hem Tel Rıfat Bölgesi, hem Münbiç, hem de Fırat’ın doğusu için
diplomatik veya askeri yollarla sonuç almaya çalışıyor. Yani çok büyük oynuyor.
Türkiye’nin Münbiç’le ilgili ABD makamlarına yoğun baskıları
oldu. Ancak ABD bu baskıları oyalama taktikleriyle bir şekilde geçiştirmişti.
Son dönemde Türkye’den artık bıçağın kemiğe dayandığına dair sert uyarılar
geliyordu. ABD’nin reyini, güya NATO üzerinden müttefiği olan Türkiye’le
işbirliğinden yana değil de PKK’nın Suriye yapılanması olan PYD’ye arka çıkarak
kullanması, Türkiye cephesinde ciddi rahatsızlıklara yol açmıştı. ABD, kimsenin
yemediği ama kendince bir rasyoneli olan “IŞİD’i –yani terörü- bitirmek için
kendilerine kucak açmış partner olarak PYD’yle çalışmak durumunda oldukları
bahanesini vurgulayıp duruyurdu. IŞİD’in elindeki bölgelerin %99’unu birkaç
ayda temizleyen ABD, her ne hikmetse Rakka’nın güneyinde, Irak sınırına yakın
bölgede bulunan %1’lik alanı neredeyse bir yılda temizleyememişti. Orayı da alsalar
IŞİD bahanesi ortadan kalkacaktı. Hemen ardından da şu soru gelecekti: Tamam
artık terör bitti, daha niye duruyorsunuz buralarda? Bu soruya muhatap olmamak
adına ABD IŞİD’i bir türlü bitirmedi. Geçen bunca süre içerisinde de PKK/PYD
birliklerine binlerce tır dolusu silah verdi. Üsler inşa etti. Dahası PKK için
düzenli ordu kurup askerlerini eğitti.
Bir hafta önce ABD başkanı Donald Trump’ın Suriye’deki ABD
askerlerini çekeceğine dair beyanatı gündeme bomba gibi düştü. Sadece ABD’de
değil başta Türkiye olmak üzere bölgeyle ilgilenen tüm ülkelerde şok etkisi
yaratan bu karar, üzerinde uzun uzun düşünülmesi ve ona göre değerlendirmeler
yapılması gereken bir gelişme. Bu kararı yorumlamadan önce elimizdeki tabloyu
biraz mercek altına alalım.
ABD’nin bugüne kadar izlediği politikalarda gayet kaypak
davrandığını biliyoruz. Türkiye’nin siyasi tarihini bilenler ABD’ye asla
güvenilmeyeceğini de bilirler. Türkiye’nin NATO’ya dahlinden sonra bir nevi
boyunduruğu altına girdiğimiz ABD’nin ülkemize bir türlü nefes aldırmadığı,
kafamızı her kaldırdığımızda içimizdeki operasyonel mihraklarla bizi hizaya
çektiğini biliyoruz. Türkiye’nin ABD’ye ayar vermek adına Rusya’ya yanaşmaları
hep hüsranla sonuçlandı. Bu yüzden Rusya’nın kendi dertleriyle boğuştuğu
1985-2005 yılları arası dönem, ABD’nin Türkiye’yi en rahat yönetip
yönlendirdiği dönem olmuştur. Rusya’nın güçlenmesi Türkiye’nin Rus kartını
tekrar gündeme getirmesine fırsat verdi. Türkiye’nin Rusya’ya her
yakınlaşmasında gayriahlaki operasyonlar çekerek ülkemizi hizaya getiren ABD, sonuncusu
15 Temmuz darbe girişimi olan bir dizi operasyon düzenleyerek kendi sultasını
devam ettirmek istemiştir. Şimdilik (çok şükür) buna muvaffak olamadığını
biliyoruz.
Türkiye tamamen ABD sultası altında yaşamanın ne denli
zillet olduğunun farkında. Ama külliyen Rusya’nın kanatları altına girmemesi
gerektiğini de bilecek kadar devlet aklına sahip. Bir denge politikası
gözeterek arada kendisine olabildiğince inisiyatif alanı açmaya çalışıyor.
Fakat illa da birine yanaşacaksak bunun Rusya olması her yönüyle daha
avantajlı. Birincisi ABD-Türkiye arası güç farkı fazlasıyla orantısız. Rusya
karşısında nisbeten söyleyecek sözümüz olur. İkincisi ABD’nin müttefik ilişkisi
tamamen sömürme ve nefes aldırmama esasına dayalı. Rusya’nın daha paylaşımcı
bir ağabeylik karakteristiği var. Üçüncüsü ise Rusya hem karadan hem denizden
komşumuz olması hasebiyle ticari, siyasi ve askeri olarak daha iyi verim
alınabilecek bir partner.
Türkiye’nin son dönemde Rusya’ya yanaşması ABD’yi tedirgin
ediyordu. Tamam global ölçekte çok güçlü değiliz. Ama bölgemizde hatırı sayılır
bir ağırlığımız var. Bu münasebetle bölgenin diğer güçlü ülkesi İran’dan sonra
Türkiye’yi de kaybetmek ABD’nin Ortadoğu’da hareket kabiliyetini oldukça
kısıtlayacak bir gelişme. Ancak son yarım asırlık siyasi hafızamız, kulağımıza
sürekli ABD’den bir an evvel kurtulmamız gerektiğini de fısıldıyor. Ülkemiz
füze tehdidi altındayken, parasıyla istediğimiz hava savunma sistemlerini bize
kiralamayacak kadar kalleş bir müttefik. Türkiye’nin bu gelişmeden sonra yüzünü
önce Çin’e, ardından da Rusya’ya çevirmesi ve Rusların geliştirdiği ve
Patriot’dan çok daha etkili özellikleri bulunan S-400 savunma sistemi siparişi
vermesiyle ortalık karıştı. Şu anda Türkiye’ye bu siparişi iptal etmesi için
yoğun baskı var. Gerekçe NATO’nun güvenliğini tehlikeye düşürmek. Bu işin
bahanesi. Türkiye’nin bu baskılara itibar etmemesi ABD kanadında derin endişe
uyandırdı. Çünkü S-400 alımı, bugüne kadar Türkiye’ye silah tedarikinde tekel
olan ve bu vesileyle Türkiye’nin kendilerinin inisiyatifi dışında bir harekat
yapmalarını ambargolarla engelleyebilen NATO için, Türkiye’nin kontrolden
çıkması anlamına geliyor. Bu arada önemli bir silah pazarını rakibe kaptırma
riskinin ekonomik boyutu da var.
Buraya kadar yazdıklarımız gündemi takip eden hemen herkesin
bildiği şeyler. Pekala niye yazdım? ABD’nin Suriye’den asker çekme kararını
doğru tahlil edebilmek adına mevcut durumu bir kez daha hatırlayalım istedim.
Şimdi, ikinci bölümde, içerisinde birçok muamma taşıyan ABD’nin çekilme
kararına göz atabiliriz.
İkinci bölüm için lütfen tıklayınız.
-------------------------------------------
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.