Gül Aday Olmayacak

Başlığa bakarak kehanette bulunduğumu düşünmeyin, gelecekten haber vermekten Allah’a sığınırım. Abdullah Gül’ün zihnini okuyor değilim, güçlü bir istihbarat da almadım. Benimkisi sadece bir tahmin, iddialı bir tahmin. Bu yazıda tahminimin gerekçelerini açıklayarak siyasete ait bir projeksiyon ortaya koymayı hedefliyorum.


Yaklaşık iki ay kadar önce Gül’ün cumhurbaşkanlığı adayı olması durumunda bizi nasıl bir tablo beklediğine dair kapsamlı analizler içeren Gül vs Erdoğan başlıklı bir yazı kaleme almıştım. O günden sonra bu konuyla ilişkili önemli gelişmeler yaşandı. Yazımda belirttiğim üzere Gül muhtemel adaylık planları için sessiz sedasız, ama bir o kadar da hummalı çalışmalar yürütüyordu. Gerek kendisi gerek kurmayları siyasetteki önemli aktörlerle çok sayıda görüşme gerçekleştirdi. Önceki dönemlerde Ak Parti cenahında siyaset yürütmüş, bürokraside kritik pozisyonlarda bulunmuş pek çok şahıs uzun süredir Gül’le birlikte hareket ediyor. Ancak bu eski vekil, bakan, bürokrat ve siyasetçilerin Ak Parti’de zaten üzeri çizilmiş isimler olduklarını belirtmekte fayda var. Ak Parti’de bir pozisyona sahip olan veya bir görev alma ihtimali bulunan herkes Gül’den zinhar uzak duruyor. Hatta zamanında Gül’ün vesilesiyle Ak Parti’ye girmiş, bir zamanlar Gül’ün adamı olarak bilinen ve aktif olarak halen Ak Parti’de siyaset yapan birçok isim de Gül’le mesafeli bir ilişki yürütüyor. Bundan başka, medya veya sermaye gruplarından da tescilli Erdoğan düşmanı olanlar hariç kimse Gül’e sağlam bir destek çıkmıyor.

Gül’den uzak durulması aslında siyasette psikolojik üstünlüğün tamamen Erdoğan’dan yana olduğunun en önemli delili. Siyaset camiasında Gül’ün aday olduğunda kazanma ihtimaline dair kuvvetli bir kanı olsa, Gül’le geçmişte teşriki mesaisi olmuş pek çok isim risk alır, Gül’ün yanında mevzilenmeye çalışırdı. Hatta iddia ediyorum bugün fanatik Reisçi olarak boy gösteren birçok siyasetçi de Gül’e yanaşmanın hal çaresini arardı. Gül’ün kazanma şansı yarı yarıya olsa, belki diğer durum kadar olmasa da yine hatırı sayılır miktarda Ak Partiliyi Gül’ün yanında görür olurduk. Bu gerçekleri gerek siyasi tecrübesi, gerekse siyasi dehası dolayısıyla hepimizden daha iyi gören Erdoğan, son iki ay içerisinde yaptığı birkaç hamleyle Gül’ün kazanma ihtimalini neredeyse sıfırladı. Olağanüstü gelişmeler olmazsa Gül’ün aday olma şansı kalmadı. Hem Erdoğan’ın hamlelerini hem Gül’ün adaylık için durduğu/duracağı yeri mercek altına alalım.


MHP’nin erken bir kararla cumhurbaşkanı adayı çıkartmayacağını açıklayarak aday olarak Erdoğan’ı işaret etmesi Gül’ün işini bir hayli zora sokmuştu. 15 Temmuz’daki güçlü destek ve ardından 16 Nisan’daki anayasa referandumunda zımni koalisyonun ardından iyice ısınan MHP-Ak Parti ilişkileri, yaklaşan yerel ve genel seçimler öncesi gerçek bir seçim ittifakına doğru gidiyor. Parti kurmaylarının bir komisyon altında görüşmelere başladığını, çok büyük bir sürpriz olmazsa bir ortak zeminde buluşulacağını ve seçimlere birlikte girileceğini kestirmek zor değil. Koalisyon olmasaydı da MHP cumhurbaşkanlığı için Erdoğan’a destek vereceğini açıklamışken Erdoğan neden koalisyona sıcak baktı diye sorgularsak, meclis çoğunluğu ve özellikle de yerel seçimlerde sıkıntı yaşamamak adına bu yolu tercih ettiğini görebiliriz. Referandumda Ankara ve İstanbul’da ortaya çıkan oy oranları Ak Parti içinde bu en kritik iki şehirle ilgili tedirginlik yarattı. Ak Parti hem yerel hem genel seçimlerden açık ara birinci çıkar. Ama Ankara ve İstanbul’u kaybetmiş bir Ak Parti’nin geleceği sorgulanır, moral üstünlüğü kaybolur, üstüne üstlük istihdam ve yatırım olarak çok büyük anlamı olan bu iki şehirde kendi tabanına karşı zor durumda kalırdı. Bu iki şehri CHP’nin almasının CHP kadrolarında ve tabanında çok ciddi moral ve oy takviyesi gibi önemli bir dezavantajı beraberinde getirecek olması da cabası. Ankara’yı bilmem ama ben ittifak olmasaydı da İstanbul’da CHP’ye şans vermiyordum. Fakat Ankara’yı kaybetmek bile Ak Parti için tek başına feci bir sonuç. Ayrıca genel seçimlerde Meclis’teki yasa değişiklikleri için güçlü bir iktidar tesis etme zorunluluğu, Ak Parti’yi MHP koalisyonuna yeşil ışık yakmada ekstradan motive etti. Yine de asıl itici faktörün yerel seçimler olduğunu düşünüyorum. Ayrıca MHP-Ak Parti yerel seçim ittifakının sadece Anakara, İstanbul ve kritik diğer illeri kurtarmakla kalmayacağının, CHP’nin elindeki toplam 14 şehrin 3 ila 7 arasındaki belediye başkanlıklarını kaptırmasına yol açacağının altını çizmekte yarar var.

MHP’li yetkililer her ne kadar kuyruğu dik tutsa da MHP’nin genel seçimlerde barajı aşamama ihtimali vardı. Bu tehlike MHP’nin kabusu olduğu kadar, sürekli MHP’den destek gören Ak Parti’nin de başını ağrıtacaktı. İttifak sayesinde bu tehlike de bir şekilde bertaraf edilmiş olacak. Siyasette toplama ve çıkarmaların sonuçları matematiktekinden farklı zuhur eder. İki artı iki bazen üç bazen beş edebilir. Bu ittifakın her iki partiye muhtemel faydaları ve zararları olabilir, ama bu ayrı bir tartışma konusu.


Erdoğan’ın yaptığı ikinci kritik hamle Ahmet Davutoğlu’nu safına çekmesiydi. Davutoğlu tek başına oy potansiyeli güçlü olan bir isim değil (%1-2). Yine de bu 1-2 puan, oy oranlarının birbirine yakın olduğu dönemlerde kıymet arzediyordu. MHP-Ak Parti ittifakı Davutoğlu’nun marijinal değerini oldukça azaltmıştı. Erdoğan’ın safında olmasının Erdoğan’a çok ciddi bir katkısı olmazdı. Ama aksi durumda yani Gül’ün safında yer aldığında sadece kendi oy potansiyeliyle değil Gül-Davutoğlu birlikteliğinden kaynaklanan sinerjiyle Gül’e 3-5 puanlık katkısı, dolayısıyla da Erdoğan’a 3-5 puanlık zararı olabilirdi. Çünkü şu anda Abdullah Gül’ün yanında muhafazakar camiadan oy potansiyeli olan veya seçmende bir karşılığı bulunan hiçbir popüler isim yer almıyor. Dolayısıyla aday olduğu takdirde tamamen sol merkezli, laik seçmenin adayı olarak algılanacaktı. Gül bu seçmen kitlesiyle seçilemeyeceğini gayet iyi biliyor. Muhafazakar seçmenden gelecek 2-3 puanlık oy kendisini Erdoğan’a yaklaştıramaz bile. Hal böyleyken kendisini doğal hinterlandının karşısına çıkarak hem muhafazakar tabandan tepki toplayıp, hem de seçim kaybederek var olan prestijini erozyona uğratmayacak kadar kurnaz bir siyasetçi.

Gül’ün siperin arkasında hazırlık yaptığını gayet iyi bilen Erdoğan, Gül kafasını siperden çıkarır çıkarmaz ateş etti. Darbe girişimlerine müdahale eden kişilerin darbe bastırılmasıyla alakalı işledikleri/işleyebilecekleri suçlardan muaf tutulmasına yönelik kanuna itiraz içeren bir tweet atan Gül’e, Erdoğan anında cevap verdi, hatta verdi veriştirdi. Normal bir zamanda Edoğan bu itirazı böyle karşılamazdı, gerekirse çağırır kendisiyle konuşurdu. Ama doğrudan kamuoyu önünde Gül’ü suçlaması siyaseten önemli bir mesaj içeriyordu; niyetini görüyorum ve arttırıyorum



Gül’ün bu hamle karşısında iki yoldan birini seçmesi gerekiyordu; ya kılıcını kuşanıp sahaya inecek, ya da adaylık defterini kapatacaktı. Gül burada gayet mantıklı davrandı. Gazetecilerin polemiği alevlendirmek için sorduğu sorulara cevap vermeyerek tartışmayı kapatma yönüne gitti. Zaten şansı azdı, ne diye kaybedeceği bir savaş girip kendisini yıpratsındı ki. Bu olaydan sonra gerçekleşen Erdoğan’ın Davutoğlu hamlesi de Gül’ün adaylık ihtimalini bana göre tamamen bitirdi. Bu vakitten sonra uzun bir süre (en azından seçimlere kadar) Gül’ün Erdoğan’la zıt düşecek herhangi bir açıklama veya aksiyon içerisine gireceğini düşünmüyorum. Gül adaylık hesaplarını artık 2024’e bırakmıştır. Gayet iyi biliyor ki ait olduğu siyasi eğilimin omuzlarında yükselmekten başka ihtimal de yok. O yüzden Ak Parti tabanını karşısına almak gibi bir maceraya girmeyecektir.


Son olarak Davutoğlu’nun Erdoğan’ın safına katılmasını değerlendirelim. Basından öğrendiğimize göre Erdoğan-Davutoğlu görüşmesi 3 saat kadar sürmüş. Son dönemde artan merkezi konumu sebebiyle Erdoğan’ın ne kadar yoğun bir trafiği olduğunu sağır sultan bile biliyor. 3 saat çok uzun bir görüşme süresi. Ne konuştuklarına dair hiçbir bilgim yok, ama sonraki görüşmelere bakarak bazı tahminlerde bulunabiliriz. Ak Parti’nin görüşme sonrası gerçekleştirilen ilk grup toplantısında Davutoğlu’nu oturttuğu yer önemli. Daha geçenlerde o sıranın 3 arkasındaki koltuğa oturabilmek için bakanlar arasında cereyan eden muharebeleri hepimiz gördük. Bu protokol düzeninin sadece Davutoğlu’nun gönlünü almak için değil, aynı zamanda Binali Yıldırım’a ayar vermek için tesis edildiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın Yıldırım’la ilgili benim bile bildiğim bazı rahatsızlıkları var. Bunun ayrıntılarına girmiyorum. Davutoğlu gayet mutluydu, yüzünde uzun süredir görmediğimiz o çocuksu neşe göze çarpıyordu. Yıldırım da keyifsiz ve gergindi.


Davutoğlu’nun başbakanlıktan sonra takındığı tavırları biliyoruz. Erdoğan bunları göz ardı etmeyecek kadar üstad bir siyasetçi. Davutoğlu’nun iki arada bir derede Gül’le de birkaç kez temas kurduğunu biliyordur. Gül ve Davutoğlu anlaşamadılar. Bunun en önemli nedeni Davutoğlu’nun etrafındaki kadronun sadece Gül değil, kendilerini tanıyan hiç kimse tarafından sevilmiyor oluşu. Birkaç istisnayı saymazsak çoğu sonradan görme çiğ tavırları ve kibirli tutumları ile siyasi arenada yeterince düşman kazanmış durumdalar. Zaten Abdullah Gül bir üniversitede yaptığı konuşma esnasında Davutoğlu’nu üstü örtülü topa tutmuş ve beraber yürümeyeceklerini izhar etmişti. Yani Gül-Davutoğlu ittifakı olmayacaktı. Ona rağmen Erdoğan Davutoğlu’nun gönlünü alıp yanına çekti. Bunu yukarıda da belirttiğim gibi daha çok Yıldırım’ı hizaya çekmek için yaptığını düşünüyorum.


Erdoğan’ın Davutoğlu’na ne vaad ettiğini bilemiyorum. Cumhurbaşkanı yardımcılığı değildir, Erdoğan bir kez daha aynı hataya düşmez diye tahmin ediyorum. Dışişleri bakanlığı teklif etmemiştir diye dua ediyorum. Hatta fazlasını söylüyorum, Davutoğlu’nu bir kez daha dışişlerinin başına getirirse siyasi arenaya çıktığından beri kendisine oy verdiğim Erdoğan’a bir daha oy vermem. Ama Davutoğlu’nun grup toplantısında bu kadar keyifli olması da beni fazlasıyla ürkütüyor doğrusu. Kendisine BM temsilciliği, İslam Konferansı başkanlığı gibi birtakım vaatlerde bulunulmuşsa ne ala.

Erdoğan’ın Abdullah Gül hakkında yaptığı son açıklamalarını ciddiye almayın. Bağımsız aday olarak Şanlıurfa’da belediye başkanlığını Ak Parti’nin elinden alan Ahmet Eşref Fakıbaba için de zamanında “bu trenden inen bir daha binemez” demişti. Sonradan milletvekili ve hatta bakan yaptı. Siyasette bu tür iniş çıkışlar vaka-i adiyedendir. Zamanı gelir Gül’le de kol kola gezip, omuz omuza mücadele edebilir. Gül, Erdoğan’la var olan gerilimi tırmandırıp onarılamaz seviyeye getirmeyecektir. Bu yalnızca Erdoğan’la değil, Erdoğan’a oy verme seviyesini aşmış, artık gönül ve kader bağı kurmuş Ak Parti tabanıyla da arayı açmak demektir ki, Gül böyle hayati bir hata yapmayacak kadar tecrübeli bir siyasetçidir.


-----------------------------------------


Bu yazıyı beğendiyseniz, ilginizi çekebilecek diğer yazılar:

 Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.



Free counters!

Yorumlar