Suriye Dosyası (3): Baas Rejimi ve Öfke
Baas rejiminin kafa yapısını ve devlet yönetme metodunu
bilmeden Suriye’de halkın neden isyan ettiğini asla anlayamayız. Öyle değil mi
ya? Her şey güllük gülistanlıkken bu halk durduk yere niye ayaklansındı ki?
Suriye’yi iç savaştan önce ziyaret eden herkes ortalığın sütliman olduğunu
anlatabilir. Ama biraz derinlere inebilseydiniz, üstü kül kaplı bu sakin sahnenin altında, için için yanan
ve her an patlamaya hazır bir volkan görürdünüz.
Mesele sadece Suriye meselesi değil. Neredeyse tüm İslam dünyası tiranlar tarafından yönetiliyor. Batı
dünyası, dillerine pelesenk ettikleri demokrasi, eşitlik, özgürlük gibi
sloganları İslam dünyasına gelince unutuveriyor. Çünkü tiranların hepsi kendi
adamları. Bu sayede İslam coğrafyasının tüm kaynakları zahmetsizce Batı’nın
emrine peşkeş çekiliyor. Bal tutan tiranlara da parmağını yalamak düşüyor.
Arap dünyasındaki Baas akımının fikir babası Mısır devlet başkanı Abdunnasır, Suriyeli Baas Parti üyeleriyle. |
Diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi Suriye’de de iktidar bütün gücünü silahtan aldı/alıyor. Halk nezdinde bir meşruiyetleri yok. Baştan aşağı hile kokan göstermelik seçimlerle demokratik ve legal bir hak havası estirilmeye çalışılsa da bu tiyatroya en saf, ebleh insanlar bile kanmıyor. Varsayalım ki tiran çok iyi bir insan ve devlet adamı olsun. Böyle bir lider döneminde bile yara kapanmıyor, sadece kanaması geçici olarak duruyor. Hatırlayın, sözde cumhuriyet olan Türkiye’de de halk ne zaman kendi yolunu çizmeye kalkışmışsa darbelerle ordu yönetime el koymuştur. Ve gayet iyi biliyoruz ki, 15 Temmuz da dahil tüm darbelerin planlayıcısı ABD ve NATO olmuştur.
Legal bir yönetim değilsen ve iktidarda silah marifetiyle
kalıyorsan yönetim tarzın üç aşağı beş yukarı aynı minvalde seyretmek zorunda
kalır. Çok güvendiğin, sana sadakatle bağlı kişilerden bir halka oluşturursun.
Bu isimleri devletin kaynaklarından beslersin. Bu isimlere ve etraflarında
oluşan klanlara imtiyaz ve güç verirsin. Ne olur sonunda? Halk fakr-u zaruret
içinde kıvranırken, belli bir kesim, arpalıklar sayesinde şatafatlı bir hayat
sürer. Yetmedi, bu elitler totaliter kafa yapısından devşirdikleri güç oranınca
züccaciye dükkanına girmiş fil misali küstah ve hoyrat yöntemlerle millete
zulmeder, zorbalıklarla her türlü hak ihlaline başvururlar. Can ve hapis korkusundan sesini çıkaramayan
halk sabırla öfkeyi içinde biriktir. Suriye’de olan da özetle budur.
Yazının ikinci bölümünde belirttiğim gibi, Suriye’de tüm
yönetimler ardı arkası kesilmeyen darbeler sonucunda iktidara gelmiş olup
halkta karşılığı olmayan kişilerdi. Fransızların hristiyanların önderliğinde
kurulmasına cevaz verdiği Suriye devletinin diğer üst kadroları da, çoğunlukla
Fransa’ya ağam paşam diyen kimliksiz şahsiyetlerden müteşekkildi. Kısacası darbelerle
bir grup alçak gidip başka bir grup kansız geliyordu. Bu darbelerde Fransa
kadar ABD ve İngiltere de kendi kuklalarını başa geçirmek için rol almışlardır.
Sonunda Hafız Esad ve ekibi 1970 yılındaki darbeden sonra kalıcı bir kadrolaşma
tesis ederek devlete tam manasıyla hakim olmayı başardı.
Hafız Esad genç bir pilotken (en üstte) |
Esad öncelikle yakın yönetimini aile efradından ve
akrabalarından oluşan bir kadroyla sağlamlaştırır. Kardeşi, çocukları,
kuzenleri ve hatta memleketi olan Lazkiye’ye bağlı Qardaha kasabasından
hemşerilerine önemli payeler verir. Tamamı
nusayri olan bu mezhepçi baronlar Esad’ın etrafında bir koruma halkası
oluşturmaya yeter. Bunun yanı sıra çeşitli etnik gruplardan ve dini
oluşumlardan kendisine itaat edecek isimler devşirerek belli bir zümreye daha
hakim olmayı becerir.
Bütün bunlar sonucunda ortaya çıkan tablo şöyledir. Bir şekilde Esad’ın yanına kapağı atan
herkes, kendisine ait bir pramit oluşturarak çeteleşir ve en alttaki ferdinden
en üsteki çete liderine kadar halkı sömürmeye koyulurlar. Diğer taraftan
Muhaberat isimli istihbarat teşkilatıyla toplumun kılcallarına kadar sızan
devlet kimseye nefes aldırmayan bir şebeke oluşturur. Özellikle Hava Kuvvetleri İstihbarat Birimi oldukça etkin ve nusayri ağırlıklı bir yapıya sahiptir. Bir ara Suriye’deki her
üç kişiden birinin Muhaberat ajanı olduğu söyleniyordu. Bir abartı olsa da, pratik
olarak bu oran mümkün değilse de toplumda yarattığı etki bakımından kayda değer
bir dedikodu.
Daha da korkuncu çoğunluğu nusayri olan gayri nizami
milislerle (şebbihalar) halk
arasında terör estirilir. Şebbihalar istediğinin malına el koyan, beğendiği
kızlara tecavüz eden, uyuşturucu ticareti yapan, esnafı haraca kesen, kafasına
göre cinayet işleyen tam bir harami ordusu. Suriye’de milleti ikrah ettiren en önemli uygulamalar şebbihalar
vasıtasıyla yapılmıştır.
Şebbihalar |
Baas rejiminin bir yönüyle hakkını vermeliyiz. Suriye’de dini yaşama konusunda kısıtlamalar
yok denecek kadar azdır. Hele Türkiye ile kıyasladığımızda din hürriyetinin
çok ileri seviyede olduğunu görebiliriz. Filhakika despot rejimlerle yönetilen
tüm arap dünyasında din hürriyeti yakın zamana kadar Türkiye’den ilerideydi. Camilerde
dini sohbetlere müsaade edilen, ders halkaları yapılan bir yer Suriye. Sokaklarda,
dükkanlardan ve evlerden yükselen Kur’an sesleri arasında yürürsünüz. Hatta Nusayrilerin
yoğun yaşadığı Tartus’un karşısında yer alan Arvad adasında bile bu sahnelere
şahit olmuştum. Suriye’de din, Türkiye’deki gibi evlere hapsedilmemiş, hayatın
içine de nakşedilmiş bir mefhumdur. Bizdeki gibi başörtüsü yasakları Suriye’de zinhar
vuku bulmamıştır.
Diğer taraftan Baas’ın
en büyük baskısı ifade özgürlüğü üzerine olmuştur. Rejim’e yönelik en ufak
bir eleştiri birilerinin kulağına gittiğinde sonu asla kestirilemeyecek bir
buhranı yaşamak zorunda kalabilirsiniz. İnsanların fısıltılaşmaktan bile
korktuğu bir ülke düşünün. Uğradığınız herhangi bir zulme itiraz ettiğinizde
yandı gülüm keten helva. Suriye’de özellikle baba Esad döneminde tebahhur olmak diye bir terim vardı; manası
buharlaşmak. Bir şekilde Muhaberat sizi alıp götürdüğünde akıbetiniz hakkında
herhangi bir varsayımda bile bulunamaz insanlar. Ne bir haber alabilirler
sizden, ne bir selam gönderebilirsiniz ailenize.
Bu şekilde içeri alınan ve yıllarca kendisinden haber
alınamayan on binlerce insanın gözyaşı var Suriye’de. Ne bir mahkeme, ne bir
avukat. Şanslıysanız öldürmezler ve ümitvar bir insansanız bir gün çıkarım
ümidiyle yaşarsınız. Ama tutukluyken ters baktınız diye bir şebbiha sizi
öldürebilir. Veya hapishanede hastalanıp, tedavi göremediğiniz için hayatınızı kaybedebilirsiniz.
Kadınsanız tecavüze uğramanız gayet olağan bir süreç. Gençken aniden tutuklanıp
hapse atılan ve 20 yıl hapiste yaşamak zorunda kalan bir Suriyeli, artık orta
yaşı geçip salıverilince şöyle demişti: “Niçin
tutuklandığımı bilemediğim gibi, niçin salıverildiğimi de asla soramadım”.
New York'ta 2015 yılında açılan bir sergide Suriye'deki işkenceler fotoğraflarla sergilenmişti. |
Baas hapishanelerinin şöhreti kulaktan kulağa yayılsa da, asıl
iç yakıcı hikayeler iç savaş sonrası hapishanelerden kurtulanların
anlattıklarıyla ortaya çıktı. Bir odaya atılıp, sonra unutulduğu için açlıktan
ölenler mi dersiniz, düzenli olarak işkenceye tabi tutulanlar, tecavüze
uğrayanlar mı ararsınız, şebbihaların kendi aralarındaki eğlencelerde canından
olanlar mı dersiniz. Bu arada tutukluların büyük kısmının katledildiğini de
ekleyelim. Düşünün ki 12 Eylül sonrası Diyarbakır Hapishanesi’nde bir grup kürde
yapılan işkencelerin uzantısı olarak Türkiye’de PKK diye bir örgüt yeşermeye
fırsat buldu. Suriye’de bu zulüm her mahallede her türden insana binlerce
katıyla reva görüldü. Suriye halkında nasıl birikmiş bir öfke olduğunu siz
tahmin edin. Palmira’daki Sidnaya Hapishanesi’nin hikayeleri Diyarbakır’a
rahmet okutur.
Schindler’in Listesi filminde bir genç kız, önüne geleni
keyfe keder öldüren bir Nazi subayının gıyabında, sinir krizleri geçirerek arkadaşına
şöyle haykırıyordu; “Ne yaparsak, hangi
kurala uyarsak hayatta kalbileceğimizi bilmiyoruz”. Bunun insan ruhunda ne
kadar ağır baskı oluşturduğunu, yaşamadan algılamak zor. İşte bir kısım
imtiyazlı grup haricinde tüm Suriye halkı, bu boğucu psikolojik atmosfer
altında hayatını idame ettiriyordu.
Savaş başlamadan 6 ay önce Suriye’de 15 gün kadar
bulunmuştum. Dışardan bakıldığında huzur dolu bir ülkeydi. 2 aydır Şam’da
bulunan yeğenim hiç kavgaya şahit olmadığını söylemişti. Genç kızlar sokaklarda
gecenin üçünde tek başına salına salına yürüyordu. Avrupa basınında Suriye
Ortadoğu’nun en güvenilikli ülkesi olarak lanse ediliyordu. Rejim’in kurduğu korku imparatorluğu
yüzünden insanlar süt dökmüş kedi gibi yaşıyorlardı.
Bir taraftan genç kızların gece yarısı tek başına
dolaşabildiğini söylerken, bir taraftan şebbihaların kızlara tecavüz ettiğini
belirtmem çelişkili gibi durabilir. Bir şebbiha gözüne kestirdiği kızı gün
ortasında da ıssıza çökertip tecavüz edebildiğinden gece ve gündüz arasında
fark yok. İnsanlar sadece birbirlerinden çekinmiyorlar, ama şebbihadan, Muhaberat
ajanlarından asla emin olamıyorlar. Mesele zulme, tecavüze uğrayan insanların
pozisyonuyla cürmü işleyecek şebbihanın gücü arasındaki dengede kilitleniyor. Dolayısıyla
arkası güçlü olmayan insan ve aileler her türlü zulme açık hedef olarak yaşamak
zorundalar; gece ve gündüz, kış ve yaz fark etmiyor.
İşte Suriye halkı 2011 yılında başlayan iç savaşa, böyle bir
hikayenin ardından kalkıştı. Uzaktan ahkam kesen, “ne güzel var olan huzurlarını bozdular” diyen çok bilmişlere
aldanmayın. Suriye’deki zulümle ilgili çok fazla okudum, dinledim, seyrettim; Suriye
halkının çektiği anlatılacak cinsten değil, oturup hüngür hüngür ağlanacak
türden.
Suriye Dosyası (4) için lütfen tıklayınız
Suriye Dosyası (2) için lütfen tıklayınız
-----------------------------------------
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.