Davutoğlu: Yaktın Beni Ali
Siyaset
arenası, politik süreçler için oldukça uzun süre sayılabilecek durağan bir
periyodu geride bırakmak üzere. Tayyip Erdoğan’ın yirmi yıldır domine ettiği
siyaset kurumu, gerek sol cenahta, gerek merkez sağda dinamikleri ve aktörleri
değişim sinyalleri veren bir sürece girdi. Ancak bu yazıdaki gündemimiz daha
çok merkez sağ olacak.
Merkez sağda
uzun süredir konuşulan ve el altından yürütülen çalışmalar, yavaştan gün yüzüne
çıkmaya başladı. Bir süredir üstü örtülü muhalefet yapan, diğer yandan sahada
koşturan, organize olmaya çalışan Davutoğlu, Ak Parti’ye yönelik eleştiri
frekansını ve tonunu yükseltti. Elliden fazla ilde teşkilatlanmasını
hazırlamıştı ve pusuya yatarak Ak Parti’nin sendelemesini bekliyordu. Cumhur
ittifakının yerel seçimler sonunda büyükşehirlerde yaşadığı hezimet, Ahmet
Hoca’ya istediği çıkışı yapacak atmosferi tam da sunmadı doğrusu. Bunun iki
önemli sebebi vardı. Birincisi tekrarlanan İstanbul seçimlerinde Ekrem
İmamoğlu’nun çok sükseli bir zafer kazanarak gündemin yıldızı olmasıydı. Yani
Ak Parti’den kopacak kitlenin açıkta kalıp yönelecek güçlü ve yeni bir adresi
peyda olmuştu. İkincisi ve asıl önemlisi de bayrak açtığında yanına siyasi
tabloda ağırlığı olan (muhafazakar cenahtan bile) kimsenin yanaşmayacağını
görmesi oldu.
Ahmet
Davutoğlu’nun yanında kendisine biat etmiş, ya da ikbal hesaplarını
Davutoğlu’nun peşinden gitmek üzere planlamış şahıslardan başka kimse kalmadı. Son
yaptığı söyleşide “Babacan ve Gül’ün kendisini neden aralarına almak
istemediğini bilmediğini belirtmiş. Ben anlatayım.
Siyaset dünyasında
kaldığı kısa periyotta, Davutoğlu’nun politik tarzını herkes müşahede etti. İstişareye
kapalı, her şeyi bildiğini düşünen ve bu bildiklerinde ısrarla inat eden bir
şahsiyet. Kendisinin muhteşem bir insan olduğunu kabul edenlere prim veren,
diğerlerini ekarte etmeye çalışan bir kafa yapısı. Lobici ve entrikacı. Ama
bunu oldukça saf bir şekilde yapıyor. Her numarası rahatlıkla fark edilebiliyor,
çünkü samimiyetsiz. Böyle bir insanla kim politika yapmak ister ki? Ona biat
edenler veya başka sosyal ağlarda aradığını bulamayanlar haricinde prim veren
de yok zaten. Küskün siyasetçiler, ıskartaya çıkmış gazeteciler, görevden el
çektirilmiş bürokratlar… Göreceksiniz, Ahmet Hoca’nın siyasette bir numarası
olmadığı ortaya çıktığında bu isimler de teker teker kendisini terkedecek.
Ahmet
Hoca’nın kendi iç örgütlenmesi kurgusal olarak Fetö’ye benziyor aslında. Gülen
mistik ve manevi harçlar kullanarak örgüt hiyerarşisini kurmuş, tepeye de
kendisini koymuştu. Davutoğlu ise ilim kutsallaması üzerinden bir hiyerarşi
oluşturdu ve tepeye kendisini koydu. Davutoğlu’nu medyadan ve konuşmalarından
tanıyanlar bu yüzünü bilemezler elbette. Söylemleri kulağa hoş gelen bilgili,
sevimli bir siyasetçi profili var. Ama kendisiyle iş tutmuş veya rekabete
girmiş herkes Hoca’nın ilkesel söylemleriyle davranış kalıplarının nasıl
tenakuz yarattığını kolaylıkla görebilir.
Ahmet Hoca’nın,
halkta muteber bir karşılığı olan ve uzun süredir peşinde koşturduğu Babacan’ı
Gül’e kaptırması bir bakıma nakavt hamlesi oldu. Babacan gelse bir sinerji
oluşturabilir miydi bilinmez, ama Babacan’sız Davutoğlu hepten ortada kaldı. Davutoğlu
şansı çok düşük olan siyasi hamlesini, iyice zayıflattı. Hiç hak etmediği
halde, Türkiye’nin iki numarası yapılan ve bununla da yetinmeyip kendisine bu
pozisyonları lütfeden şahsı devirmeye çalışan bir kişinin sonu böyle olmalıydı
zaten. Ahmet Hoca şu andan itibaren siyasi mevta pozisyonundadır. Kurduğu
partinin alacağı sıfır virgüllü oylar, sadece Erdoğan’a zarar verecek. Umarım sekülerlerin
dolduruşuyla cumhurbaşkanı olma sevdasına kapılan Abdullatif Şener gibi
kendisiyle beraber yola koyulan az sayıdaki insanı ortada bırakıp,
memleketinden bağımsız adaylık, ardından başka bir partiden vekil olmak gibi
omurgasız seçeneklere yönelmez.
Fakat bu tür
partilerin bir çıkış yolu var. Hele ki son sistemde çok ufak oy oranına sahip
partilerin bile kritik önemi var. Fakat Davutoğlu siyasetin mikro figürü olmayı
hazmedebilecek biri değil. 17-25 Aralık sonrası cumhurbaşkanı olmasına ramak
kaldığını farzedersek (kendisi öyle hayal etmişti), oradan buralara düşmek
nefsin çok kabullenebileceği bir şey değil. Büyük bir partiye eklemlenerek
orada bir dördüncü, beşinci adam olmak da kabul edebileceği bir statü değil.
Onun aklı fikri cumhurbaşkanı olmakta.
Şu anda
Davutoğlu’nun düştüğü içler acısı durumu arkadaşımız Numan Aka güzel özetledi; “S-400,
Doğu Akdeniz, Fırat’ın Doğusu gibi olağanüstü ehemmiyeti haiz uluslararası
konular varken, Davutoğlu’nun uzmanı (!) olduğu bu konularda bir şeyler söylemek
yerine, seküler muhalefetin Kaz Dağları gibi popüler konularına ilişmesi
inanılır gibi değil”. Ahmet Hoca’nın CHP yancısı gibi aksiyon alması ve birkaç
pohpohlama, aferin, bravo karşılığında bu kadar saçmalamasına sadece
üzülüyorum. Çünkü kendisine Erdoğan’a laf söylediği için alkış tutanlardan tek bir
oy bile alamayacağını görememesi ve Erdoğan’ı devirmek için tertiplenen
organizasyonda maşalık yapar duruma düşmesi çok hazin bir tablo. Abdullatif
Şener’den ders almamış görünüyor.
Daha önceden
Davutoğlu üzerine yazılar yazmıştım ( Küçük Enver’in Büyük Rüyası – Davutoğlu Parti Kuracak mı? ). Davutoğlu’nun nasıl bir kişilik olduğunu bu yazılardan
inceleyebilirsiniz. Bundan sonra Ahmet Hoca hakkında çok dramatik gelişmeler
olmazsa yazı yazmayacağım. Şimdi daha önemli aktörlere dönelim.
Ali Babacan
Ak Parti’yle köprüleri attı. Abdullah Gül’ün manevi liderliğinde bir parti
kurması bekleniyor; anlamı Gül’ü cumhurbaşkanlığına hazırlamak. Babacan
toplumun belli kesiminde karşılığı olan bir isim. Abdullah Gül de -eskisi kadar
olmasa da- seçmen nezdinde bir etkiye sahip. En azından halktaki karşılığı
Davutoğlu’nun fevkinde. Ayrıca eski tüfek siyasetçiler arasında Gül’ün prestiji
Ahmet Hoca’nın fersah fersah üstünde. Babacan-Gül birlikteliğinin bir sinerji
yaratacağı muhakkak. Ama bu sinerjinin mevcut şartlarda beklenen psikolojik
eşiği aşması zor görünüyor (%5). Pekala ne işe yarar bu oy oranı? Ak Parti’yi
ve Erdoğan’ı iktidardan edebilir. Bu yönüyle önemli bir siyasi hareket
olabilir. Erdoğan gibi güçlü bir liderin düşmesiyle açılan alan o kadar büyük olur ki, oradan
herkese ekmek çıkar.
Geçenlerde
yayınlanan bir ankette %8 civarında bir oy alabileceği ölçülmüş. Ben buna
katılmıyorum, şimdi böyle söyleyen insanlar sandığa giderken oyları bölmemek
adına yine başat partilere yönelir. Ayrıca ankette sadece Ak Parti’den değil CHP
dahil diğer partilerden oy devşireceği belirtilmiş. Bu makul, zaten bunu daha
evvelki yazımda dile getirmiştim.
Babacan,
Tayyip Erdoğan hükümetlerinde en uzun süreli bakanlık yapmış bir isim.
Popülaritesini daha çok ekonomik verilerin iyiye gittiği dönemlerde bakanlık
yapmış olmasına borçlu. Ayrıca beyefendi ve mütevazı bir kişiliği var. Hırslı
ve ortamı geren bir tip değil. Kendisiyle ilk bakan olduğu dönemlerde bir kez
yemek yemiştim, gerçekten düzgün bir insan. Hala da öyle olduğunu düşünüyorum. Siyasette
liderliğe oynayan birisi için ideal bir partner. O yüzden Davutoğlu ve Gül
arasında sağlam bir rekabet alanı olmuştu.
Ak Parti
iktidara geldiğinde ekonomi dibe vurmuş vaziyetteydi. Yukarı ivmelenme beklenen
bir durumdu. Tayyip Erdoğan Batı’nın desteğini fazlasıyla arkasında hissediyor,
uluslararası sermaye tarafından da destekleniyordu. Bunun karşılığında Erdoğan
Batı blokunun bir dediğini iki etmemeye özen gösteriyordu. İlaveten sermayenin
sevdiği istikrar ortamı Erdoğan’ın kurduğu güçlü iktidarla sağlanmıştı. Küresel
piyasalarda para boldu. Hepsinden önemlisi Türkiye’nin bankacılık sistemi
sömürge bakanımız Kemal Derviş tarafından çelik kadar sağlam bir yapıya
kavuşturulmuştu. Yani anlayacağınız ekonominin büyümek için aradığı her şey
mevcuttu. Hakkını verelim, Babacan da mevcut şartları iyi yönetti ve başarılı
ekonomik verilerle yıldızını parlattı. Fakat buraya önemli bir şerh düşelim.
Yazının ilerleyen kısmında, Babacan’la ilgili biraz ayrıntılı sorular
sorduğumuzda öyle başarılı bir performanstan bahsetmemiz kolay olmayacak.
Bir kere Ak
Parti hükümetine yapılan “parayı betona gömdüler, üretim akim kaldı ve ekonomi
çöktü” şeklindeki ağır eleştirilerin muhatabı Ali Babacan olmalı. 2002’de
ekonominin başına oturan Ali Babacan “inşaatı bırakıp sanayiye yönelmemiz
lazım” dediğinde yıl 2014’tü. Sormazlar mı adama “Ya arkadaş bunu 12 yılın
sonunda mı söylüyorsun”? Erdoğan’ın Batı’yla arası bozulup, küresel sermaye
üzerinden istikrar ve ekonomiye yönelik operasyonlar başlayıp Türkiye’nin
iktisadi verileri bozulmasa, Babacan’ın mevzuya uyanacağı yokmuş demek ki. Yere
göğe sığdırılamayan Babacan bu işte. Yani durgun sularda gemiyi yönetmek çok da
maharet değil. Mesele fırtınalı, dalgalı denizlerde sağ salim yoluna devam eden
kaptan olabilmek, fazladan fırtınayı önceden fark edip gemiyi sağ sağlim
rotasında tutmak.
Babacan’ın
bence en büyük problemi, Batı’nın çekip çevirdiği ekonomik düzene sürekli ram
olması. Oyunu onların istediği gibi oynayıp, onların tasvip ettiği bürokratlara
prim vermesi. Bunu, Babacan döneminde devlet bankalarındaki yönetim
kadrolarından çok rahatsız olan Ak Parti bürokratlarından sık sık dinliyordum. Türkiye’nin
Batı’ya bayrak açtığı bir dönemde Babacan gibi etliye sütlüye dokunmayan,
çekingen bir teknokratla yoluna devam etmesi uygun değildi ve Erdoğan Babacan’ı
kenara aldı.
Abdullah
Gül, Babacan veya Davutoğlu hakkında dış mihraklarla hareket ediyor diyen Ak
Parti’li siyasetçi ve fanatiklere hiç katılmıyorum. Aynı şeyi Meral Akşener
için de söylediler. Bu konuda bazı önemli ayrıntılar verip yazıyı bitirelim.
Abdullah Gül’ün
İngiltere’yle arasının çok iyi olduğunu bilmeyen yok. Kraliyet Uluslararası
İlişkiler Enstitüsü Chatham House’un “2010 Devlet Adamı” ödülünü Gül’e vermesinin
anlamını bilenler bilir. Ama bu Gül’ün İngiltere’nin her dediğini yapacak bir
kişi olduğu anlamına gelmez. NATO’ya göz kırparak ABD’nin desteğini almaya
çalışan Akşener de, ABD’ye giderek kendine yol açmaya çalışan Davutoğlu da ABD’nin
kuklası değiller. Erdoğan da partiyi kurup başbakan olmadan önce ABD’nin önemli
düşünce kurumlarının kapılarını az aşındırmamıştı. Bu tutum, maalesef Türkiye
gibi ülkelerin makus kaderi. Erdoğan o badireleri atlatıp oyunu tersine
çevirdiği için kıymetli bir lider.
Erdoğan
yıllardır ince ince işleyerek büyüttüğü ağacın meyvelerini yeni yeni toplamaya
başladı. Bu münasebetle bir dönem daha seçilmesi lazım. Yeni bir lider
tekrardan aynı tezgahtan geçecek ve Türkiye yine patinaj dönemine girecek.
Belki de yeni parti kuma çalışmalarına duyulan öfke bu çerçevede bir haklılık
payı içeriyor. Ama insan nefsi denen şeyi göz ardı etmemek lazım. Yani bir
parti kurup oyları bölmek için illa da yabancı mihrakların kuklası olmaya gerek
yok. Görünme arzusu, alışılmış “erk”in yok olmasıyla düşülen manevi boşluk veya
yaşanmış kırgınlıklar insanları yeni siyasi açılımlara yöneltebilir. Bunu
yaparken dış güçlerden de destek alınması bu isimleri hain yapmaz.
-------------------------------------------
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.