Her Temas İz Bırakır
Adli tıbbın zirve mottosudur: Her temas iz
bırakır. Sahiden de işini bilen bir dedektif, polis ya da adli tıp uzmanı
yeterince mesai harcadığında en profesyonelce işlenmiş cinayetlerde, cinsel
saldırılarda, hırsızlık vakalarında bile önemli ipuçlarına ulaşabilir. Somut
suçlara yönelik bu kuralın insanlar arası ilişkilerde de benzer formatta
işlerliği olduğundan çoğu kimse haberdar değil. Haberdar olanlar da bir bakıma
çaresiz ve kendilerini boş vermişlik iklimine bırakmaktan başka yol
bulamıyorlar. Bu yazımızda, insanlarla olan ilişkilerimizde bazen bir cinayet işlercesine
tehlikeli yanlışlara nasıl düştüğümüzü veya kimi zaman bir davranışımızla
karşımızdaki kişiye nasıl hayat öpücüğü türünden bir dokunuş yaptığımızı ele
alacağız.
Konuya bir başlangıç yapmak adına, başımdan geçen
biri menfi, biri müspet iki dramatik hatırayla devam edeyim. Hikâyelerimdeki
şahısları deşifre etmemek adına hayali isimler kullanacağım. Önce menfi anımdan
başlayalım.
Lisede yakın bir kız arkadaşım vardı. Sadece
arkadaş, sevgili olanından değil; adı Hülya olsun. Hülya evden okula servisle
gider gelirdi. Aynı servisi kullanan bir çocuk vardı; ismi Tolga olsun. Bu
delikanlı başka bir sınıfta öğrenciydi. Sesi çok tiz, zayıf, çelimsiz bir
çocuktu. Hülya’ya ilgisini biliyorduk. Arada sırada teneffüslerde sınıfımıza
uğrar, Hülya’nın yanına gider, konuşurdu. Hülya da bu ilgiden pek hoşnut
değildi doğrusu. Tolga sınıfa her geldiğinde kinayeli bir ses tonuyla “Hülyaaa
bak kim gelmiş” diye bağırır, aklımca hem Hülya’yı kızdırır, hem Tolga’yla
dalga geçerdim.
Liseden mezun olduk. Çok değil 5 yıl sonra bir
muhabbet esnasında Tolga’nın eşcinseller arasına katıldığını öğrendim. İçim cız
etti, kendimi çok kötü hissetmiştim. Sağlıklı bir delikanlı olarak karşı cinse
ilgi göstermiş, erkek olmakla alakalı gayret içine girmişti. Ama ben ve benim
gibi birtakım kendini bilmez patavatsızların aşağılayıcı tavırlarıyla, zaten
zayıf olan cinsiyet özgüvenini kaybetmiş, umutsuz tırmalamaların akabinde
kendisini başka mecralara sürüklemişti. Bu yönelimde muhtemelen benim de hatırı
sayılır bir katkım olmuştu.
Tolga’nın ruhuna verdiğim hasardan haberdarım.
Ancak, kim bilir farkında olmadan kaç kişinin ruhunu örseledim, kişiliğini
zedeledim. Umarım tahmin ettiğimden azdır. Artık birilerini bazı yanlış karar,
tercih veya davranışlarından dolayı eleştirirken daha dikkatli davranıyorum.
Çünkü bu türden birçok eylemin gizli faillerinden biri olduğumu gayet iyi
biliyorum. Tam burada, Dostoyevski’nin ahlaki inceliklerle dolu veciz bir
sözüyle altın vuruşu yapalım: “İnsanları kötü olmakla suçlama, onlar sen daha
iyi bir insan olmadığın için öyleler.”
İkinci vakamıza geçelim. Ortaokul ikinci sınıfın
ikinci dönemindeydik. Okula gitmediğim bir gün sınıf öğretmenimiz oturma
düzenini değiştirmiş. Ben o gün sınıfta olmadığımdan, haliyle beni unutmuş.
Sınıfa girince kendime yer baktım ve en arka sırada oturan bir arkadaşın
yanının boş olduğunu gördüm; ismi Levent olsun. Sınıfın en başarılı ve popüler
öğrencisi olduğumdan yanına oturmam Levent’i fazlasıyla mutlu etmişti. Kara
yağız, boylu postlu, yakışıklı bir çocuktu. Aslında kafası da iyi çalışan,
becerikli biriydi. Ahlakı da düzgündü, kendisini severdim. Fakat çok başarısız
bir öğrenciydi. Birinci sınıfı zor bela alttan ders bırakarak geçmiş, ikinci
sınıfın ilk döneminde de beş tane zayıf getirmişti. Hepimiz sınıfta kalacağını,
sonra da okulu bırakacağını biliyorduk. Zaten ailesi de kendisini pazarda
çalıştırıyor, çanta sattırıyordu. Bir an evvel sınıfta kalsa da okuldan alıp
çalıştırsak hesabındaydılar.
Benimle aynı sırayı paylaşmak Levent’i ders
konusunda motive etmişti. Bir kere yanında artık dersi dikkatle takip eden ve
katılım sağlayan biri vardı. Hocalar benimle sık sık muhatap olduklarından
Levent de ister istemez kadraja giriyor, eskisi gibi kaytaramıyordu. Anlamadığı
yerleri bana soruyor, derslere ısınıyordu. İki dersi benden kopya çekerek, iki
dersi de kendi gayretleriyle geçti. Tek dersten kalsa da, ikmal sınavlarında
onu da vererek üçüncü sınıfa adım atmayı başardı.
Okumakla ilgili özgüven kazanmıştı bir kere.
Üçüncü sınıfı bitirip bir teknik lisenin elektronik bölümünü kazandı. Ayrı
liselere gittiğimizden irtibatımız azaldı, ama uzaktan haberlerini alıyordum.
Üniversite de kazanmıştı. Sonra tamamen irtibatımız koptu (O zamanlar mobil
telefon ve internet olmadığı gibi, pek çok evde sabit telefon dahi yoktu).
Yıllar sonra Levent’in mahallesine yolum düştü ve evlerine uğradım. Kendisi
yoktu ama babasıyla biraz sohbet ettim. Uluslararası bir elektronik firmasında
teknik müdür olarak çalıştığını öğrendim. İşin komik tarafı, ben uzatmalı bir
öğrenci olarak hala üniversite koridorlarında sürtüyordum.
Tabi ki yanına otururken Levent’in eğitim hayatını
kurtarmakla ilgili bir hedefim yoktu. Ama onun kendisini toparlama gayretlerine
pozitif bir karşılık vererek hayat çizgisini tamamen değiştirmesine katkıda
bulunmuş oldum.
Hayatta bulunacağımız her aksiyon, söyleyeceğimiz
her söz ve takınacağımız her tavrın az ya da çok ikinci şahıslar üzerinde bir
etkisi oluyor. Bu etkiler olumlu veya olumsuz yönde tezahür edebilir, kontrol
etme şansımız yok. Bizim esasen, iyi niyetli bir gayret içerisinde o an
aklımıza ve vicdanımıza göre en hakkaniyetli tutumdan yana yönelmemiz gerek. Bu
çerçevede, alacağımız tavırlar karşı taraf üzerinde negatif etki yapsa bile
kendimizi suçlamaz, vicdanen rahat oluruz. Dahası, mahşer günü Her Şeyi Bilen o
hareketi hangi niyetle hayata geçirdiğimizi de bileceğinden hesabımızı da
anlımızın akıyla verebiliriz. “Ameller niyetlere göredir” (Hadis-i Şerif).
Sözün özü, yaşamın her anında karşımızdakiler
üzerinde bir iz bırakıyoruz. Hatta sadece insanlar değil, tabiat ve maddeler
üzerinde de ciddi tesirlerimiz var. Yüce Yaradan yazarken, konuşurken, bakarken
veya bir aksiyon alırken yanlış ve kirli iz bırakanlar zümresinde yer almaktan
muhafaza buyursun
--------------------------------------------------------------
Temasların kader çizgimizdeki olağanüstü etkilerini
içeren Edward N. Lorenz’in Kaos Teorisi’ni okuyarak ya da aynı
konuyu etkileyici şeklde işleyen Jaco Van Dormael’in yönettiği Bay Hiç Kimse (Mr. Nobody) ve Eric Bress, J. Mackye Gruber ikilisinin beyaz perdeye aktardığı Kelebek Etkisi
(Butterfly Effect) filmlerini izleyerek yazımızın ana temasına ait daha
kapsamlı bir görüş açısı elde edebilirsiniz.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
ilk okulda yanına oturduğum çalışkan zeki bir çoçuğun dokunmasıyla çalışmaya başlamıştım.
YanıtlaSil