(1) Hani O...
Ön Not: Bu yazı dizisi boyunca türk, kürt, arap, müslüman, hristiyan, alevi, boşnak, ingiliz, çerkez gibi millet ve din mensubiyetini tanımlayan isimler, özellikle küçük harflerle yazılmıştır. Gerekçesini yazı dizisinin son bölümünde bulacaksınız.
Zamanın içinde sonsuz sayıda parametre devinim halindeyken, kişilerin, toplumların, devletlerin önlerine beklenmedik anlarda ve hiç umulmayan tablolar resmolunur. Hayatını anlamlı bir zemine oturtma ülküsü olan her bireyin veya topluluğun -zamanın içerisinde yoğrulurken- bu tabloları doğru anlamlandırmak ve tablonun neresinde yer alacağına veya tabloya hangi fırça darbesini atacağına dair bir inisiyatif kullanma yükümlülüğü vardır. İşte, zamanlardan bir zaman, mekanlardan bir mekan, milletlerden bir millet olarak 21. yy Türkiye’sindeki kürtlerin, önlerine çıkan son tabloya bakıp kendilerine doğru bir duruş, makul bir haykırış sergilemeleri gereken hassas bir dönemden geçiyoruz.
Zamanın içinde sonsuz sayıda parametre devinim halindeyken, kişilerin, toplumların, devletlerin önlerine beklenmedik anlarda ve hiç umulmayan tablolar resmolunur. Hayatını anlamlı bir zemine oturtma ülküsü olan her bireyin veya topluluğun -zamanın içerisinde yoğrulurken- bu tabloları doğru anlamlandırmak ve tablonun neresinde yer alacağına veya tabloya hangi fırça darbesini atacağına dair bir inisiyatif kullanma yükümlülüğü vardır. İşte, zamanlardan bir zaman, mekanlardan bir mekan, milletlerden bir millet olarak 21. yy Türkiye’sindeki kürtlerin, önlerine çıkan son tabloya bakıp kendilerine doğru bir duruş, makul bir haykırış sergilemeleri gereken hassas bir dönemden geçiyoruz.
Bu ülkedeki
Türklük, kökenleri türk olan Osmanlı hanedanının önderlik ettiği, manevi
omurgası İslam öğretilerinden müteşekkil, yaşam tarzı yüzlerce kavim ve
topluluğunun gelenek ve alışkanlıklarının harmanlanmasıyla oluşan ve tüm bu
bileşenlerden yakaladığı sahici dengede güçlü bir baskı unsuru haline gelen
kuşatıcı kültürün adıdır. Bu yüzden çerkezi, boşnağı, ihtida etmiş
rumu/ermenisi, arabı, kürdü, gürcüsü kendisini bu ortak paydada türk olarak
hisseder ve tanımlar, daha doğrusu tanımlardı. Çünkü Türklük bir ırkın adı
olmaktan çoktan çıkmış bir anlayışın ifadesine dönüşmüştü. Şimdilerde kürtlerin
çoğu kendisini Türklük çatısının dışına atıp, süt dişleri çıkmaya yüz tutmuş ve
özellikle manevi omurgası daha farklı bir eksende şekillenen kışkırtıcı Kürtlük
şemsiyesinin gölgesine sığınma eğilimindeler.
Şair,
mütefekkir İsmet Özel de Türklük kavramını yaklaşık olarak yukarıdaki şekilde
tanımlamıştır. Ancak mekan ve zamandaki fay kırıklığını hesaba katmamış
görünüyor. Özel, kendisinin de fakto bildiği şeyleri, halkın da bildiğini
vehmederek, efradını cami ağyarını mani bir tanımlama ortaya koymamanın
bedelini ödemektedir. Aslına bakarsanız Özel’in Türklük tanımı Batı kökenli
terim olup, üst kimlik olarak müslüman olanlar için kullanılan bir ifadedir. Bu
yüzden Avrupa’da yaşayan ve hristiyan dünyayla Allah’ın her günü teşriki
mesaide bulunmak zorunda kalan müslümanlar, kendilerini öncelikle türk olarak
takdim eder. Hatta oralarda Türkçe, bizim için Arapça nasıl manevi bir ağırlığa
sahipse öylece sahiplenilen ve belli oranda kutsal nüveler ihtiva eden bir
lisandır. Bölge insanları Türklük tanımının akabinde, sıra kavmine gelince
boşnak, makedon, arnavut ya da pomak olduklarını belirtirler. Avrupalı
müslümanların kendilerini türk olarak tanımlamalarını baz alan Avrupalı
aydınlar da uzun süre müslümanlardan bahsederken türk olarak nitelendirmiştir. Sadece
aydınlar arasında değil avrupalı hristiyan halk gözünde de türk ve müslüman özdeş
kavramlar olarak algılanagelmiştir. Haddizatında tarihsel derinliğini doğru
analiz ederseniz Avrupa-Anadolu çekişmesinin ana sathının kavimler değil dinler
eksenine bina edildiğini kolayca çıkarsayabilirsiniz. Özel, şu anda sadece
Avrupa müslümanları arasında cari olan bir ıstılahı Anadolu’da gündeme getirmek
ve dahası dayatmak işgüzarlığı yüzünden haklı olarak eleştirilere maruz
kalmaktadır. Diğer yandan Türklük, 1. Dünya savaşına kadar bünyesinde ağırlıklı
olarak müslümanlığı barındıran bir kimlik olduğundan Osmanlı’da da müslüman
olmaklığın bir dışavurumuydu. O yüzden din değiştirip müslüman olan reaya
mensupları “Ben artık türk oldum” diyebiliyorlardı. Reaya tanımı Tanzimat
Fermanı’yla ilga edilse de Cumhuriyet’e kadar halk arasında geçerliliğini
korumuş bir kavramdır. O zamanlar insanlar ikiye ayrılırdı; türkler (müslümanlar)
ve reaya (gayrimüslimler). 1. Dünya Savaşı sonrası gerçekleşen nüfus
mübadelesiyle yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde çok az sayıda gayrimüslim
kaldığından Türklük Müslümanlık’la özdeşleşen anlamından sıyrılarak daha çok
ülkedeki egemen kültürün adı oldu. O yüzden, bugün İsmet Özel gibi “türk
eşittir müslüman” diyenleri anakronik olarak yargılama hakkımız var. Zaten şimdilerde
artık kendisini türk olarak tanımlayan ama diğer taraftan müslüman da olmayan bir hayli nüfusumuz oluştu.
Kürtlerin ve
arapların Türklük kavramına tepkisel yaklaşmalarının çok haklı gerekçeleri var.
Birincisi binlerce yıldır bu topraklarda yaşayan halklar olarak, bir hak iddia
edilecekse yahut masada bir söz söylenecekse çok daha fazla hakları var. Yani
mülkün asıl sahipleri onlar. İkincisi de bu kavimler, kültürel dokunun başat
dinamiği İslam’la türklerden çok daha evvel müşerref olmuş, dahası İslam
kültürünün otantik ögelerinin pek çoğunu türklere öğretmiş topluluklar. Muhtedi
ermeniler, rumlar, çerkezler, gürcüler de bu coğrafyanın kadim mukimleri. Ama
onların İslamlaşması büyük oranda türklerin gayret, tebliğ ve fütühatıyla
gerçekleştiğinden, İslam’ı kabul ederek sadece din değiştirmekle kalmamışlar, yaşam
tarzı ve manevi kabuller perspektifinden ele aldığımızda mecburen türklerin
kültürüne tabi olmuşlar ve zamanla Türklük potasında eriyerek yeni kimliklerini
içselleştirmişlerdir.
Kürtlerin
araplara göre kendi kimliklerini haykırmakla ilgili ciddi bir gerekçeleri daha
mevcut. Türkiye’de kürt kökenli insan sayısı 20 milyondan fazla. Bu rakamın
içine asimile olmuş kürtleri de katarsak kürt nüfusu 25 milyonu bile aşabilir. Yani
ülkemizin en az dörtte biri kürt. Üstelik coğrafi olarak fazla dağınık halde
değiller. Büyük kentlere göç etmişlerin bile hatırı sayılır bir kısmı kendi
gettolarının harmanında, kendi kültür ve kimliklerini kolayca bırakmayacak bir
şekilde yaşıyorlar. Bunun sosyolojik sebeplerini daha sonra izah edeceğim. Diğer
yandan Türkiye’deki araplara bakarsak kürtlere nazaran sayıca çok az olduklarını
görürüz. Araplar İslam’ın orjin kavmi ve İslam’ın diline sahip olmaktan
kaynaklanan bir saygınlığa sahipler ve bu münasebetle kendilerini koruma
refleksi geliştirmek durumunda kalmadılar. Ayrıca çok sayıda arap ülkesi
bulunuyor ve üstelik arap kültürünün beka problemi de yok.
Özetle
kürtlerin Türkiye’de yaşayan bütün halklardan farklı olarak rasyonel bir kültür
ve kimlik muhafaza refleksi var. İsterseniz gelin tarihsel süreçte türk ve kürt
halklarının kronik sevdalı serencamının nasıl körkütük bir husumete evrildiğini
masaya yatıralım.
Önce
türklerden başlamak daha isabetli olur kanaatindeyim. Türkler sosyolojik
hiyerarşisi oldukça güçlü, yiğit ve savaşçı bir millet. Üstüne üstlük bir
döneme kadar en etkili savaş bineği olan atlara hükmetmede, olağanüstü teknik
ve maharet sahibi bir topluluk olarak tarihte nam yapmışlar. Hal böyle olunca,
savaşların yalınkılıç yapıldığı dönemlerde türklerin en baskın kavimlerden
birisi olması kaçınılmaz olmuş. (At
binenin, kılıç kuşananın). Müslüman olana kadar iyi oldukları savaş
meydanlarının, müslüman olduktan sonra iyiden iyiye hakimi olmayı başarmışlar. İslam’la
maneviyat takviyesi yaparak savaşçı karakterlerini cihat ve fütuhatla bezemişler
ve savaş meydanlarında barut kokusu tütmeye başlayana dek tabiri caizse Eski
Dünya’nın tozunu atmışlar. (Tüfek icat
oldu, mertlik bozuldu). Savaşçı, göçebe ve müslüman bir millet olarak kısa
bir zaman zarfında İslam’ın sancaktarlığını ele almışlar. Atlatılan bunca
badireye rağmen de, yaralı bilekleriyle hala sancağı dik tutmaya gayret
ediyorlar. Türklerin Türklük’le iftihar etmelerine, sadece bu veçheden baktığımızda
anlayış gösterilebilir. Onun haricinde her türlü üstünlük taslama girişimi
ırkçılık, faşizm ve kavmiyetçiliğe girer ki, buna karşı sesimizi yükseltmemiz
gerekir.
10. asırdan
17. asra kadarki periyotta dünyanın en ihtişamlı devletleri ya türk
hanedanlarla yönetilmiş ya da ordusu çoğunlukla türklerden müteşekkil devletler
olmuştur. Abbasiler’den tutun da Memlük, Gazne’ye kadar, Babür’den tutun Timur,
Selçuklu ve Osmanlı’ya kadar türklerin yaklaşık yedi asırlık görkemli bir
tarihi var. Orta Asya’dan değişen iklim şartlarıyla göç etmek zorunda kalan bu
asil millet, çadırnişin bir topluluk olarak kendi insan kaynaklarıyla bir
medeniyet inşa edemese de fethettiği topraklardaki medeniyetlere sahip çıkıp,
daha da gelişmelerine zemin hazırlamayı bilmiş. Hazar’ın kuzey ve güneyinden akıncıların
savaşması, alperenlerin de irşad eylemesiyle Anadolu’ya kadar uzanan ve bitmek
tükenmek bilmeyen türk yayılımı, nihayet Doğu Anadolu topraklarında kürtlerle
temas etmiştir. Gerçi o dönemlerde Horasan ve Kafkasya’da da kürtler mevcuttu.
Ama Anadolu’daki gibi dişe dokunur bir nüfusa sahip değillerdi.
Türk-kürt
ilişkileri, 11. yy itibarıyla güçlü hristiyan devleti Bizans’a karşı işbirliği
yapmakla başlayan ve 21. asra kadar süregelen, iki müslüman milletin kadim
kardeşlik ruhuyla omuzladığı, tam bin yıllık bir hikayedir. Anadolu’ya uzanan
ve çoğunlukla küçük öncü birlikler halinde hareket eden türk akıncıları çarpışa
çarpışa Bizans topraklarında ilerlemişler ve kendilerine mikro habitatlar tesis
etmeyi başarmışlardı. Dalga dalga gelen ve her gün ivmesini arttıran bu akınlara
pek tabi Bizans bigane kalmadı. Türklerin ilerleyişini frenlemek için
hazırlanan büyük bir orduyla Doğu Anadolu’ya sefer düzenledi. Hepimizin bildiği
ve tarihte Anadolu’nun kaderini derinden etkileyecek Malazgirt Meydan
Muharebesi’nde Bizans ve Selçuklu ordusu karşı karşıya geldi. Burada anlatımızı
durdurup kürt tarihine bakmamız ve Malazgirt’e bir de o yol üzerinden gelmemiz
icap ediyor. Çünkü Malazgirt, kürt-türk kader birlikteliğinin resmen
başladığını da dünyaya ilan eden oldukça önemli bir dönüm noktası.
Sonraki
bölümde kürt tarihini ve Malazgirt savaşının sadece türkler açısından değil,
kürtler açısından da ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlatacağız.
Yazının devamı için tıklayınız.
Sitede yayınlanan yazılardan haberdar olmak için lütfen abone olunuz.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.