Suriye Dosyası (13): Devrimin ayak sesleri Şam’dan duyulurken.
2012 Temmuz’u ÖSO için çok bereketli geçmişti. Halep, Şam,
Deyr ez-Zor ve Humus’un merkezlerinde, Ürdün sınırındaki dürzilerin yaşadığı
Suveyda eyaleti hariç tüm eyaletlerin
kırsalında alan hakimiyetleri tesis edilmişti. Dürziler de Rejim’den hoşnut
değildiler. Hatta dürzilerin Lübnan’da yaşayan lideri Velid Canbulat da ÖSO’ya
destek verdiklerini açıklamıştı. Ama dürzilerin muhalif isimleri Muhaberat’ın
operasyonlarıyla etkisiz hale getirilince, dürziler de bir şekilde organize
olup devrime katılamamıştı.
2012 Temmuz sonu itibariyle yüzden fazla üst düzey bürokrat,
30 general ve 10’dan fazla diplomat saf değiştirmişti. Rejim, çok güvenip
önemli makamlara getirdiği insanlar tarafından bile terkediliyordu. Saf
değiştirmelerin önemli sebepleri vardı. Öncelikli neden Rejim’in sivilleri
hunharca katletmesi ve ağır işkencelere tabi tutmasıydı. Belki eskiden de bu
tür uygulamalar mevcuttu. Ama bu kadar yoğun, acımasız, aralıksız ve sistematik
şekilde katliam yapılması vicdanlara dokunmuştu.
2012 Ağustos'unda iç savaştaki yaklaşık durum. |
İkinci büyük sebep, özellikle sünni kökenli bir çok bürokrat
ve askerin yakın akrabalarından insanlar ÖSO cephesinde savaşa iştirak etmesiydi.
Oğluna, kuzenine, akrabalarına, komşularına karşı savaşmak yerine onların
safında olmayı tercih ettiler.
Sonra sonra ortaya çıkan üçüncü sebep de Rejim’in sonunun
yaklaştığına dair inancın güçlenmesiydi. Kazanan tarafta olmak her zaman
caziptir. Ya da başka bir deyişle, kaybeden tarafta olmanın bedeli ağırdır. Bunu
farkeden ÖSO yetkilileri ellerinin iyice güçlendiği dönemlerde “Bu vakitten sonra aramıza katılanları kabul
etmeyeceğiz” şeklinde açıklamalarda bulunmak zorunda kalmıştı.
Rejim’in kaybedilen yerler için standard bir reaksiyonu
vardı. Kaybettği köy, kasaba ve mahalleleri top atışları ve hava taarruzlarıyla
ağır bombardımana tabi tutuyordu. Kuzey Halep’de kurtarılan bir köyde Batı
medyasından bir gazetecinin yaptığı bir röportajı okumuştum. Muhabire konuşan
köy sakininin söyledikleri oldukça manidardı: “Evet, her gün üstümüzden savaş
uçakları geçiyor, sık sık bombalanıyoruz ve insanlarımız ölüyor. Ama ilk kez
mutluyuz. İlk kez özgürce dolaşıyor ve
konuşuyoruz.” Normalde köyde yaşayan insanların kolluk kuvvetleri ve
devletle teması zayıftır. Fakat nasıl bir despotizm vardıysa ki insanlar
köylerde bile daralmış, hürriyet arar olmuştur.
O dönemki gelişmeleri sıcağı sıcağına bilmek isterseniz,
Numan Aka’nın savaşın erken dönemlerinde kaleme aldığı Suriye başlıklı yazısını
okumanızı tavsiye ederim.
https://mrnuman.wordpress.com/2018/03/16/213/
Ağustos’ta da devrim hız kesmemiş, aksine ivmesini
arttırmıştı.
4 Ağustos 2012: Şam’ın güney banliyösündeki Seyyide Zeynep Türbesi’ni
ziyarete giden ve aralarında üst rütbelilerin de bulunduğu 48 İranlı subay, ÖSO
tarafından yapılan ani bir baskınla rehin alındı. İran rehinelerin sivil
hacılar olduğunu iddia etse de, kimliklerin görüntüleri yayınlandı. Ne oldukları
belliydi.
İranlı rehine subaylar kurtarıldıktan sonra. |
İran dışişleri Türkiye’den rehinelerin serbest bırakılması
için aracı olmasını talep etti. İHH görevlileri üzerinden temasa geçilen Şam
ÖSO grupları, 48 rehine karşılığında
2000’den fazla siyasi tutuklunun salıverilmesini talep etti. Karşılıklı olarak
rehineler serbest bırakıldı. Suriye zindanlarından insan almanın giyotinin
altından adam almakla eşdeğer olduğunu düşünürsek, operasyonun ne kadar
kıymetli olduğu daha iyi anlaşılır.
Bu hadise sonucunda İran’ın Suriye’deki askeri varlığı da
tescillenmiş oluyordu. 23 Haziran’da hava sahasını ihlal ettiği gerekçesiyle
Rejim tarafından düşürülen ve iki pilotun şehadetiyle sonuçlanan TSK’ya ait
uçağın, İran yapımı füzelerce ve hatta iranlı subaylar tarafından düşürüldüğü
iddiaları çok da mesnetsiz değildi.
6 Ağustos 2012: Rejim’in başbakanı
Riyad Hicab, ailesiyle birlikte Ürdün’e kaçarak muhaliflerin safına geçti. İki
bakan daha aynı şekilde saf değiştirmişti. Aynı gün kaçmaya çalışan Ekonomi Bakanı
Muhammed Celil yakalanarak tutuklandı. Akıbeti bilinmiyor. Başbakanını bile
kaybeden Rejim için soru işaretleri fazlasıyla artıyordu.
Riyad Hicab |
13 Ağustos 2012: Deyr ez-Zor’da Rejim’e ait bir uçak ÖSO tarafından
düşürüldü. Bu, daha önceden 20 Haziran’da İdlib’de bir helikopteri düşürülen Rejim’in,
iç savaştaki ilk uçak kaybı olarak kayıtlara geçti. Daha sonradan Rejim’e ait
yüzlerce uçak ve helikopter imha edilecektir. Bunların bir kısmı uçuş esnasında
vurulmuş, önemli bir kısmı da askeri havaalanlarına yapılan füze ve bombalı saldırılar
esnasında tahrip edilmiştir.
Rejim için en kilit nokta hava kuvvetleriydi. Ta Hafız Esad’ın
da havacı general olduğu dönemlerden beri nusayri kadrolaşması yapılagelmişti.
Pilotların tamamına yakını nusayriydi. Mesela iç savaş başladığında Hava Harp
Okulu’nda sadece iki sünni pilot adayı bulunuyordu. Bu iki delikanlı da bir
şekilde kaçarak muhaliflerin safına geçmişti. Muvazzaf pilotlardan da sünni
kökenli pek çok subay saf değiştirmişti. Hatta bir tanesi havalandıktan sonra,
Rejim birliklerini bombalayarak uçağı Türkiye’ye kaçırmıştı.
Hava İstihbarat Başkanlıkları Rejim’in en mahrem
yapılanmasıydı. Buradaki muhbirlerin de tamamına yakını nusayri kökenliydi. Bu
yüzden ÖSO’nun birinci öncelikli hedefleri buralardı. Aynı şekilde Rejim
tarafından en sağlam korunan yerler de aynı yerlerdi.
20 Ağustos 2012: ABD Başkanı Obama Suriye’de kimyasal silah kullanımının
muhtemel olduğunu ve böylesi bir durumda kırmızı çizginin aşılmış olacağını
açıkladı. Bunun nasıl alçakça bir yalan olduğunu ilerleyen dönemlerde
göreceğiz. Rejim onlarca kez sivilleri kimyasal silahlarla vurup binlercesini
katlederken ABD’den ses seda çıkmamıştır. Pekala ABD bu açıklamayı neden
yapmıştır?
ABD’nin Suriye topraklarında hesapları vardı. Bu planları
hayata geçirmek için müdahale gerektiğinde, bir gerekçesi olmalıydı. Suriye’nin
kimyasal silahı olduğu biliniyordu ve sıkışınca kullanacağı belliydi. Gelişmeler
ABD’nin Suriye’ye müdahil olmak için kimyasal saldırı bahanesine gerek
bırakmadığından, kimyasal saldırılar umurlarında olmadı. Yani sivilleri
düşünüyor pozlarıyla yapılan açıklama tamamen ikiyüzlüceydi. Mesele ABD’nin planlarının
tutup tutmamasıydı. ABD’nin hesapları
tuttuğunda, bütün suriyeliler zehirlenerek katledilse umurunda olmayacağını
artık çok iyi biliyoruz.
6
Eylül 2012: Halep merkezinde Temmuz’da başlayan ÖSO taarruzu kısa
sürede büyük mesafe kat etmişti. Halep’te sünni şeyh İbrahim Salkini’nin
öldürülmesini protesto eden 30 bin kişi gösteri yaptığında Eylül başıydı. Yani
henüz 2 ay bile olmamıştı. Halep’in doğusu tamamen muhaliflerin elindeydi.
Kuzey kırsalında da neredeyse bütün kasaba ve köyler düşmüştü.
Halep Ağustos 2012 haritası. |
16 Kasım 2012: Deyr Ez-Zor’un güneyindeki sınır ilçesi Ebu Kemal’in
yakınlarındaki askeri havaalanı ÖSO tarafından ele geçirildi. Bu ÖSO’nun ele
geçirdiği ilk hava üssü olması açısından dikkat çekicidir. Rejim nüfus ve
ekonominin yoğun olduğu batı bölgelerine odaklandığından Irak’a sınır olan Deyr
ez-Zor eyaletinde hakimiyeti çok hızlı kaybetmişti.
18 Kasım 2013: İçerisinde özel kuvvet bölüğü de barındıran Halep’in
batısındaki 46. Tugay garnizonu yaklaşık
2 ay süren bir kuşatmanın ardından Muhaliflerin eline geçti. Bu kazanım Halep
ve İdlib kırsalındaki ikmal yollarının güvenliği açısından ÖSO’nun elini hayli
güçlendirecekti.
12 Aralık 2012: Rusya’dan muhaliflerin Rejim’i devirebileceğine,
savunma hatlarının çökmek üzere olduğuna dair resmi bir açıklama geldi. Suriye’de
konuşlu rus askerleri için tahliye hazırlıklarına başlandığı bilgisi geçildi.
Muhaliflerin özgüveni zirve yapmıştı. Muhalif cepheden ÖSO sözcüsü Muaz Katib “Artık
Esad’ı devirmek için uluslararası desteğe gerek kalmadı. Kendi işimizi kendimiz
görürüz” açıklamasında bulunacaktı.
Aynı gün, Rejim ilk kez, Halep’de muhaliflerin eline geçen
bir üssü uzun menzilli, rus yapımı SCUD füzeleriyle vurdu. Bu aynı zamanda Rejim’deki
karamsarlığın bir göstergesiydi. Bu kadar stratejik silahlar iç savaşta kullanılmaya
başlanmışsa can havli atmosferi oluşmuş demekti.
17 Aralık 2012: Rejim’in başbakan yardımcısı Faruk Şara Batı
medyasına iki tarafın da savaşı kazanamayacağını içeren bir röportaj verdi.
Yeri gelmişken Faruk Şara ile ilgili biraz bilgi verelim. Şara tarihte en uzun
süre dışişleri bakanlığı yapmış kişi olarak bilinir. İsyanın başlamasından
sonra ılımlı tutumları nedeniyle önce kızağa çekilerek başbakan yardımcısı
yapıldı. Bir süre sonra da sesi sedası kesildi. Rivayetlere göre şu anda İran
askerleri gözetiminde yarı tutuklu bir hayat sürmektedir.
Şam merkezi ve kırsalında 2012 Ağustos haritası. |
17 Aralık 2012: Suriye’nin köşeye sıkıştığında agresifleşeceğini ve
muhaliflere arka çıkan Türkiye’yi uzun menzilli füzelerle vurabileceğini
öngören Türkiye, NATO’dan hava savunma sistemi (patriot) talep etti. Hollanda,
ABD ve Almanya üç patriot bataryası yolladı. Tabi ki on milyonlarca dolar
karşılığında. Dikkatinizi çekerim, bu satın alma bedeli değil kiralama bedeli.
23 Aralık 2012: İlk kez Humus’ta kimyasal silah kullanıldı. Bu bir
yönüyle nabız yoklamaydı. Batı’dan pek ses seda çıkmamıştı. Yani kimyasal silah
kullanmaya devam edilebilirdi. Nitekim de öyle oldu. Kimyasal silah kullanımı
diğer yönüyle de çaresizliğin göstergesi kabul edilebilir. Dünya kamuoyunu
karşısına alma riskine rağmen Rejim kimyasal saldırı düzenlemeyi göze aldıysa,
bıçak kemiğe dayandı demektir.
Humus ve Hama'da 2012 Ağustosu. |
2012 yılı biterken Rejim de bitme noktasına gelmiş
bulunuyordu. Ancak İran ve Hizbullah buna seyirci kalmayacaktı.
14: Hizbullah'tan suni solunum
-----------------------------------------
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.