Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz: Suriye Devrimi (1)
Astana Anlaşması sonrası, Suriye’deki iç savaşın üstüne adeta ölü toprağı serpilmişti. Muhalifler İdlib kenti ve Halep’in kuzey kırsalındaki küçük bir bölgede hayata tutunma kavgası veriyorlardı. PKK’nın Suriye uzantısı PYD, Fırat’ın doğusunu, Halep’in kuzeydeki iki mahallesini, Fırat’ın batısında da Rakka kırsalı ve Münbiç bölgesini kontrol altına almıştı. Suriye’nin kalan kısmında da Baas Rejimi hüküm sürüyordu. Suriye’deki kanlı kavga arafta kalmıştı ve diğer taraftan da sükunet içinde herkes pozisyonunu tahkim etme derdindeydi. Ara sıra vuku bulan Rejim’in hava ve topçu saldırıları ve muhaliflerin verdiği cılız karşılık haberlere bile düşmeyecek cinstendi. Suriye’yle ilgilenen sivil inisiyatif ve gazeteciler kendilerine çoktan beridir başka meşgaleler bulmuştu.
27 Kasım 2024 günü sabahı Heyet Tahrir Şam bünyesindeki Muhalifler Halep’in batısından bir taarruz başlattığında hiç kimse heyecenlanmamış, bunun eski stil bir vurkaç olacağını öngörmüştü. Ancak daha ilk 10 saatte Muhaliflerin 20 kadar köy ve kasabayı ve Halep’in batısındaki en önemli askeri üssü ele geçirmesiyle, Suriye bir anda herkesin ilk gündemi haline gelivermişti. İkinci gün sonunda Muhalifler 40 civarında köy ve kasbayı daha ele geçirmiş, Halep kapılarına dayanmış ve dış mahalllelerden ikisini ele geçirmişti. Artık sadece bizim değil tüm dünyanın gözü kulağı Suriye’deydi. Bu taarruz belli ki eskilerine benzemiyordu.
Daha tam ne olduğunu anlayamamıştık ki Muhalifler üçüncü
günde şehir meydanına kadar girdiler. İran’ın Şii milisleri ve askerleri, Rejim
şebbihaları bu ani baskını belli ki beklemiyordu ve panik halinde geri
çekiliyordu. Çok sayıda kayıp vermişler ve üst düzey komutanlarından birkaç
tanesini kaybetmişlerdi.
Taarruzun henüz dördüncü gününde hükümet binası ve Halep
Kalesi de dahil olmak üzere şehrin büyük çoğunluğu Muhaliflerin elindeydi. Bir
yandan da başka birlikler güney kırsalına yönelmiş ve 50 kadar köy ve kasabayı
ele geçirmişti. Stratejik önemdeki Maarat en-Numan da Rejim’den temizlenmişti.
Halep’te kalan son Rejim güçleri Hama yolunun kesilmesiyle yardım ümitlerini
kaybetmiş ve canlarını kurtarmanın derdine düşmüştü. PYD de her zamanki gibi
boşluğu fırsat bilip Halep’in doğu mahalleleri, Halep Havaalanı ve doğu kırsalındaki
bazı kasaba ve köyleri ele geçirmişti.
PYD’nin Münbiç’le bir ikmal koridoru oluşturma ihtimali
Türkiye’nin üzerine kabus gibi çökünce, Suriye Milli Ordusu birlikleri harekete
geçti ve Halep’in batı kırsalına güçlü bir saldırı başlattı. PYD koridoru
kurmadan önce bazı kasaba ve köyleri Rejim’den alarak PYD birliklerinin doğuyla
bağlantılarını kesti.
1 Aralık günü bir taraftan HTŞ PYD’nin elindeki doğu
mahallelerini ele geçirirken, diğer yandan SMO kuzeyde Tel Rıfat’ı ve doğuda
stratejik Safira kasabası ve Şayh Neccar sanayi bölgesini aldı. İyice sıkışan PYD
Halep merkezli savaşı durdurup PYD birliklerini Fırat’ın doğusuna kaydırmak
için sulh teklif etti. Çok daha önemli dertleri olan HTŞ anlaşmayı kabul etti
ve daha taarruzun beşinci gününde Suriye’nin en büyük kenti Muhaliflerin
eline geçmiş oldu. Tek istisnası çoğunlukla Kürtlerin yaşadıkları ve PYD’nin
elinde bulunan kuzey varoşlardaki Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahalleleriydi.
Halep’in alınması o kadar önemli bir başarıydı ki, taarruz
burada sona erdirilse Muhalifleri destekleyen herkes yeterince tatmin
olabilirdi. Halep Suriye’nin ticari ve ekonomik başkenti olmakla çok
kıymetliydi ve büyük bir psikolojik kırılma yaşatacaktı. Hepimiz önce Halep’in
güvenliğinin iyice sağlama alınmasını bekliyorduk. Belki bir müddet sonra,
şehir iyice tahkim edilip bir hazırlık aşamasının akabinde yeni bir taarruz
gerçekleşebilirdi. Daha ne olsundu ki? Koca Halep şehri ele geçirilmiş ve Rejim
iyiden iyiye zayıflatılmıştı. Artık Rejim ve Muhalifler hem ekonomik hem demografik
olarak eşit güce sahipti. Askeri techizat olarak Rejim çok üstünse de, iştiyak
ve kahramanlık vechelerinde muhalif savaşçılar bu açığı kapatacak meziyetlere
sahipti. Bu haliyle savaş kazanılamasa bile, artık kaybedilme ihtimali de yoktu. De facto ülke üçe bölünmüştü. Fakat
savaş hiç beklenilmedik bir ivmeyle devam edecekti.
Burada gelişmelere bir es verelim ve taarruzun başlangıcından önceki safhaya dönelim. Doğrudan haberdar olmasam da, resmi çevrelerle arası sıkı
fıkı olan çok fazla insandan duyduğum, neredeyse tevatür diyebileceğimiz bir
bilgi dolaşıyor ortalıkta; İngiltere, yani MI6, bu operasyonun baş aktörü. İngilizler, gerek vizyon, gerek askeri donanım, gerek planlama, gerekse maddi destek vererek
HTŞ’nin bu operasyonu yürütmesinde başat rol oynamış. Tabii ki Türkiye’nin de mevzuya
hem lojistik, hem istihbarat, hem de askeri dahli oldu. Zaten Türkiye’nin
haberi ve izni olmadan İngiltere’nin yukarıda saydığım desteklerin çoğunu
vermesi mümkün değildi.
Fakat Türkiye’nin ve belki İngiltere’nin inisiyatifi dışında
da çok sayıda gelişme oldu. Sonuçta Muhalifler yekpare bir yapılanma değil.
Ayrıca büyük acılar çekmiş bu kitlede duygular, ihtiraslar ve öfke olayları kimi zaman hiç
beklenmedik yönlere çevirebilir. Mesela Türkiye Halep’ten sonra Rakka ve Deyr
ez-Zor’a doğru bir taarruz umuyordu. Ancak taarruzun sonraki aşamalarında doğu
yerine güney istikametinde devam etti. Çok da isabetli oldu. Zira hem nüfus,
hem de Rejim güneydeydi. HTŞ ve diğer muhaliflerin asıl derdi Rejim’leydi.
Türkiye’nin dertlerine sonra bakılabilirdi.
Erdoğan Rusya’nın da zorlamasıyla uzun süredir Esad’a
görüşme çeğrıları yapıyordu. Daha taarruzdan birkaç ay önce son çağrısını yapmıştı. HTŞ
lideri Ahmet el-Şara’nın sonradan yaptığı “Esad, Erdoğan’ın çağrısını kabul
edecek diye çok korktuk, ama kabul etseydi de Erdoğan’ın sözünü çiğnetmezdik” şeklindeki
açıklamasından anlıyoruz ki, şayet Esad görüşmeyi kabul etse, ortada ne taarruz,
ne de devrim olacakmış. Üstelik naz yapan, üst perdeden konuşan ve haliyle masada
eli çok güçlü olacak olan bir Rejim’le muhatap olacaktık. Yani Erdoğan’ın siyasi
duruşu ve stratejisi baştan aşağı yanlışmış. Erdoğan ikili ilişkilere çok önem
veren ve bu münasebetle güçlü liderlerin gönlünü kırmak istemeyen bir strateji
izliyor. Bu stratejinin çok işe yaradığı yerler oldu. Ama sırf Putin istiyor
diye Esad’la masaya oturmak için hem kendi gururunu, hem Türkiye’nin onurunu
zedeleyecek şekilde davranıyordu. Daha acısı HTŞ’nin operasyonu Erdoğan’ın
ısrarı yüzünden iki kez ertelenmişti.
Erdoğan’ın tek hatası bu da değildi. Taarruzla ilgili karar
netleştiğinde, taarruzdan üç hafta önce “Bir iki haftaya Suriye’de çok farklı
gündemleri konuşuyor olacağız” diye bir açıklamada bulundu. Olanca gizlilik gerektiren
bir operasyonla ilgili karşı tarafa sinyal vermenin ne kadar vahim bir hata
olduğunu varın siz düşünün. Bu hata anlaşılınca hızlıca haber tekzip edilip, bu
haberi bir gazetecinin işgüzarlığına malettiler. Bütün bunlara rağmen aklıma, ne
İran, ne Rejim, ne de Rusya’nın mevzuya uyanamamasıyla ilgili “Allah basiretlerin
kapattı” demekten başka bir şey gelmiyor. İran ve Hizbullah İsrail’le, Rusya
Ukrayna’yla, Rejim de ekonomik sıkıntılarla boğuşmaktan operasyonu fark
edemediler diyemeyiz. Bu kadar büyük bir hazırlığı ve Erdoğan’ın tüyosunu
görememek bu gerekçelerle izah edilebilecek cinsten değil.
Taarruzun zamanlaması neredeyse ideal bir ana denk geldi.
Yani Erdoğan’ın taarruzu ertelemesi bir bakıma hayırlı oldu. İsrail’in Hizbullah’a
ağır zayiatlar vermesi, ABD’nin başkanlık seçimi sonrası geçiş döneminde olması
(Topal Ördek periyodu), Rusya’nın Suriye’yele ilgilenemeyecek kadar zayıflaması,
İran’ın Hizbullah’ı kurtarma derdine düşmesi, Rejim’in hem ekonomik hem de
sosyolojik açıdan iyice yıpranması gibi çok önemli faktörlerin aynı zaman diliminde
üst üste binmesi operasyonun başarılı olmasına çok büyük katkı sağladı.
Tüm bunların yanında HTŞ’nin güçlü ve profesyonel bir
hazırlık yapması da dikkat çekiciydi. Taarruz öncesi Rejim bölgelerindeki
Muhalifler alarma geçirilmiş ve organize edilmişti. Taarruz başladığında Rejim
sadece cephede HTŞ tarafından değil içerdeki uyuyan Muhalif hücreler üzerinden
de baskı yedi. Elleri ayaklarına biraz da bu yüzden dolaştı. Ayrıca Türkiye’nin
verdiği iletişim karartma ve istihbarat desteği de bu paniğe tuz biber oldu. Şimdi tekrar
savaşa dönebiliriz.
Devam edecek...
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.