Bir Dönemin Sonu mu? (19)

Genel itibariyle siyasetin öne çıkmış tüm aktörlerine değindik. Seçimlerden şu ana kadar vuku bulan önemli hadiselerle yazımıza devam edelim.

Ak Parti ve MHP arasında alttan alta soğuk bir savaş cereyan ediyor. Seçimlerden önce aralarında hiçbir sorun gözükmeyen sıkı dostların arasına seçimin hemen sonrasında kara kedi girdi. Aslında ilk hamle Süleyman Soylu’nun görevden alınmasıydı. Sedat Peker tarafından ipliği pazara çıkarılan Soylu, partinin ve doğal olarak Erdoğan’ın imajını zedeler hale gelmişti. Dahası bürokraside ve emniyette fazlasıyla güçlenmişti. Erdoğan’ın bu türden siyasileri pasifize etme teamülü zaten vardı. Fakat yine de kimse görevden alınmasını beklemiyordu. Soylu’nun görevden alınmasıyla MHP’yi besleyen yeraltı dünyasının oyun alanına müdahale edilmeye başlandı. Bu da MHP’deki rahatsızlığı iyiden iyiye arttırdı.


Yeraltı dünyasına yapılan operasyonlar temiz devlet, dürüst siyaset şiarıyla yapılmıyor. Ülkenin yabancı yatırımcılar için güvenli hale gelmesi gerekiyordu, mecburen temizlik yapılıyor. Pekala şimdiye kadar niye beklendi de şimdi yapılıyor? Çünkü ülke “büyük ekonomist”imiz Erdoğan’ın uygulamalarıyla battı. Önceki dönemlerde de yazmıştım. Deniz tükendi. Dünya Bankası da boşuna para vermez.

MHP’yi asıl rahatsız eden hamle neredeyse üstü örtülmüş ve küllenmeye yüz tutmuş Sinan Ateş cinayetine yönelik soruşturmanın yeniden alevlenmesi oldu. Bizzat Erdoğan’ın mevzuyla ilgilendiği göz önüne alınırsa bu üstü örtülü bir savaşa bile işaret edebilir.

Buna mukabil MHP de karşı hamlelerle soğuk savaşı sürdürüyor. Cumhur İttifakı’ndaki bu çatlak henüz bir ayrılıkla sonuçlanmadı. Ancak MHP’nin CHP’ye yanaşması hiç de zor değil. Sadece CHP içindeki Kürtçü taife pasifize edilir ve DEM’le ilişkiler koparılırsa MHP kolayca CHP’ye eklemlenebilir. Erdoğan nefreti yüzünden MHP’den kopmuş kitle de MHP’ye geri dönebilir. Yani MHP bu saf değişiminden çok yara almaz. Burada mesele Erdoğan’ı terk etmek değil, CHP’nin MHP’yi kucaklayacak kıvama gelmesi.

Diğer yandan CHP’de taşlar yerine oturmuş değil. Yani Kılıçdaroğlu’nun tasfiyesi henüz hitama ermedi. Delegelerde hala eli güçlü olan Kılıçdaroğlu’nun Ekrem İmamoğlu’na sürpriz yapması muhtemel. İmamoğlu’nun kendisine “hakkımı helal etmiyorum” diyecek kadar öfkeli ve kırgın olan Kılıçdaroğlu’nu ziyaret etmesi bu tezi güçlendiriyor. Fakat Kılıçdaroğlu’nun eline fırsat geçerse İmamoğlu’ndan ağır bir intikam almak isteyeceğini düşünüyorum. Çünkü seçimlerde kendisine asıl darbeyi vuranın Özgür Özel değil İmamoğlu olduğunu gayet iyi biliyor. Fakat Özgür Özel’i de kendisine ihanet etmiş biri olarak görüyor. İmamoğlu’na ket vursa, bu sefer Özgür Özel konumunu iyice sağlamlaştıracak. Peki kendisi tekrardan aday olur mu? Olursa seçilebilir mi? İmamoğlu’nun satın aldığı delegeleri tekrardan kendi safına çekebilir. O kadar parası vardır diye düşünüyorum. Ancak bu arada mevcut yönetim delege yapısında değişikliğe giderek bu ihtimali sıfırlamak isteyecektir. Becerebilirler mi bilmiyorum.

Hasılı CHP, son kurultayda gerçekleştirdiği eksen değişimini kalıcı ve sürdürebilir hale getirirse MHP’nin CHP’ye yanaşması hiç de zor olmaz. Böyle bir durum CHP’yi devlet indinde de meşru bir zemine oturtur. Yani derin devlet nasıl Ak Parti’nin yanına jandarma diktiyse, CHP’ye de jandarma dikmiş olur. Hazır CHP hızını almışken ve iktidara göz kırparken MHP için de nemalanma süreci kesintisiz devam eder. Burada asıl sorumuz şu: Bahçeli’nin CHP’yle koalisyon yapmaya yetkisi var mı? Böyle bir yetkisi yoksa ve Erdoğan bunu biliyorsa MHP’yi hırpalamaya devam edecektir. Bahçeli saf değiştirme inisiyatifine sahipse CHP’deki gelişmelere bakıp Ak Parti’yi terk edebilir. Bu da mevcut CHP yönetiminin konumunu korumasıyla doğrudan alakalı bir sürece işaret eder.

Diyelim ki her şey yolunda gitti ve MHP, CHP’nin yanına geçti. Ak Parti’nin zaten azalan seçmen kitlesiyle seçim kazanması imkânsız hale gelir. Bu durumda yanına oy oranı yüksek başka ortak(lar) almak zorunda. Peki bu ortaklar kimler olabilir? MHP’nin katılımıyla CHP’den kopan DEM olabilir mi? Bütün gövdesiyle Erdoğan’ın arkasında duran devletin zinde güçleri buna izin verir mi? Hiç zannetmem. İyi Parti zaten gelmez. Gelse bile oy getiremez. Geriye sadece Yeniden Refah kalır. Fakat onları ikna etmek MHP gibi kolay olmaz. Ağır bir pazarlık süreci olur. Kabul etseler bile Erdoğan’a bir daha seçilmek için yetmez. Çünkü Yeniden Refah’ın seçmen kitlesi içinde de hatırı sayılır oranda Erdoğan’dan hoşlanmayan bir kitle var. Aklanmış bir CHP her türlü iktidara gelir. Erdoğan’ı, bizatihi kendi popülaritesi ve saygınlığını arttırmaktan başka hiçbir şey kurtarmaz. Bu mümkün mü? Hiç sanmıyorum. Erdoğan’ı kurtarabilecek tek gelişme Kılıçdaroğlu’nun yeniden CHP’nin başına geçmesi ve CB adayı olması. Onun bile artık garantisi yok.

Yine son zamanlarda Özgür Özel’in bilinçli bir şekilde hem muhafazakar seçmene hitap eden, hem de devlette meşruiyet arzulayan tutum ve konuşmaları oldu. CHP’nin şahin kanadından ağır eleştirilere maruz kalsa da bu tarz-ı siyasetin CHP’ye merkezdeki ve muhafazakâr kanattaki kitleler arasında sempatiyi arttırdığı bir gerçek. Erdoğan kafalarına vura vura CHP’li donuk kafalara bile siyaset yapmasını öğretti. Devletin ağır abilerinin Erdoğan’a rağmen CHP’deki devletçi söylemlere itibar edip etmeyeceğini bilemiyoruz. Normalde etmeleri lazım. Ama bu görevlerde bulunanların genelde kemikleşmiş kafa yapısı olur. Kabuklarını kırabilirlerse Bahçeli’yi kendileri CHP’ye yollarlar. Bu durumda MHP yine iktidar ortağı olur ve maalesef her şey eskisi gibi devam eder.

Son dönemdeki önemli gelişmeler silsilesi olarak Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi arasındaki soğuk savaşı incelememiz lazım. Anayasa Mahkemesi yargı erki hiyerarşisinde en üstteki kurum. Zaten Anayasa Mahkemesi başkanın protokoldeki yeri de bunu ispatlar. Doğal olarak Anayasa Mahkemesi’nin aldığı tüm kararlar diğer mahkemeleri bağlar. Gelin görün ki Yargıtay bu kararları tabiri caizse takmıyor. Üstüne üstlük Anayasa Mahkemesi’nin kurumsal itibarını zedeleyecek açıklamalar yapılıyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bu açıklamalara arka çıkıyor: “Anayasa Mahkemesi artık milli güvenlik sorunudur. Mahkeme başkanı ve mahut üyeler devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, toplumsal huzur ve güvenliğin muarızı haline gelmişlerdir. Böyle gidemez, böyle bir mahkeme yapısı Türkiye'de yüksek yargı organları içinde yer alamaz, almamalıdır.”

Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu iddia ediyorlar. Ama Bahçeli’nin açıklamaları yenilir yutulur cinsten değil. Hukuktaki yazılı kuralları uygulamakla mükellef olan yargı üyelerinin yasa ve kanunlar çerçevesinde aldıkları kararlar istemediğiniz şekilde çıkıyorsa kararları by-pass etmek ancak 3. Dünya ülkelerinde olur. Ya da her karar, gücü elinde bulunduranların istediği gibi çıkacaksa buna hukuk devleti değil de aşiret demek daha uygun kaçar.

Bu ülkede kimse adalete güvenmiyor. Eskiden de böyleydi. Adalet sadece garibanlar arasındaki anlaşmazlıklarda işleyen bir mekanizma. Şayet yeterince paranız veya arkanız varsa adam bile öldürebilirsiniz. Yargı, polis, asker gibi nizam ve adaleti tesis etmesi için milletin vergileriyle görev yapan kurumlar ve mensuplarının bu içler acısı durumu ne kadar ümit kırıcı. Mezkur kurumlarda iyi niyetle ve namuslu bir şekilde işini yapan çok sayıda insan da var. Ama balık baştan kokuyor maalesef. Devletin başındaki kitle istese, adalet çok hızlı bir şekilde olması gereken seviyeye gelir. Bir ülkede adalet hakimse diğer tüm resmi ve özel kurumlar verimli ve katma değerli üretim yapar. Küresel veya bölgesel güç olma iddianız varsa önce adaletin kılıcının ne kadar keskin olduğunu tüm vatandaşlarınıza göstermeniz gerekiyor.

Ben bunları yazarken Ahlat’ta Bahçeli Erdoğan’ın elini öpmeye kalkıştı. Bunu daha önce hiç yapmamıştı. Bu hareketten benim çıkardığım sonuç şu: Bahçeli’nin saf değiştirme yetkisi yok. CHP ile yaptığı flörte ceza olarak biat tazelemesi istendi. Böylece MHP kendi arka bahçesine yapılan operasyonları sineye çekmek zorunda kalacak.


Toparlayacak olursak, Erdoğan kendi etti kendi buldu. Şimdi ne yaparsa yapsın erimeyi ve çöküşü engelleyemeyecek hale geldi. Ekonomiyi batırınca büyü bozuldu. Tam her şey normalleşme eğilimi gösterdiğinde sürekli “düşük faiz” demeçleri vererek dövizi ve buna bağlı olarak da enflasyonu fırlattı. Enflasyon kolay çıkan ve fakat çok ağır düşen bir ekonomik gösterge. 5-6 yıldır ekonomik buhran yaşıyoruz ve bu özellikle orta sınıf ve dar gelirli insanları ikrah ettirdi. Seçmen kitlesinde daha önce kimsenin gözüne batmayan arızalar, insanların arka hafızasından ön belleğe geldi. Aslında çok fazla şeyi görmezden geldiğini fark eden seçmen oyunun rengini değiştirmeye başladı. Durumu özetleyen bir anekdotla yazı dizimi bitireyim.

Geçenlerde genç bir arkadaşla siyaset üzerine konuşuyorduk. Bana “Tayyip’e verdim ama istemeye istemeye” dedi. Ben de gülerek “Bir dahaki seçim veremeyeceksin. Çünkü önceki seçimde benim ruh halim de öyleydi, bu seçimde veremedim” diye cevapladım. Erdoğan’ın seçmen kitlesi içinde, tıpkı bu genç arkadaşım gibi hatırı sayılır bir kalabalık kırmızı çizginin sınırlarına yanaşmış durumda. Erdoğan’ın oyunu arttırmak bir yana aynı seviyede tutması bile pek mümkün görünmüyor.

Bir devrin sonu mu? Siyasette her an her şey olabilir. Ancak güneşe de kar dayanmaz. Erdoğan günahıyla sevabıyla Cumhuriyet tarihinin son çeyreğini yönetti. Ama her şeyin bir sonu var. Bu sonun hezimet mi, onurlu bir veda mı olacağı da doğrudan Erdoğan’ın basiretine kalmış durumda.

Yazı dizimi başka bir başlıkla devam ettireceğim. Bu bölüm daha çok güncel siyaset üzerineydi. Aslına bakarsanız sonraki bölümde de yapacağım analizler siyasetin nasıl ve nereye evrileceğine dair okuyucuya ipuçları verir cinsten olacak. Dünya, medeniyet, metafizik, ekonomi ve değerler üzerine sosyolojik okumalar niyetiyle yazacağım: “Sokaklardan Sosyolojiye Yeni Dünya


Free counters!

Yorumlar