Ortadoğu'da Meksika Açmazı (13)
14 yıl kadar
önce Suriye İç Savaşı’nın başladığı ilk aylarda “Kıyamet Suriye’den kopacak”
şeklinde bir mesaj paylaşmıştım. Bölgeyle amatörce ilgilenen biri olarak çok
şey bildiğimden değil de daha çok sezgilerime dayanarak yazmıştım o ibareyi. Bu
sezgiler muvacehesinde müteakip yıllarda her gün 3-4 saat vakit ayırarak Suriye’deki
savaşı takip etmiştim. Kıyamet kopacak mı bilmem ama sanki Suriye üzerinden
dünyanın büyük aktörleri arasında büyük bir kavga çıkacak ve birçok denge
değişecek.
Hepinizin bildiği gibi İsrail Gazze’de iki yıl boyunca katliam yaptı. Bu vahşi soykırıma Batı dünyası olağanüstü tepki verdi. Tabi bu sıradan insanlar için cari bir tepkiydi. Katliama sadece başta İspanya ve Norveç olmak üzere 3-5 ülke güçlü tepki verebilirken devlet yönetimlerinin bir kısmı gayet cılız ses çıkarabilmiş, ABD, Almanya, Hindistan, Avusturya, Sırbistan, Macaristan gibi ülkeler İsrail’in arkasında durmuştu. Bu arada Latin Amerika’da da coşkun tepkilere şahit olmuştuk. Toplamda Hristiyan halkların tamamı ayağa kalktı. Hatta İslam halkların tepkilerinden daha güçlüydü desek abartmış olmayız. Halkların bu kadar tepkili olduğu bu saldırıya devlet kadroları neden eşlik edememişti?
Öncelikle Batı toplumlarında Gazze’deki olaylar sebebiyle oluşan infiale bir göz atalım. Suriye’de, Irak’da, Ruanda’da milyonlarca insan katledildi. Doğu Türkistan’daki zulüm Gazze’den daha az değil, halen devam da ediyor. Bunları çok umursamayan Batı halkları mevzubahis Filistin olunca ayağa kalktılar. Batı dünyası Suriye’deki, Irak’daki Arapları umursamazken Filistinli Arapları neden umursasındı ki? Bu reaksiyonu doğru okumak lazım. Mesele katledilenler değil, katleden. İsrail’e, yani Yahudilere Hristiyan dünyasında tarihsel derinliği olan büyük bir öfke var. Lafı dolandırmayalım, anti-semitizim Batı dünyasının zihinsel kodlarında bütün ihtişamıyla yaşıyor. Yahudi kliklerinin organize ettiği kültür enstrümanları ve enformasyon oyunlarıyla bu gerilim kontrol altında tutuluyor. Ama ilk fırsatta yahut bahanede patlayarak ortaya çıkıyor.
20. yy’a
kadar devlet politikalarına bile sirayet etmiş bu Yahudi öfkesi zamanla
yumuşamışsa da Hitler Almanyası’nda tekrar başgöstermiş, Almanya’nın savaşı
kaybetmesiyle yeni dünya düzeninin mimarları ABD ve İngiltere’de köşeleri
tutmuş Yahudi diasporası, bu iki ülke üzerinden ipleri eline almıştı. İsrail bu
sayede kurulmuş ve kurulduğu günden beri güçlü abilerine güvenen küstah bir
çocuk gibi sürekli şımarık, hoyrat ve ahlaksız manevralarıyla bulunduğu
coğrafyada kabadayılık yapmış, hem bölgenin hem dünyanın huzurunu kaçırmıştı
Batı dünyasının sokaktaki insanları tepkiler verdiğinde ABD, Almanya ve Avusturya hükümetleri göstericileri engellemeye çalışmış, hatta protestoculara şiddet uygulamıştı. Demokrasi havarisi ABD daha da ileri gitmiş, hak mahrumiyetleri ve yaptırımlarla İsrail’e reaksiyon gösteren vatandaşlarını sindirmişti. Almanya ve Avusturya Hitler dönemi katliamların mahcubiyetiyle İsrail’e tepki veremiyor sanmayın. Bu tamamen ABD etkisi ve baskısından kaynaklanıyor. Hani Ak Parti kalemşörlerinin cilalama yaparken kullandıkları, muhalif çevrelerce alay konusu olmuş “Almanya bizi kıskanıyor” sloganı var ya, o slogan kesinlikle doğru. Ama onların dediği gerekçelerle değil. Çünkü bu slogan, Türkiye’deki refah ve huzur seviyesinin Almanya’dan daha yüksek olduğu kastedilerek sarfedilmişti. Millet de haliyle dalga geçti. Ama ben başka bir açıdan bakıyorum. Almanya zavallı bir ülke, bildiğiniz müstemleke. Biz hiç olmazsa iki ileri bir geri de olsa kendi inisiyatifimize göre politika üretebiliyoruz ve bu konuda kesinlikle bizi kıskanıyorlar. Bu arada ispatlayamam ama yemin edebilirim, şayet ABD baskısı olmasa emin olun İsrail’e en güçlü reaksiyonu Almanya verirdi (Hitler ölmedi, içimizde yaşıyor).
Son Gazze olaylarında daha önce görmediğimiz tepkiler oldu. Özellikle İngiltere ve Fransa’nın Filistin’i devlet olarak tanıması beklenmedik gelişmeydi. Tabii ki burada baş aktör İngiltere. Fransa ve diğer ülkeler biraz yancı rolde kaldılar. Bugünlerde yaşadığımız tüm şaşırtıcı gelişmeler, İsrail’in sürekli arkalığını alan İngiltere’nin bu duruşundan vazgeçmesiyle alakalı.
İsrail, Mossad üzerinden dünya siyaseti, ticareti ve kültür araçlarına çok güçlü prangalar vurdu. Son dönemlerde sıkça gündeme gelen Epstein vakasıyla bu operasyonlar ayyuğa çıktı. Mossad böyle çalışır. Önce potansiyeli olan insanlara yaklaşır, sonrasında o kişilerin zaaflarını tespit ederek kendilerine suç işletirler. Elbette bu suçu delillendirecek dökümantasyonu da yaparlar. Sonra da bu kişilerin siyasette ve ticarette yükselmesi için azami destek verirler. Önemli pozisyonlara gelince de Mossad’ın şantajı altında her türlü Yahudi kepazeliğine arka çıkartırlar. Aslında bu yöntemleri birçok örgüt ve şahıs kullanmıştır. Bizim ülkemizde de başta FETÖ olmak üzere Adnan Oktar, Cem Uzan benzer ahlaksızlıkları icra ettiler. Şu anda bu yöntem ayağa düştü ve siyasi partilerde ve devlet kadrolarında birçok kişi mümkün olduğunca rakiplerinin açıklarını yakalamak için enformatik birikim yapıyorlar.İsrail
karşıtlığında Batı dünyasında gözlemlediğimiz taban – tavan tenakuzunun sebebini
açıkladık. Konumuza dönebiliriz. Türkiye’nin attığı her adıma, İsrail de ABD
üzerinden karşılık veriyordu. Kendi ajandalarını hayata geçirmek adına öylesine
kıran kırana mücadele var ki ABD bile karışabilir. İsrail tek başına ve kendi
bileğinin gücüyle mücadele ediyor. Oysa Türkiye’nin arkasında İngiltere var, zaten
Yahudi diasporası ve çetesi tek başına üstesinden gelinebilecek bir çete değil.
Dahası ABD içinde MOSSAD’ın şantaj ağına düşmemiş çok sayıda vatansever ve aklı
başında siyasetçi ve bürokrat da İngiltere’yle birlikte hareket ediyor.
Hülasa asıl savaş ABD’de vuku buluyor. Trump’ın İngiltere ziyareti sırasında Londra yakınlarındaki ünlü Windsor Kalesi’ne Trump’ın Epstein’la çekilmiş fotoğrafı yansıtıldı. Büyük ihtimalle MOSSAD’ın işiydi; “Ey Trump ayağını denk al, elimizde özel bilgilerin var, İngilizlerle yanlış işlere kalkışma” mesajıydı. Bir ihtimal de şuydu ki, İngiliz istihbaratı “Trump Reis seni tehdit ediyorlar, ama aynı bilgiler bizde de var, haberin olsun” uyarısı yapıyordu (Akşener Sendromu). Son günlerde Epstein meselesi iyice gündem oldu. Gazeteciler Trump’ı sıkıştıracak sorular sordular. ABD’yi, İsrail ajandası yerine İngiliz planını takip etmekten alıkoymak adına her yolu deniyorlar. Nitekim son günlerde Epstein’in Trump’la ilgili yazdığı “Vücudunda namuslu tek bir hücre yok” ve Ortadoğu’da farklı bir denklemi savunan Tom Barrack’a yolladığı “Senin ve çocuğun fotoğraflarını at ve beni gülümset”mesajları ifşa edildi.
Trump’ın Epstein üzerinden gelen baskılara cevabı genelde Demokrat Parti üyelerinin Epstein’ın adasının müdavimi olduğu yönünde hedef saptırmalardan ibaretti. Bıçak kemiğe dayanmaya başlayınca 18 Ekim’de Trump 50 bin sayfalık Epstein dosyalarının soruşturma niyetiyle ABD Kongresi’ne teslim edilmesine dair iznin imzasını attı. Görünen o ki hem Demokrat, hem Cumhuriyetçi politik aktörlerin çoğu Epstein’in fuhuş suçlarıyla ünlü adasına ziyaretlerde bulunmuşlar. Soruşturmalardan da çok bir şey çıkacağını zannetmiyorum. Herkes suçluysa günah bir şekilde örtülür (Bkz. Tansu Çiller – Mesut Yılmaz Yüce Divan davaları).
Fakat burada
önemli bir ayrıntıyı atlamayalım. Şayet İsrail’in elindeki şantaj unsurları ortadan
kalkarsa yahut etkisi azaltılırsa İsrail’i zor günler bekliyor demektir. Ve
sanırım İngiliz aklı, bu haylaz çocuğun başına eli sopalı bir abi olarak
Türkiye’yi seçmiş.
Artık
değerlendirme ve projeksiyon safhasına geçebiliriz.
Devam edecek…




Selamlar,
YanıtlaSilYaptığınız okumalar beni şaşırtıyor. Üstü kapalı bir konuda net bir biçimde bu işin arkasında şu vardır diyebilmenize hep şaşırıyorum.
Örneğin İngiltere, bizle müttefik olup olmadığını hiçbir zaman çözemediğim bir aktör. Tempest savaş uçağı projesine bizi ortak almıyor veya K. Suriye'de YPG kontrolündeki sahada özel kuvvet bulundarabiliyor. Bir siyasi bunu açıklamıştı. Kıbrıs'ta ise yanımızda duruyor.
İngiltere'de eğitim gören Türk bir analist, İngiltere'nin uzun süredir bir politikasının olmadığını, kah Abd'nin kuyruğuna takıldığı, kah dış politikada içeriye dönük hareket ettiğini belirtmişti. (TR'a Eurofighter satışı ile 30.000 işgücünün işe devamı)
Her ne ise, üstad. Sanırım Suriye'de birşeyler yaklaşıyor.
Mazlum Abdi maksimalist taleplerinde ısrarcı, Öcalan da topa girmiyor. Hal böyleyken Türkiye hem iç hem de dış kamuoyuna "elimizden gelen herşeyi yaptık, günah bizden gitti, olacakların sorumluluğu karşıya ait" noktasına hızla ilerliyor. İsrail-Suriye görüşmeleri de çökmüş gibi. İsrail Suriye'ye daha fazla yerleşme ve istikrarsızlık çıkarma peşinde.
Suriye'de bir hamleye zorlanıyor gibiyiz
Devletler en sıkı müttefikleriyle bile bazı konularda ters düşebilirler. Stratejik bir ürün ya da bilgiyi 300.000 insanı istihdam etseniz de vermeyebilirsiniz. Suriye'de ben farklı düşünüyorum, bunu yazdım da. Erdoğan'ın Kürt oylarına ihtiyacı var, SDG ile savaş olursa zırnık oy alamaz. Bu işin bu kadar uzaması mevzuyu savaşsız halletme zaruretinden. İşin kötüsü örgüt de bu zaafın farkında.
YanıtlaSilSürecin sebeplerinden biri bahsettiğiniz üzere Kürt oyları ve hatta anayasa değişikliğine destek olabilir. Ama bu parametre devletin tüm politikasını teslim alabilir mi, emin değilim.
YanıtlaSilBir an için bunu doğru kabul edelim ve hatta Chp'nin dış politikası ile Akp-Mhp ittifakınınki ile aradaki farkın oluşturduğu beka meselesini de destekleyici bir unsur olarak hesaba katalım.
Mhp, Ak partinin seçim kazanması için (ittifakın devamı şartıyla) Öcalanı meşrulaştırarak politik intiharı göze almış olmuyor mu? Bu o kadar anlamlı gelmiyor bana.
Mhp'nin oy kaygısıyla hareket etmeyen, devlet ve milli güvenlik motivasyonlarını seçim başarısının üzerinde tutan bir parti olduğunu düşündüğümüzde, senaryoları tartma gereği duyuyorum.
Dürzilerin Suriye'nin güneyinde oluşturduğu başağrısı ve israil'e müdahale fırsatı,
YPG'nin israil'in uydu, garnizon devleti olarak bölgede ileriki 10 yıllar boyunca hem Suriye hem Türkiye için oluşturacağı istikrarsızlaştırıcı ve bölücü etki düşünüldüğünde, seçimi başka stratejilerle zorlamak yerine, Ypg/Pkk'ya boyun eğmek pek karlı gözükmüyor.
Nacizane tahminim, tüm yollar tüketildikten ve milliyetçi kamuoyunu bile çileden çıkaran iyi niyet kör gözlere sokulduktan sonra hala sonuç alınamazsa, önce ekonomik (baraj, petrol kuyuları, vergi kaynağı şehirler), insan kaynakları (Rakka, Deirezzor) şehirler isyanla ve TSK müdahalesi ile Ypg kontrolünden koparılarak, ulaşmaya çalıştıkları bağımsız devletin sürdürülebilir olmadığı gösterildikten sonra tekrar entegrasyon teklif edilecek, yine kabul edilmezse, Ypg'nin tasfiyesini amaçlayan açık bir savaş açılacak. Bence Bahçeli'yi ve Mhp'yi tarih sahnesinde aklayacak olan da bu B planı.
Evet 2028 seçimleri konusunda şapkadan tavşan çıkarmak gerekecek ama Vhp'deki mevcut karışıklık ve adaysızlık bir ihtimal sunuyor.
Selam ve saygılarımla
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilUnuttuğum bir maddeyi de eklemek isterim. TR Abd'de belki uzun bir süre Ypg'ye müdahale konusunda, Trump gibi K.Suriye'yi önemsemeyen ve Erdoğan'ı kendi iç kamuoyundaki prestiji için önemli bir ortak gören bir aktör bulamayabilir. Avrupa da Rus tehditine odaklanmış durumda ve Türkiye'ye karşı geleneksel söylemini terk etmiş durumda.
YanıtlaSilBelki Gazze'nin durumu bu konuda olumsuz bir etken olabilir.
Genel olarak Türkiye bu fırsat penceresini harcayamaz diye düşünüyorum.
Yorumlarınız sağlıklı, üslubunuz gayet zarif. Böyle bir okurum olması beni mutlu etti. Son bölümde bahsettiğiniz fırsat ve risk konusunu ele alacağım inşallah.
YanıtlaSilUzun süredir yazılarınızı takip ederim. Yazılarınızdaki üslup ve fikrinizi inşa ederken ki düşünme ve ifade şeklinizden, her kesim için okunabilir kılmanızdan, fikriniz ile nefsiniz arasına mesafe koymanızdan çok istifade ettim. Bu noktada asıl ben size teşekkür ederim. Kusurumuz olmuşsa, özürlerimi şimdiden kabul buyrunuz.
YanıtlaSilİltifatlar için müteşekkirim.
Sil