Ortadoğu'da Meksika Açmazı (5)
6
Mart’da İran’ın kışkırtmasıyla Lazkiye’de ayaklanma çıktı. Suriye ordu
güçlerine pusular atılarak çok sayıda güvenlik görevlisi şehit edildi. Suriye
hükümeti hızlı ve güçlü bir karşılık vererek isyanı iki gün içinde bastırmıştı.
İsyana katılanların tamamı devrim sırasında yurt dışına kaçamayan ve hücrelerde
gizlenen devrik rejim kalıntılarıydı. Hepsinin ağır savaş suçlarına karıştığı
biliniyordu. Zaten yakalandıklarında idam edileceklerdi. İran, bu adamları bir
şekilde organize edip en azından Nusayrilerin yaşadığı sahil eyaletlerinde (Lazkiye,
Tartus) küçük bir kıyı devleti kurarak bölgeye tutunmaya çalıştıysa da
beceremediler.
Baba Esad döneminde ve sonrasındaki iç savaş yıllarında milyonlarca Suriyeli zulme uğradı. Pazar yerlerine, hastanelere, parklara, benzin istasyonlarına, okullara ve hatta camilere, yani sivil hayatın devam ettiği bölgelere varil bombalarıyla ölüm yağdırdılar. Sahadaki şebbihalar, istihbarat birimleri ve resmi kolluk kuvvetleri kafalarına göre zorbalık, gasp, yaralama, sorgusuz infaz, işkence, tecavüz gibi gibi insanlık suçlarını hoyratça işlediler. Bu kadar acının hesabının sorulması ve insanların yüreğindeki kanamaya pansuman olması için, bana göre, en az 50 bin kişinin idam edilmesi gerekiyordu. Devrim sonrası bir af çıkarılmış, bu türden suçlara bulaşmayanlara eman verilmişti. Kaçıp saklananlar zaten cani adamlardı. Bu adamlar yakalnıp infaz edilince Türkiye’deki siyasal Alevi kanattan sesler yükseldi. Radikal İslamcıların Alevi katliamı yaptığına dair yaygara kopartıldı. Özgür Özel de bu koroya katıldı.
Rejim ve
sahadaki şebekesi sadece toplumun diğer kesimlerine değil, Nusayrilerin de en
az yarısına zulmediyordu. Şebeke dışında kalan herkes doğal hedefti. Haydut,
cani, vahşi, hırsız, tecavüzcü… Bu insanlar üstüne üstlük yeni hükümeti
devirmek için de ayaklanmış bir çete. Kırk kere infazı hak eden bu kitleye
sahip çıkmak ancak CHP basiretsizliğiyle mümkün olur.
Ayaklanma
öncesi pusularda ve ayaklanmanın bastırılma sürecinde 300 Suriye askeri
hayatını kaybederken, şebbihalardan da 2 bin civarında kayıp meydana gelmişti.
Kökü kazınamasa da eski rejim kalıntıları bir daha ayaklanmaya cüret
edemediler. Bu arada hemen her gün birkaç şebbihanın kimliği belirsiz kişilerce(!)
infaz edildiği bilgisi geliyor. Sanırım tanıklar olmadan yakaladıklarını bu
şekilde ortadan kaldırıyorlar. Yakalanma kamusal alanda olmuşsa, tutuklanıp,
yargılayarak idam ediyorlar.
İsrail
Savunma Bakanı Katz “Dürzileri terketmeyecek ve Suriye’de sonsuza dek
kalacağız” açıklamasıyla kafalarındaki planı ifşa ediyordu. Bu arada Türkiye,
İsrail’in NATO tatbikatlarına katılımını veto etti. Bu hem Gazze’deki katliama
tepki vermek hem de yaklaşan İsrail tehdidine önlem almak niyetiyleydi.
Süveyda'da Dürziler İsrail bayraklarıyla gösteri yaparken
10 Mart’ta
suriye Devleti ile SDG arasında bir anlaşma sağlandı. Önemli başlıkları şu
şekilde sıralayabiliriz; 1) Kürt halkının Suriye toplumunun bir parçası olduğu ve
anayasal haklarının garantiye alınacağı, 2) Dini veya etnik kökenlerine
bakılmaksızın tüm Suriyelilerin siyasi ve temsil haklarının sağlanması, 3) Ülke
genelinde ateşkes kararı, 4) Kuzeydoğu Suriye’deki tüm sivil ve askeri
kurumların devlet yönetimine bırakılması, 5) Göçmen Suriyelilerin ülkelerine
dönmesinin sağlanması, 6) Suriyeli olmayan SDG üyelerinin ülkeyi terk etmesi,
7) Suriye’nin birliğini hedef alanlara karşı yapılacak mücadelenin
desteklenmesi, 8) Bölünme çağrıları ve nefret söylemlerinin reddedilmesi, 9)
Anlaşmanın yıl sonuna kadar sahadaki uygulamalarının tamamlanması.
Bu
anlaşma imzalandıktan hemen sonra Türkiye’den çok manidar bir açıklama geldi.
Hakan Fidan Ankara’nın anlaşmaya ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaştığını,
sahada anlaşmanın nasıl uygulanacağını görmek istediğini, PYD’nin feshi ve
silahsızlandırılması ve PKK’nın dağıtılması konusunda kararlı duruşunun
olduğunu açıkladı. Evet, “ihtiyatlı bir iyimserlik”. Muhtemelen TC
istihbari unsurları, PYD’nin mecbur kalarak ve zaman kazanabilmek adına bu
anlaşmayı kabul ettiğini biliyordu. Zira STK güçleri PYD’ye yılbaşından beri
ağır zayiatlar verdirmiş, diplomasi yoluyla da yoğun baskı kurdurmuştu. Bu
çifte mecburiyet PYD’yi masaya oturtmuş ve teslim belgesini imzalatmıştı. Ama
PYD’nin gizli ajandası hala yürürlükteydi ve ağırdan alarak, zaman kazanarak diplomasi
ve savaş kabiliyetlerini zorlayarak anlaşmaya uymamayı deneyeceklerdi.
Türkiye,
iyi niyet göstergesi olarak PYD’ye yönelik hava ve topçu harekatını durdurdu. Bu
arada ABD, mevcut gelişmeleri yönlendirmek adına yeni Ankara Büyükelçisi olarak
Thomas Barrack’ı atadı. Aynı günlerde Suriye, başta Palmira olmak üzere
Türkiye’ye askeri üs kurabilmesi adına gerekli izinleri onayladı. Türkiye’nin
kuracağı üsler Suriye’nin güvenliği açısından oldukça kıymetli. 15 yıldır
savaşan, bütün askeri alt yapısı İsrail tarafından imha edilmiş, ekonomik ve
siyasi sıkıntılarla boğuşan Suriye’nin güvenlik kaygıları bu şekilde
hafifletilmiş olacaktı. Ama Palmira ve Tiyas (T4) üsleri birkaç gün sonra
İsrail uçakları tarafından vurularak kullanılmaz hale getirildi. Kısacası,
dolaylı da olsa Türkiye ve İsrail arasında düşük yoğunluklu savaş yaşanıyordu.
Hem sahada, hem diplomaside.
İsrail
Türkiye’nin Suriye’de kurmayı planladığı hava üslerinden oldukça çekiniyor.
Suriye hava sahasında rahatça at koşturan İsrail, züccaciye dükkanına girmiş
fil gibi istediği an istediği yeri bombalama küstahlığına devam etmek istiyor.
Bunun için Yahudi lobisi üzerinden ABD’ye yoğun baskı yapıyordu. Her şeye
rağmen Türk ordusu mensupları keşif amaçlı T4 Hava Üssüne giriş yaptı. İsrail
askerlerimizi vurmaya cesaret edemedi. Ama 2 Nisan’da üssün çevresini vurdu. Bu
arada Hama Askeri Havaalanı da ağır şekilde bombalandı. İsrail’den bu
operasyonların Türkiye’nin Suriye’de üs kurmaması için bir uyarı olduğunu
açıkladı. Bir gün sonra da hıncını alamayarak Şam şehri etrafındaki askeri
birliklere ağır bombardıman yaptı.
Ve
nihayet 5 Nisan’da Suriye’deki oyun kurucu gizli aktör İngiltere’den ses
gelmişti. İsrail’i Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı göstermeye davet eden
İngiltere, İsrail’den gerginliği azaltma talebini deklere etti. İngiltere az
konuşur, konuştuğu her zaman da ağırlığı olmuştur.
Aynı gün
varılan anlaşma gereği Halep’in iki kuzey mahallesini (Şeyh Maksud ve Eşrefiye)
elinde bulunduran PYD bölgeyi terk ederek Fırat’ın doğusuna çekildi. Böylelikle
Fırat’ın batısında PYD’ye ait hiçbir kuvvet kalmamış oldu.
Bu arada
İsrail arka odalarda planlar kuruyor ve bunu Türkiye’ye yedirmeye çalışıyordu. Suriye’yi
dört nüfuz alanına bölmüş, Rusya, İsrail, ABD ve Türkiye’nin her birine bu
bölgeleri teklif etmişti. ABD ve Rusya’ya rüşvet vererek Türkiye’nin nüfuz
alanını kısıtlamayı ve dahası kendisini Güney Suriye’de bir daha çıkmayacağı
bir bölgeyle (Dera ve Süveyda) ödüllendirmeyi planlamıştı. Tabii ki teklif Türkiye
tarafından ciddiye alınmadı.
SDG
cephesinde zamanla ayak diretme, mızıkçılık başladı ve en sonunda külliyen
karşı çıkma evresine geçildi. Anlaşmadan yaklaşık bir ay sonra YPG sözcüsü Ferhad
Şami “Türkiye, Tişrin barajı bölgesine askeri kuvvet yığdığı için bu
anlaşmayı yapmak zorunda kaldık. Kontrolümüz altındaki bölgelere hiçbir güç
giremeyecektir” açıklamasıyla işin rengini göstermiş oldu.
ABD,
Suriye’deki askerlerinin bir kısmını techizatlarıyla beraber Suriye’den çekerek
Irak’a gönderdi. Netenyahu alelacele bir kez daha Trump’la bir araya gelerek
elinden kayıp giden Suriye’yle ilgili bir şeyler yapması için ABD’yi zorladı.
Türk ve
İsrailli yetkililer, 10 Nisan’da Azerbaycan’da bir araya geldi. Görüşmelerin
pozitif seyrettiği ve tekrar görüşülebilineceğine dair bilgiler medyaya yansıdı.
İsrail, ilk planı işe yaramayınca daha yapıcı olduğunu düşündüğü ikinci teklifini
yapmıştı. Şam’ın güneyi ve Dera’da silahsız bölge istiyordu. Bu bölgeyi İran’a
karşı yapacağı operasyonlarda hava sahasını kullanabilmek adına istediğini de
vurguluyordu.
Devam edecek…
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.