Ortadoğu'da Meksika Açmazı (4)
Yılbaşı itibarıyla TSK havadan ve
topçu ateşiyle PYD birliklerine yoğun bir saldırı başlattı. Bu masaya oturmakta
naz eden PYD’ye ayar vermek niyetiyle yapılan bir baskıydı. Fransa ve ABD’den
bu yoğun taarruza menfi ve müspet tepkiler geldi.
3 Ocak’da MHP Lideri Bahçeli’yi
ziyaret eden DEM Parti heyeti; 1) Terör yasasının değiştirilmesi, 2) TBMM’de örgütteen
tutuklananlar dahil genel af çıkarılması, 3) Kayyum atamalarının, İçişleri
Bakanlığı kararlarına değil kesinleşmiş yargı kararlarına bağlanması
taleplerini sundu.
Aynı gün Kürt siyasi hareketinin
önemli figürlerinden Ahmet Türk: “Bugün Ortadoğu’da 50 milyonluk bir Kürt
nüfusu var ve hepsinin yüzü Türkiye’ye dönük, kendilerini Türkiye’nin bir
parçası olarak görüyorlar” açıklamasını yaptı. Bir hafta sonra
Selahattin Demirtaş da “Kürtlerin çoğunun yönü de yüzü de Türkiye’ye dönüktür”
açıklamasıyla bu görüşe destek verecekti. Türkiye’de Öcalan’dan sonra örgütün
en güçlü iki figürünün bu demeçleriyle ülke içinde plana güçlü bir
konsolidasyon sağlanmıştı.
Yine aynı gün diğer kanatta, İsrail
Dışişleri Bakanı Gideon Saar Cumhurbaşkanı PKK/PYD terör örgütünün dış
ilişkiler sorumlusu İlhan Ahmet’le bir telefon görüşmesi yaptı. Bir gün sonra
da ABD’ye ait iki kargo uçağı Haseke’deki PYD/ABD askeri üssüne iniş yaptı.
Ertesi gün Erdoğan: “Bölücü
caniler ya silahlarını gömecekler ya da silahlarıyla birlikte toprağa
gömülecekler. Üçüncü bir yol yoktur” diyerek Türkiye’nin planına dair
oldukça kararlı bir tutum sergiledi.
İsrail’i saymazsak ilk aykırı
açıklama, 6 Şubat’da Fransa Cumhurbaşkanı Macron’dan geldi: “Suriye’de
Kürt özgürlük savaşçılarını terk etmeyeceğiz.” Bu açıklama İsrail için
değil, doğrudan Fransa’nın çıkarları adına yapılmıştı. Onların derdi de Levant
coğrafyasında Lübnan’dan sonra ellerinde kalan son partnerle mevcut alan
hakimiyetlerini sürdürmekti.
Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Tercihini
terörden ve şiddetten yana kullananları bekleyen tek akıbet silahlarıyla
toprağa gömülmektir. Açık söylüyorum bunun önüne hiçbir güç geçemez. Açtıkları
hendeklerle kantonculuk peşinde koşanları nasıl o çukurlara gömdüysek, bugün de
aynı niyeti taşıyanlar çıkarsa bedelini onlara misliyle ödetiriz”, ardından
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın “Bizim Muhatabımız ABD’dir, Fransa’nın
yapacağı bir şey varsa, kendi vatandaşları olan teröristleri yargılayıp hapse
atmaktır” açıklamalarıyla Türkiye tarafından keskin cevaplar verildi. Ama,
Fransa yılbaşında mevzuya dahil olup o günlerden beri Kürdistan meselesini kurcalamaya
devam etmekten hiç vazgeçmedi.
Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki
operasyonları olanca şiddetiyle devam ederken, ülke içinde de tutuklamalar ve
kayyum atamalarına hız verilmişti. PKK ve onun uzantısı olup ayak diretmeye
çalışan YPG’ye sahada baskı azami seviyeye çıkarılmıştı. Erdoğan’ın tonu da
gittikçe sertleşiyordu: YPG’ye silah bırakma çağrısında bulunan Erdoğan,
akıbetlerinin ölüm olacağını bir kez daha vurgulamaktan beri durmadı. (15 Ocak)
YPG tepkilerini yumuşatsa da
taleplerinden geri atmıyor, Suriye yönetiminde partnerlik istiyordu. Bir
taraftan gözleri ABD’deydi. Resmi bir yol haritası çizilmemişti henüz. Suriye
hükümeti ve başkanı da sık sık Türkiye’ye olan minnet ve vefa duygularını
vurgulayarak PYD’ye asla müsaade etmeyeceklerini söylüyorlardı.
29 Ocak’da Middle East Monitor’de
çıkan şu yorumları dikkatinize sunuyorum: “İsrail, ABD ve Batı ülkeleri
üzerinden YPG’ye askeri, teknik ve istihbari yardımlar yapmaya başlayarak
Türkiye’yi zayıflatmayı planlıyor.” Bu önemli bir yorum. Suriye
coğrafyasının vekil kuvvetler tarafından Türkiye-İsrail savaşına
hazırlandığının anons edilmişti.
Bu arada Çözüm Süreci’ne destek veren DEM’li siyasetçilerin kendileri ve yakınları art arda kazalar ve suikastler geçiriyordu. Kimileri ölmüş, bazıları da yaralanmıştı. Ya Mossad süreci sabote etme derdindeydi ya da MİT baskıyı arttırma. MİT’in masum insanlar üzerinden mesaj verme geleneği yok. Bu ülkeye de bu yüzden çok kıymet veriyorum. Bunlar büyük ihtimalle Mossad’ın operasyonlarıydı. Ancak süreç inkıtaya uğramamıştı.
Aynı günlerde Trump’ın
Suriye’deki askerlerini, Türkiye’nin İsrail’e saldırmama sözü verme
karşılığında çekeceği bilgisi medya organlarına düştü. Trump bu açıklamayı
yalanladı: “Bizim Suriye’de işimiz yok, ama askerlerimizi çekeceğimizi
söylemedim.”
Şubat ayıyla birlikte yoğun
diplomasi hareketleri başladı. 4 Şubat’ta Netenyahu ABD’de, Ahmed Şara da
Türkiye’de görüşmeler yaptı. Bu arada MSB,
1 Ocak’tan 6 Şubat’a kadar 300’den fazla teröristin etkisiz hale
getirildiğini bildirdi.
Ardından 3 gün arayla taraflardan
iki iddialı mesaj geldi. ABD İsrail Büyükelçisi: “ABD ile Ortadoğu’da Tevrat
boyutunda bir şey başaracağız.” Burada üstü örtülü Arz-ı Mev’ud’dan
bahsedilince MİT: “Türkiye Ekseni Süreci başarıyla
sürmektedir” açıklamasıyla karşılık verdi. Ancak ABD, 14 Şubat’ta
helikopter kaldırarak SDG lideri Mazlum Abdi’yi Şam’a götürecek ve Ahmet
El-Şara’yla masaya oturtacaktı. O dönemlerde ABD’nin tutumu net görünüyordu. Hatta
Jerusalem Post: “Suriye artık Suriye halkının değil, Osmanlı’nın bir parçası”
diyerek hayal kırıklıklarını ortaya koyacaktı. Diğer yandan Netenyahu, Trump’la
beraber Ortadoğuyu yeniden şekillendireceklerini söyleyerek kuyruğu dik tutmaya
çalışıyordu.
SDG ve Suriye hükümeti arasındaki
ilk görüşmeden sonra bir süre sular duruldu. Herkes arkadan gelecek günler için
hummalı çalışmalar yapıyordu. İlk önemli sinyal Dürzilerin 23 Şubat’ta Süveyda
eyaletinde özerklik ilan etmeleri oldu. Mossad sahada kendisini göstermeye
başlamıştı. Bu arada İran’ın PKK’lı teröristleri eğitip Suriye’ye gönderdiğine
dair haberler medyada yer alıyordu. İran, kaybettiği kesinleşmiş bir savaşta
hala ikna olmuyordu. Sırf Türkiye’ye zarar vermek adına İsrail’le aynı yoldan
yürümeyi bile tercih edecekti. Bu birlikteliği, ilerleyen günlerde Lazkiye
ayaklanmasında da görecektik.
Erdoğan’ın terörü bitirme ve
demokrasiye geçme konusunda tavizsiz açıklamaları devam ediyordu. Bu arada
İsrail, el altından Suriye’de devrim sonrası işgal ettikleri yerlerden bir süre
sonra çekileceğine dair Türk makamlarına bilgi vermişti. Nitekim Dera’daki
askeri varlığın kendileri için tehdit oluşturduğunu belirterek bölgeye
girdiler. Havadan ve karadan çok sayıda müdahele yaparak akşam geri çekildiler.
27 Şubat’ta Öcalan PKK fesih
kararını açıkladı ve Mazlum Abdi “Öcalan’dan gelen tarihi açıklamayı
memnuniyetle karşılıyoruz, fakat Suriye’deki yönetimimizin dağılmasını
kabul edemeyiz, bölgedeki kararları biz alacağız’ dedi. İKBY lideri
Nezirvan Barzani ve Selahattin Demirtaş ise Öcalan’a güçlü destek verdiler.
Birkaç gün sonra DEM heyeti, SDG’yi ziyaret ederek görüştü. Bu görüşme ikna
görüşmesi miydi, yoksa ikna görüşmesi süsü verilmiş bir aldatmaca mıydı
bilemiyoruz.
Aynı günlerde Trump’ın Avrupa’ya
üstten yaklaşımları ve emrivakileriyle ABD ve AB’nin arası bozulmuştu.
Rusya’nın giderek büyüyen bir tehdit haline gelmesiyle güçlü ordusuyla Türkiye
bir anda Avrupalı liderler için kıymete binmişti. Bu durum ilerleyen süreçte
Türkiye’nin elini güçlendirecek, özellikle İngiltere için Türkiye daha da
önemli bir partner haline gelecekti.
Devam edecek…
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.