Ortadoğu'da Meksika Açmazı (8)
Tüm bu
gelişmelerin arasında, 12 Haziran’da, İsrail İran’a saldırdı. İran’ı oldukça
yıpratan bu saldırıdan sonra herkeste hissi gablelvuku oluştu. İsrail’in sonraki
hedefi Türkiye’ydi. Nitekim Bahçeli saldırıdan iki gün sonra “İran’a yapılan
operasyon bir yönüyle Türkiye’ye verilmiş sinsi bir mesajdır. Nihai hedef
Türkiye’dir” açıklaması yaparak insanların hislerine tercüman oldu.
Sonrasında gerek İsrail ve Türkiye, gerekse başka ülkelerin medyalarında bu
minvalde yazılar yazıldı, konuşmalar yapıldı. Türkiye’den de sık sık İsrail’e
karşı İslami birlik çağrıları gelmeye başladı.
Kaoslardan
beslenen ve puslu havalarda kendisine çıkar sağlamasıyla maruf PKK’nın İran’daki
kolu PJAK İran halkını ayaklanmaya çağırdı. İran rejimi aleyhine, İsrail’in
saldırısını benimseyen demeçler verdiler. Öcalan’ın çıkışlarına rağmen PKK’da
da barışa yönelik bir atılım yoktu. Bilakis kablolu dronlarla Irak’da Türk
ordusuna saldırılar düzenlemeye devam ediyorlardı. Asıl mesele Suriye’deydi. Suriye’de
PKK’ya dayatılan şey öyle yenilir yutulur değildi ve sonuna kadar bütün
kozlarını kullanmak istiyorlardı. ABD’yi ikna etmeden bu işi tamama
erdiremezlerdi. Oradaki tek dayanakları da İsrail’in ABD üzerindeki nüfuzuydu.
İsrail ve Suriye
arasında uzlaşı çalışmalararında da tünelin ucu yavaş yavaş görünmeye
başlamıştı. İsrail’den Golan tepelerinden çekilmeyeceklerine dair çok sayıda
açıklama geldi. Deraa ve Kuneytra’da Suriye Devrimi’nden sonra işgal ettikleri
yerlerden çekilebileceklerini ve fakat Golan’ın kırmızı çizgileri olduğunu
ısrarla vurguluyorlardı. Dahası Şam’ın güneyinde hiçbir askeri varlık
istemiyorlardı.
Tarihler 30
Haziran’ı gösterdiğinde ABD Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack en kritik
açıklamalarından birini yaptı: “Hem ABD, hem de Türkiye tarafından terör
örgütü olarak tanınan PKK ve onun kolları olan PYD ve SDG’nin hem terörizmle
hem IŞİD’le bağlantıları var.” PKK’nın Suriye’deki kollarının terörle
alakası olmayan, hak arayan modern, demokratik güçler ilan eden ve hatta SDG ve
YPG isimlerini kullanmalarında bizatihi kendisi akıl hocalığı yapan ABD bu
çizgiye nasıl geldi? Elbette başka, yeni bir planları var ve bu çerçevede yeni
bir yol haritası izliyorlar. Bilirsiniz, filler tepişirken karıncalar kimsenin
umurunda olmaz.
Aynı gün ABD
Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen “Ortadoğu’yu insanların barış içinde yaşayacağı
bir bölgeye dönüştürmeye kararlıyız” açıklaması kartların yeniden
dağıtılacağını bir kez daha vurguluyordu. İngiltere Suriye’yle tekrar
diplomatik ilişkilerini tesis ederek yeni hükümete ek 95 milyon sterlin daha yardım
edeceğini bildirdi. Trump SDG’nin elinde tutuklu bulunan 50 bin IŞİDlinin
Suriye yönetimine teslim edilmesini istiyordu. Ahmed el-Şara’ya da iltifatlar
eden Trump’tan iyice umudunu yitiren SDG, bu sefer Rusya’ya yanaşmayı denedi ve
ABD’nin boşalttığı üslere Rusya’nın yerleşmesi için çağrı yaptı. Rusya
cephesinden bir cevap gelmedi. SDG’nin yönettiği bölgelerdeki Arap aşiretler de
bildiri yayınlayarak Suriye hükümetine desteklerini bildirdiler. Fransa’nın SDG
için yaptığı naif çıkışlar da İngiltere ve Türkiye tarafından bertaraf
edilmişti. SDG’nin İsrail’den başka hamisi kalmamıştı. Her şeye rağmen özerklik
istiyor ve gerekirse savaşacaklarını açıklıyorlardı.
9 Temmuz’da PKK
lideri Öcalan yayınladığı videoyla, "varlık inkarına dayalı ve ayrı
devlet amaçlı PKK hareketine" son verildiğini söyledi. Aynı gün Mazlum
Abdi ve Ahmed El-Şara tekrar görüştü ve yine bir ilerleme kaydedilemedi. Tom
Barrack, SDG’yi yavaş davranmakla suçladı ve ne Suriye ne Irak’ta federalizme müsaade
etmeyeceklerini belirtti. SDG de nasıl çaresiz ve öfkeli bir ruh halindeyse,
Barrack’ın taraflı olduğunu, Türkiye’nin sözcüsü gibi davrandığını, yeni atama
yapılması gerektiğini söyledi ve dahası Barrack’ın MİT ajanı olduğunu bile
iddia etti.
Türkiye’nin PKK ile başlattığı süreç, göstermelik de olsa ilk ürününü verdi ve PKK’lı 40 terörist silah bırakma ve yakma şeklinde bir gösteriyle mevzuya dahil olduklarını açıkladılar (11 Temmuz). Fakat daha sonrasında PKK’da ne bir silah bırakma ne de terörist teslimi oldu. Daha önce vurguladığım gibi herkes Suriye’deki meselenin netleşmesini bekliyordu. SDG’nin aylarca direnmesi, tek bir geri adım atmaması, şahsi egolar ve çıkarların kolay terkedilememesi ve İsrail’in bu egoları kaşıyarak, Yahudi lobisinin bütün imkanlarını kullanarak diplomatik yollarla bu direnişi diri tutmaya çalışması bir türlü sonuç vermiyordu. Silah yakma töreninin ardından aynı gün demeç savaşlarıyla mesajlar ve diplomatik baskılar fırtınası yaşandı. DEM Parti sürece desteğini bir kez daha yenileyerek silah yakma törenini destekleyen açıklamalarda bulundu. Ama ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarını koordine eden Tom Barrack’ın yeni açıklamaları öylesine net ve fütursuzdu ki, İsrail ve SDG’nin kolunu kanadını kırıyordu. Kürt aşiretleri, Barrack’ın açıklamalarını şiddetle reddeden bir bildiri yayınladı.
Ertesi gün
Erdoğan sahne aldı ve sadece Türkiye’deki değil Ortadoğu’daki süreci üstü
örtülü olsa da açıkladı: “Terörsüz Türkiye Süreci, bir müzakere ve al-ver
süreci değildir… Bugün, büyük ve güçlü Türkiye şafağı söküyor, Türk ve Kürt
yeniden kucaklaşıyor, Kudüs İttifakı yeniden bir araya geliyor…
Gönüller bir olunca sınırlar ortadan kalkar, TBMM gelişmelerin altyapı
süreci için yasal düzenlemelere başlayacak.” Adeta Erdoğan’ın bu demecine
cevap olarak İsrailli bir yetkili
de Türkiye’yle gerilimin her geçen gün tırmandığını ve Türkiye’nin hedefinin
Osmanlı’yı yeniden kurup Kudüs’ü ele geçirmek olduğunu, bunu engellemek
için her şeyi yapacaklarını ifade etti.
Bu karşılıklı
açıklamaları nasıl okumalıyız? Türkiye’nin muhtemel bir İsrail saldırısından
endişe duyduğunu ve bunun için Meclis’de gizli oturum yaptığını yazmıştık. Ama
görünen o ki İsrail de tam tersi bir korku hakim; Türkler gelecek, Kudüs’ü
elimizden alacak. Erdoğan sınırlar kalkacak derken neyi ima ediyor? Kudüs İttifakı
ismi nerden çıktı? Kudüs mevzubahis milletlerin sınırı içinde değil. Kürt
kökenli komutan Selahaddin Eyyubi’ye gönderme mi yapıyor? O dönemde Kürtler,
Araplar ve Türkler bir olup Kudüs’ü fethetmişlerdi. Türkler tek başlarına bile İsrail
için yeterince büyük bir sorunken Arap ve Kürtlerle birlikte hareket ettiğinde
tam bir felaket olmaz mıydı? Hülasa, İsrail’in korkuları hiç de yersiz değildi.
Davud Koridoru
İsrail yoğun
diplomatik uğraşlara rağmen ABD’yi ikna edemiyordu, ama kendi inisiyatifiyle
hala sahada operasyonel çalışmalar yapıyordu. Bir taraftan SDG’yi diri
tutarken, diğer yanda da Dürzileri kışkırtarak alan hakimiyetini korumaya
çalışıyordu. Nihayet Dürzi gruplar hükümet güçlerine yeniden saldırdı. Ardından
müdahaleye giden hükümet güçleri pusuya düşürüldü. Ayrıca İsrail savaş uçakları
Suriye ordusu birliklerini bir kez daha havadan vurdu. İsrail Süveyda’da
bağımsız bir devlet istediğini söylemiyor ama, ne hikmetse sürekli “Dürzileri kardeşlerimizi
ezdirmeyeceğiz” retoriğiyle Dürzi muhalif çetelere arka çıkıp Suriye ordusunun
bölgede hakim olmaması adına devamlı bombalama yapıyordu. Aslında Dürzilerle
zerre kadar ilgilendikleri yok. Dürziler onlar için yutulması kolay bir lokma
ve Davud Koridoru’nun tam ortasındaki coğrafi alanı işgal ediyor. (Bkz. Yukarıdaki harita)
Bazı analistlerce ortaya atılmış İsrail’in Davud Koridoru olarak adlandırdığı bölge iki açıdan önemli. Birincisi İsrail’in İran’a yönelik hava operasyonlarında hava sahasını rahatlıkla kullanabilmek adına kritik. Israrla bunu ifade etselerde şunu biliyoruz ki İran’a hava harekatı yapmaya niyetlenseler, ABD bir şekilde kendilerine yol açacak baskıyı yapar. Yani bu biraz işin bahanesi veya örtüsü. Asıl hedefleri Irak bağlantısı ve doğal olarak Arz-ı Mev’ud’a (Vaad Edilmiş Topraklar) erişmek için yol açmak.
İsrail askerinin kolundaki Arz-ı Mev'ud peçi.
Bazıları
bunun bir komplo teorisi olduğunu savunabilir. Şahsen hiç komplo olduğunu
düşünmüyorum. Biraz İsrailli politikacıları, analistleri, özellikle de radikal
Yahudi olanları takip ederseniz, açık açık Arz-ı Mev’ud’u dillendirdiklerini
görürsünüz. Zaten tahrif edilmiş Tevrat’a yazılı metin olarak var. Yani inançlı
bir Yahudi için itikadi bir hülya. Nil’den Fırat’a kadarki bölgeye bir şekilde eninde
sonunda sahip olacklarını, bunun Allah’ın bir vaadi olduğuna iman etmiş
durumdalar.
Bayraklarındaki iki paralel çizgi de Fırat ve Nil’i temsil ediyor. Arasında da Davut Yıldızı yerleştirilmiş.
Devam edecek...
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.