İdealizmden Realizme: Suriye Devrimi (3)
Şam düştüğü gün, Suriyelilerden çok “Erdoğan ve Türkiye’nin
zaferi” olarak algılanmıştı ve kesinlikle böyleydi. Yazımın önceki bölümlerinde
bahsettiğim Erdoğan’ın iki dramatik hatasına rağmen, bu zafer büyük oranda
Türkiye’ye yazar. Tamam, Suriye’deki bunca eziyet, katliam, kan, gözyaşına
Türkiye’nin savaşın ilk yıllarında takındığı stratejik derinliğin (!) büyük
katkıları olmuştu. Ama Türkiye, 14 yıllık Suriye Devrimi sırasında maddi, siyasi,
psikolojik, sosyolojik çok ağır bedeller ödedi. Bunları kısaca gözden
geçirelim.
Türkiye milyonlarca mülteciye yıllarca ev sahipliği yaptı. Bu
ev sahipliği öyle böyle değildi. Mültecilerin temel insani ihtiyaçlarının
tamamı asgari düzeyde de olsa sağlanmıştı. Bu sadece maddi bedeli olan bir yük değil,
aynı zamanda güçlü organizasyon mahareti isteyen bir uğraştı. Erdoğan kendisine
oy kaybettireceğini bile bile mültecilere karşı her zaman müşfik ve koruyucu
bir tavır gösterdi. Eğitim, sağlık, yeme içme ve barınma konusunda Suriyelileri
mağdur etmedi ve tabiri caizse koca bir milletin kırıma uğramasını engelledi.
Savaş sırasında defalarca köşeye sıkışan Muhalifleri, siyasi
bağlantılarını kullanarak katledilmekten koruyan Erdoğan muhalif kanattaki
çöküntüyü engellemişti. İşte bunu da ilk bölümde bahsettiğim liderlerle arasını
iyi tutma titizliğiyle başarmıştı. Muhalifler her sıkıştığında, Erdoğan savaşın
büyük abisi Putin’i bir şekilde ikna edip korudu. Hele hele Halep’te kuşatma
altında kalan Muhalifleri kurtarması olağanüstü bir başarıydı. Erdoğan Halep’teki
Muhalifleri sağ salim İdlib’e aktardığında İranlı devlet yetkilileri öfkeden
deliye dönmüştü. İran cephesinden “Bir gram devlet onuru olan bir ülke buna müsaade
etmezdi” yorumlarını duymuşluğum var. Ama Suriye, İran’ı değil daha çok Rusya’yı
dinleyen bir devletti. Nitekim Esad da sonunda Rusya’ya kaçtı.
Diğer yandan savaşın başladığı ilk günden beri Türkiye’ye kafir devlet, Erdoğan’a tağut yakıştırmaları yapan tekfirci radikallerin Halep’te sıkışınca, “Erdoğan sen nasıl Müslümansın? Burada Müslümanlar katlediliyor, ama bizi kurtarmıyorsun” şeklinde çağrıda bulunmaları da tam bir karaktersizlik örneğiydi. Ama Türkiye yine de devlet olgunluğu gösterip kendisine kafir küfür salvolarda bulunan bu dengesizleri korudu. Şimdi diyebilirsiniz ki “Madem bu adamlar bu kadar sıkıntılı, Türkiye hangi akla hizmetle bu refleksi gösterdi?” Üstelik bu insanları korumak adına kimbilir hangi bedeller ödendi, hangi tavizler verildi. Devlet aklı böyledir işte, geleceğe yatırım yapar. O günlerde koruduğu bu adamlar Suriye Devrimi’ni başaracak kadar gözü kara savaşçılardı. Türkiye’nin Suriye’deki vekil kuvveti olan Suriye Milli Ordusu mesela asla bu işin üstesinden gelemezdi.
Türkiye’nin veya başka bir deyişle Erdoğan’ın en önmeli hamlesi,
kaybedilmiş bir savaşta Astana Anlaşması’yla kalan son yerleri elde tutmayı başarmasıydı.
Halep’i alan Rejim ve Şii milisler Rusya’nın hava desteğiyle dolu dizgin
ilerlerken Türkiye araya girdi ve en azından Muhaliflerin İdlib’de tutunmasını
sağlayacak bir hayat öpücüğü bahşetti. Astana olmasa Suriye Devrimi’nin zafere
ulaşama şansı olmazdı. Bütün bu saydıklarım son raddede yapılan iki büyük
yanlışa rağmen bu zaferi Erdoğan’a yazar. Hatta Trump kendisine “Suriye’yi
aldın” dediğinde, Erdoğan’ın “Ben almadım” demesi bir bakıma doğru bir
tespittir. Sonra Trump ısrar edince bunu kabullenmesi de doğrudur. Çünkü son
operasyondaki hatanın mahcubiyetiyle kendine yakıştıramasa da, daha önceden
verdiği büyük katkıları düşünüp kabul etmesi doğaldır.
Ahmet Şara, eski adıyla Colani, aslında en başta El-Kaide
üyesiydi. Irak el-Kaidesi zıvanadan çıkıp IŞİD adıyla Suriye Devrimi’ni
baltalayınca, örgütten tam kopmasalar da kendilerine Nusret Cephesi diyerek,
hem Irak El-Kaidesi’ne bariyer koydular hem de El-Kaide’nin merkezinden ayrışmış
imajı verdiler, tıpkı PKK’nın Suriye kolunun kendisine PYD, SDG gibi ismler
vermesi gibi. IŞİD başına buyruk davranıyordu ve Suriyelilerin
dertlerinden çok kendi ajandasını takip ediyordu. Hakkını verelim Nusret
Cephesi sırf Suriye’nin kurtarılmasına odaklanmıştı. Zamanla El-Kaide’yle
bağlantıları zayıfladı ve koptu. Bu kopma sadece psikolojik bir kopma değil,
resmi hiyerarşinin sona ermesi şeklinde vuku buldu.
Nusret Cephesi’nin aşırı radikal unsur hüvviyetini terk
etmesi sonuç verdi ve diğer Muhalif grupları da bünyesine katarak iyice büyüdü.
Sonrasında da Heyet Tahrir Şam (HTŞ) olarak yoluna devam etti. Ahmet Şara ve
kurmayları Suriye gibi çok sayıda ülkenin ilgilendiği, üstüne üstlük İsrail’le
kara sınırı olan stratejik bir ülkede eski radikal tavırlarla bir yere
varmayacağını anladı. Türkiye anlattı ve ikna etti desek daha doğru olur. Henüz
on sene önce önüne geleni tekfir eden bir kafadan, kravat ve takım elbise
kuşanmış çizgiye evrilmeleri tam da bu sebeptendir.
Dağlarda davası için savaş verenlerin, sonrasında devlet
yönetimindeki tavır değişikliği, başında kavak yelleri esen bir delikanlının
evlenip baba olmasına benzer. Bunu idealizmden realizme zorunlu geçiş olarak
tanımlayabiliriz.
Rejim devrildikten sonra ilk açıklamalar İngiltere’den
geldi. Ahmet Şara’nın terörist listesinden çıkarılması gerektiğini beyan
ettiler. İngiltere’nin meşru bulduğu bir devlet ya da devlet adamı dünya
genelinde bir koruma kalkanına sahip olmuş demektir. Ardından Almanya ve diğer
batılı devletler, sonra Arap monarklar tek tek sıraya girip yeni devleti
selamladılar. 14 yıldır yıkılmış dökülmüş, harp olmuş bir ülkenin uluslararası
tecride maruz kalması tam bir felaket olurdu. Her ne kadar Türkiye bütün
gövdesiyle yeni devletin arkasında dursa da dış operasyonlarla Suriye yeni bir
iç savaşa kolayca girebilir, istikrarsızlık onlarca yıl devam edebilirdi. Şu
haliyle bile her güne yeni bir dertle uyanıyorlar.
Devrim sonucunda oluşan yeni yönetim kadrosunun dünyaya adil, azınlık hak ve hukukuna riayet eden, makul bir devlet olacağına dair çok yönlü mesajlar vermesi gerekiyor. Şara ve kurmayları ülkenin yeni adını Suriye İslam Cumhuriyeti olarak duyurarak en azından kendi kimliklerini geriye itmeye niyetleri olmadığını gösterdiler. Fakat buna paralel olarak dünyanın kalanıyla aklı başında bir diplomasi ağı kurma, ülke içinde de tatlı sert şekilde arıza çıkaranları etkisiz hale getirme ve ortalama vatandaşın huzurunu sağlama konusunda ciddi efor sarfediyorlar.
Suriye Devrimi sıradan bir devrim değil. Sonraki bölümde
devrimin bölgesel ve küresel etkilerini mercek altına alacağız.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.