Neo-Osmanlı'ya Giriş: Suriye Devrimi (6)

Türkiye: Geldik “trend topic” olmuş filmimizin esas oğlanına. Suriye Devrimi’yle yerinden oynayan taşlar ve sonrasında yeniden dağıtılacak kartlar Türkiye’ye çok önemli bir alan bulma şansı veriyor. Zafere ulaşan Muhaliflerle Türkiye Devleti ve halkı arasında sadece maddi şartların oluşturduğu zarurete dayanan bir hukuk oluşmadı. Tarihi süreçten miras edinilmiş ve izleri kolay kolay silinemeyecek kader birliği kadar, 14 yıllık devrim sürecinde yeniden canlanan sosyal ve psikolojik yol arkadaşlığı da derinlik kazandı. Türkiye’deki birtakım ırkçı unsurların ilkel çıkışlarına rağmen iki millet arasındaki genel havanın pozitif bir seyre girdiğini müşahade ediyoruz.

Uluslararası ilişkiler düşünüldüğü kadar nesnel ve mekanik değildir. Mesela aramızda her zaman gerilim olsa da Yunanistan bize Norveç’ten daha yakındır. Çünkü Yunanistan’la kültürel kodlarımız daha uyumludur. Yunanistan’la güçlü bir din bariyerine rağmen anlamlı bir ortak paydası olan Türkiye’nin Müslüman Suriye’yle çok daha güçlü kültürel bağları olması da normaldir. Cumhuriyet kurulduktan sonra Arap ve İslam dünyasına sırt çeviren, yüzünü tamamen Batı’ya dönen Türkiye ile, istibdat rejimleri yüzünden sürekli yerinde patinaj yapan Suriye arasında ciddi kültürel kırılmalar yaşansa da son 10 yıl içerisinde pek çok şey çabucak restore edilmiştir. Zira duygusal miras öyle kolay kolay silinmez.

Türkiye'den yeni yönetime ilk resmi ziyaret: Kalın-Şara

Mültecilik döneminde Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin yarıya yakını Türkçe öğrenerek yurtlarına dönüyorlar. Özellikle gençlerin ve çocukların tamamına yakınının Türkçe biliyor olması gelecek yıllarda ilişkilerde çok önemli kaldıraç etkisi yaratacaktır. Her zorlukta bir hayır var. Evet, Türkiye bu süreçte ağır bir maddi yük göğüsledi, fakat zamanla bunun meyvelerini kat be kat fazlasıyla toplayacaktır.

Türkiye’nin devrim sonrası Suriye ile ilgili takındığı tavrı muhteşem başarılı buluyorum. “Burası artık bizim arka bahçemiz” çiğliğine hiç girmediler. Bilakis yeni Suriye’nin uluslararası arenada onurlu bir devlet olabilmesi için olabildiğince makul ve olgun tavır sergiliyoruz. Savaşın bedelini büyük oranda sırtlamış bir devlet olarak gerek yeni hükümetin gerekse Suriye halkının Türkiye’den gelecek yönergelere “hayır” demesi mümkün değildi. Türkiye, Suriye’nin yeniden diriliş hikayesini inhisarına almak yerine dünyanın geneline yaymakla hem toparlanış sürecini hızlandırmayı, hem ülkenin düzlüğe çıkana kadar uluslararası operasyonlara maruz kalmamamasını, hem de kendi üzerindeki mali yükü hafifletmeyi başarmış oldu. Bu yaklaşım ancak yüksek özgüvenle açıklanabilir. Yani Türkiye şunu çok iyi biliyor; Suriye kimle oturup kalkarsa kalksın en nihayetinde Türkiye’den başkasına yar olmayacak, Türkiye’den başkasıyla bu kadar güvenli ve sıcak bir ilişki kuramayacaktır. Türk devletinin derin aklı ve istihbaratı arka planda vaziyeti fazlasıyla kontrol ediyor demektir.

Bir devleti kısa dönemli kontrol etmenin temel esasları vardır. Türkiye bunlara hakim; askeriye, istihbarat, yürütme ve dış politika kararları. Ama uzun vadede daha önemli alanlar var, kültür ve adalet gibi. İşte burada şüpheliyim. Bir kere kendi ülkemizde bu alanlarda gayet başarısız olduk, Suriye’ye verecek çok aklımız yok. Kıbrıs gibi küçücük ve bizden olan bir ülkede bile kültürel felaketi kontrol edemiyoruz. Yarım asırdır canlarını, mallarını, namuslarını korumak için bunca fedakarlık yaprığımız, yetmezmiş gibi ekonomik olarak sürekli para akıttığımız Kıbrıs’ta insanların, özellikle de yerli Kıbrıslıların Türkiye’den haz etmiyor olmalarından anlıyoruz ki devlet olarak bizim kültür ve eğitim kodlarının nelere tekabül ettiğini zerre kadar bildiğimiz yok.


Suriye’ye dönersek, şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Devrim sonrası adımlardan anlıyoruz ki ülkeyi kapitalizmin önüne sererek ayakta kalmayı başarıyorlar. Kapitalizm asla sadece finansal bir mekanizma değildir. Tam tersine finans işin nihai hedefidir. Bu hedefe ulaşmak için kullanılan enstrümanları iyi tahlil edemezseniz liberal ekonomiye, teknolojiye, konfora, demokrasiye ulaştığınızı, geliştiğinizi zannedersiniz ama bunun karşılığında ruhunuzu Şeytan’a satmışsınızdır da haberiniz yoktur. Kendinize geldiğinizde iş işten çoktan geçmiştir. Nesilleriniz artık size ait değildir.

Suriye, önümüzdeki 20 senede ağır bir başkalaşım geçirecek. İşte Türkiye’nin asıl büyük başarısı bu başkalaşımı hem Suriye halkının hem Türkiye’nin kendi kültürel eksen kodlarına zayiat vermeden gerçekleştirebilmesidir. Bu konuda çok ümitli değilim açıkçası. Ama bu başarılamazsa bugün konuştuğumuz tüm kazanımlar berhava olur. Batı’nın da, Türkiye gibi bir ülkenin Ortadoğu’da böylesine büyük stratejik sıçrama yaşamasına ses çıkarmamasının arkasında da bu özgüven var. Ellerinde sosyokültürel öyle silahlar var ki, bugüne kadar kendisine kapıları açan her milleti köklerinden koparabildiler. Daha önceleri kafaları ezilmesi gereken teröristler olarak gördükleri insanların kurduğu bir devlete, bu kadar tölerans göstermelerinin tek nedeni de bu. Şara’nın yaptıkları Özal’ın 24 Ocak kararlarını uygulamasına benziyor desek hata etmiş olmayız.

Serbest piyasaya geçiş, dolayısıyla kapitalizmin emperyal yayılımına kapı aralamakla ilgili sürekli tedirgin açıklamalar yapsam da bunun engellenebilir bir şey olmadığını biliyorum. Hatta dünyanın gidişatına baktığımızda gerçekleşmesi gereken bir dönüşüm. Temel mesele bu dönüşüme hazırlıksız yakalanıp bodoslama atlamak ve kendini kaybetmek. Türkiye’nin serüveni böyleydi, Suriye’ninkini bari doğru yönetin. Bunun başarılı bir örneği olarak Çin’den kopya da çekebilirsiniz.


Türkiye, Suriye’de hava, kara ve deniz üsleri kuracak. Bu Suriye’nin güvenliği açısından zaruri. Yoksa İsrail sırtlan gibi oracıkta bekliyor ve tam da bu yüzden Türkiye’nin Suriye üzerindeki determinist karakterinden oldukça rahatsız. Bir bakıma Türkiye ile komşu olmanın ağırlığından muzdaripler. Biliyorlar ki Türkiye’ye vurmak, öyle Arap devletlerine ya da İran’a vurmak kadar basit değil.

Hasılı, Türkiye Suriye devrimiyle büyük bir jeostratejik adım attı. Ama aynı zamanda daha büyük sorumluluk ve riskleri de üstlenmek zorunda kalacak. Türkiye bunları başarabilecek bir ordu, insan gücü ve devlet derinliğine sahip. Ama beni en çok korkutan şey, bizim yumuşak karnımız olan ekonomi. Uzun süredir saçmaladığımız, hala o saçmalıkların ceremesini çektiğimiz şu kırılgan ekonomimizle savaş gibi olağanüstü koşulları ne kadar kaldırabiliriz bilmiyorum. Üstelik karşımızda İsrail gibi dünyanın her yerinden hem devletler, hem de kişiler bazında silah ve finans olarak sürekli arkalanan bir ülke varken.

Devam Edecek...


İlginizi çekebilecek diğer yazılar:


Free counters!

Yorumlar