Yıldırım Harekatı: Suriye Devrimi (2)
Halep’i kaybeden Rejim, birliklerini Hama eteklerine kadar çekti. Zaten Hama-Halep yolu üzerindeki Maarat en-Numan alınmıştı. Diğer üç kasaba da (Han Şeyhun, Morik ve Suran) hızlıca uyuyan hücrelerin operasyonuyla Muhaliflerce ele geçirilmişti. Bu şehirlerdeki birlikler bir dönem Hama’ya da taarruz etmişler, Hama Havaalanı kadar ulaşmışlar ve birkaç mahallede kontrolü ele geçirmişlerdi. Fakat Hama’nın hemen kuzeyindeki stratejik Kumhane Tepesi’ndeki direnişi kıramadıklarından taarruz akim kalmıştı.
Halep’in alınmasından hemen bir gün sonra Hama merkezinden
Muhaliflerin görüntüler düşmeye başladı. Önce Hama da alındı sandık, ama yine
uyuyan hücreler gövde gösterisi yapmıştı. Rejim birliklerinin ne kadar umutsuz
olduğunu bu resim çok güzel anlatıyordu. Biz dışarıdan acaba neler olacak diye
merak ediyorken, içerdekiler her şeyi görüyordu. Aslında Rejim düşmüştü, sadece
formaliteler kalmıştı. Şehrin göbeğinde Muhalifler elini kolunu sallayarak
gösteri yaparken, Rejim birlikleri müdahale etmiyordu. HTŞ Halep’te asayişi
sağlayıp, dinlenip, hazırlıklarını tamamladı. Artık sıra Hama’ya gelmişti. İç
savaş sırasında çok sıkı denetlendiğinden her yerde isyan çıkmışsa da Hama’da
hiçbir direniş olmamıştı. Zira Hama, 1981 yılında isyan etmiş ve ağır bir
katliama maruz kalmıştı.
Hama’nın alınması da Halep kadar kolay olmuştu. Rejim
güçlerinin cılız direnişleri kolayca kırılıyordu. Bütün bunlar Halep’in
düşmesinin psikolojik etkilerinin süreği olarak algılanabilir. Asıl tahkimat ve
birlikler Halep’teyken ve orası bile direnememişken Hama nasıl dirensindi ki?
Gerçi Rejim’in en elit birliği, kulampara general Süheyl Hasan’ın Kaplan
Kuvvetler Tugayı Hama’daydı, ve ayrıca askeri bir havaalanı da bulunuyordu,
fakat bunlar da fayda etmedi. Bir tarafta onlarca yıldır zulme uğramış ve
milyondan fazla insan kaybetmiş öfkeli Muhalifler, diğer yanda iktidarın
nimetleriyle safa süren Rejim subayları vardı. Yine Kumhane etrafında bir
direniş olduysa da çabucak kırıldı ve şehir HTŞ tarafından 5 Aralık’ta tamamen
ele geçirildi. Kısacası 10 gün gibi kısa bir sürede iki büyük şehir onlarca
kasaba ve yüzlerce köy alınmıştı. Biz hala olanlara inanamıyor, işin içinde bir
bit yeniği olduğunu düşünüyorduk.
Humus’a da yürünecek miydi? Yürünecekse ne zaman
yürünecekti? Çünkü Humus’da Nusayri nüfus vardı, ayrıca sahil kesimiyle Şam’ın
bağlantı yolları Humus’tan geçiyordu. Hizbullah’ın Lübnan’daki lojistik hatları
da hakeza Humus üzerindendi. Rejim’in Humus’u kaybetme lüksü yoktu. Daha
doğrusu biz böyle görüyorduk. Humus düşerse Şam’ın direnme ihtimali kalmazdı. O
yüzden ya Humus’a taarruz yapılmayacaktı, ya da çok iyi hazırlanılıp
yapılmalıydı.
Oysa HTŞ birlikleri bana mısın demeden hızlıca Humus’a
hareket ettiler. Şimdi bakınca doğru olanın bu olduğunu görüyoruz, ama o zaman “acaba”
demiştim açıkçası. HTŞ savaş sırasında içeriden de bilgi aldığı için Humus’un
da direnemeyeceğini öngörmüştü. Hama ve Humus arası çok yakın bir mesafe. Yol
üzerindeki Rastan ve Telbise zaten iç savaş sırasında bütün yokluklara rağmen kahramanca
direnmiş ve yıllarca Rejim güçlerini kasabalarına sokmamışlardı. Bu kasabalar hızlıca
Muhaliflerin eline geçti ve nihayet Humus taarruzu başladı. Haftalarca aylarca
sürecek kanlı bir savaş tahmin ediyorduk ki Humus da bir gün içerisinde düştü.
Humus düştüğü anda Şam’ın düşeceği kesinleşmişti. Geriye
kalan tek soru Rejim’in tamamen devrilip devrilmeyeceğiydi. Şam düşse bile
Rejim, Nusayrilerin çoğunlukta olduğu iki eyalette, Lazkiye ve Tartus’ta
kendisine küçük bir hakimiyet alanı kurarak yaşayabilir miydi?
Diğer yandan güneydeki Deraa ve Süveyda’da muhalif hücreler harekete
geçmiş ve iki eyalet de Muhaliflerin eline geçmişti. Ahmet el-Şara (Colani) zaferden
sonra yaptığı açıklamada “Biz aslında güney eyaletlere Humus alınana kadar
ortaya çıkmayın demiştik, ama heyecanlarına yenik düşüp erken davrandılar” diyecekti.
Taarruzun 12. gününde Şam güney, kuzey ve doğudan kuşatılmıştı. Şam’ın batı cephesi zaten Lübnan’ın sünni kesimiyle komşuydu, yani Şam tam anlamıyla kuşatma altındaydı. Biraz aklı olan işin bittiğini anlar ve topuklardı. Nitekim öyle oldu. Başta Esad olmak üzere savaş suçlarına ve zulme ortak olmuş Rejim’in tüm unsurları sıvışmıştı. Fakat biz yine de dışarıdan bakıp, Şam’ın başkent olması hasebiyle direneceğini ve çok kesif çatışmalar olabileceğini öngörüyorduk. Sonradan baktığımızda anladık ki, meğer Halep düştüğünde Rejim de hemen hemen düşmüş. Şara, devrimden 6 ay sonra Halep'i ziyarete gittiğinde "Halep Kalesi'ne çıktığımda Şam'ın fethini gördüm" diyecekti.
Şam’da büyük tahkimat olduğu ve Muhalifleri kuvvetli bir
direnişle şehre sokmayacaklarına yönelik Rejim açıklamaları da boş çıktı ve
Muhalifler elini kolunu sallaya sallaya Şam’ı aldı. Esad Rusya’ya kaçmıştı (8
Aralık 2024). Şam yönetiminin Başbakanı Muhammed Gazi el-Celali, Baas Rejim’inin
devrildiğini ilan etti ve yönetimi Muhaliflere devredeceğini açıkladı. Nitekim 10
Aralık 2024’te başbakanlığı Muhaliflerin önemli isimlerinden Muhammed el-Beşir’e
devretti. Son operasyonu gerçekleştiren HTŞ lideri Ahmet El Şara da otomatik
olarak devlet başkanı olmuştu.
![]() |
Colani, son tarruzun başlamasıyla kod ismini terkederek gerçek ismi olan Ahmed el-Şara'yı kullanmaya başlamıştır. |
Böylece tam 14 yıl önce başlayan Suriye Devrim’i binbir acının ardından 14 günde zafere ulaşmış oldu. Bu arada HTŞ birlikler hızlıca sahil eyaletleri olan Tartus ve Lazkiye’ye hareket etti ve hiçbir direnişle karşılaşmadan kontolü sağladılar. SDG de Fırat’ın doğusuna çekilerek mevzi aldı. İki haftada böylesine büyük bir başarı inanılır gibi değildi. Ama İngiltere ve Türkiye’nin süpervizörlüğünde yoğun bir hazırlık süreci geçirilmiş ve savaş sırasında binden fazla şehit verilmişti. Yani kolay gibi görünen ama dikkat, meşakkat ve fedakarlık içeren bir operasyonla zafere ulaşılmıştı.
Hatırlarsanız Taliban, işgalci güçleri Afganistan’dan
püskürtüp yönetimi devraldığında “İşin kolay kısmını bitirdik (savaş), şimdi
zor kısmına geçiyoruz (devlet yönetimi)” açıklaması yapmıştı. Aynı sorun
Muhalifler için de cariydi. Fakat yine de üç açıdan elleri güçlüydü. Diğer
yandan Afganistan’da olmayan üç büyük problemle baş etmek zorundaydılar.
Suriye’nin en büyük avantajı devlet işleyişi, asayiş ve istihbarat
konularında Türkiye gibi güçlü devlet geleneğine sahip bir abisinin olmasıydı. Ayrıca
Suriye’nin yetişmiş insan gücü de bir hayli fazlaydı. Son olarak da mevcut
devlet bürokrasisinin hemen hemen muhafaza edilmiş olmasıydı. Son taarruzun
ilerleyen safhalarında Rejim bürokrasisinin önemli isimleriyle temasa geçilmiş
ve kendilerine dokunulmayacağı söylenmişti. Rejim’in direnişinin böylesine
zayıf kalması, biraz da bürokrasinin şehir direnişlerine destek vermemesiyle
mümkün olabilmişti. Böyle bir görüşmenin olduğunun en büyük delili de Rejim başbakanı
el-Celali’nin kaçmak yerine bekleyip hükümeti devretmesiydi. Bir rivayete göre
Erdoğan bu konuda Rejim bürokrasinin önde gelenleriyle bizzat görüşüp, mağdur edilmeyeceklerine
dair garanti vermişti.
Muhalifleri bekleyen üç büyük dert hemen kendisini
başgöstermişti. Bir taraftan İsrail güvenlik bahanesiyle Deraa’da bazı köy ve
kasabaları işgal etmişti. Söylentilere göre Beşşar’ın kardeşi Mahir İsrail
istihbaratına bütün kritik savunma sanayii unsurlarının yerini ifşa etmişti.
İsrail günlerce ve amansızca bomba yağdırarak Süriye’nin bütün savunma ekipmanlarını
yok etti. Zaten ölüm, yıkım ve fakr-u zaruret içinde kıvranan ülke bir de
savunma alt yapısını kaybetmiş oldu.
Diğer yandan SDG ülkenin doğusunu tamamen elinde bulunduruyordu.
Türkiye’nin buna tahammülü yoktu ve yeni hükümetten bu konuya çare üretmesini
bekliyordu. Savaş boyunca Suriye’nin toprak bütünlüğüne vurgu yapan Türkiye’nin
en büyük rezervi Fırat’ın doğusunda kurulması muhtemel PKK iltisaklı devletti.
Üçüncü büyük dert ise mezhep bazlı ayaklanma riskiydi.
İsrail’in kışkırtmasıyla Dürzi çoğunluktaki Süveyda karıştı. İran ve Hizbullah’ın
kışkırtmasıyla da Tartus ve Lazkiye’de karşı devrim operasyonu devreye girdi.
Colani bir taraftan bürokrasi, diplomasi, kamu güvenliği gibi yeni kurulmuş bir devletin yeterince yorucu işlerini deruhte ederken, diğer yandan da yukarıda saydığım üç büyük dertle boğuşmak ya da daha doğru ifadeyle boğuşamamak gibi bir girdapın içinde kalmıştı.
İlginizi çekebilecek diğer yazılar:
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.