Küçük Enver’in Büyük Rüyası (X)
Krediler
tükenir
Parti içi muhalefet, Pelikan Dosyası’nın yayınlanması
ile ayyuka çıkan huzursuzluğu Beştepe’ye taşır ve kısa süre zarfında Davutoğlu
istifaya zorlanır. Davutoğlu’nun istifa konuşmasıyla ilgili 3 yorum yapacağım.
Birincisi “Biz makamları elimizin tersiyle
iteriz” açıklaması. Gördünüz mü yine aynı karakter yapısı. Asil adam,
makama mevkiye ehemmiyet vermiyor pozları. Arkadaş, defalarca kez istifa etmeni
gerektirecek durum olmuşken sımsıkı koltuğa tutunan ve artık metazori olarak
başkanlıktan el çektirilen birisi olarak bu nasıl rol kesmedir, anlamadım
gitti. Hep o havasını attığın “beni zorla göreve istiyorlar” gerekçen ortadan
kalktı. Haydi dönsene aşığı olduğun akademik dünyaya. Ne gezer. Başbakanlıktan
ayrıldıktan kısa bir süre sonra El Cezire’ye verdiği röportajda şevkimden hiçbir
şey kaybetmedim diye açıklama yapacaktır Ahmet Hoca. Nitekim öyle de olur. Siyasette
yeni kapılar aralamak, yeniden dirilebilmek için kolları sıvar. Ben bu vakitten
sonra Hoca’nın siyasi ihtiraslarından vazgeçeceğini sanmıyorum.
Değineceğim ikinci husus, konuşma sırasında sarfettiği
“Sayın cumhurbaşkanımızın onuru, benim onurumdur, son nefesime kadar yanındayım, destekçisi olacağım.” mealindeki sözleri olacak. Bu sadece vefa
içeren bir ayrılık mesajı değil. Aynı zamanda tüm Türkiye’nin gözü önünde
verilmiş bir taahhüd. Bu taahhüde ne kadar sadık kalındığını, kalınacağını
biraz analiz edelim.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş için yapılan halk
oylaması öncesi yapılan “Evet” kampanyasına, Ahmet Hoca’nın Ak Parti milletvekili olmasına rağmen hiçbir destek sunmadığını biliyoruz.
Gerekçesi bu değişime, en azından bu şekliyle karşı olmasıydı. Daha kampanya
başlar başlamaz rengini belli edince Erdoğan tarafından çağırılıp “Derdin
nedir?” diye sorulur. Davutoğlu itirazlarını söyleyince Erdoğan haklı olarak “2 yıl bu partinin genel başkanlığını
yaptın, niye o zaman bu itirazları yapmadın?” diye sorar ve yollar.
Davutoğlu referandum süreci boyunca suskun kalır. Kamuoyundaki ve parti
içindeki baskılar üzerine sadece memleketi Konya’da mitingine katılır ve konuşma
yapar. Konuşmada bir kez bile “Evet” verelim ya da veriyoruz demez. Konya
güzellemeleri, uluslararası politika ve “17 Nisan sabahı ne olursa olsun milli
birlik içinde olmalıyız” temalarından mürekkep bir konuşma yapar. Okumuş yazmış
tayfada ağırlığı olan Ahmet Hoca’nın bu tavrı, muhafazakar camiada pek çok
kişiyi etkiler. Çok merak ediyorum, Erdoğanın daima destekçisi olacağını açıklayan Hoca
referandumda “Evet” mi yoksa “Hayır” oyu mu kullandı?
İstifa konuşmasına dair üçüncü şerhi, “Refik” açıklamasına düşmek istiyorum. “Partide
yol arkadaşlarımın benimle beraber yürümediğini görünce istifa kararı aldım”
diyen Davutoğlu, daha ilk aday gösterildiği dönemde de refiksiz yola çıkmıştı.
Parti içinde kendisine karşı olan çok kimse vardı, bunu kendisi de bal gibi
biliyordu. Ama o zaman “Bu böyle olmaz, dava arkadaşlarım yanımda durmuyor, ben
de aday olmuyorum” diyemedi. İşin aslı Tayyip
Erdoğan istediği için parti başkanı olabilmiş, yine Erdoğan biletini kestiğinde
bırakmak zorunda kalmıştı. Kendi gücünle gelmediğin bir makamda, seni o
makama getiren kişiye tabi olman gerekir. Defalarca Erdoğan’la ters düşmüş, her
seferinde geri adım atmak zorunda kalmıştı. Bunlara girmeyelim. Davutoğlu hem
şoför mahalli, hem elli kuruş bir saltanat istiyordu ki, gerçek hayatta, hele
hele siyasette böyle bir şey söz konusu değil. Her işte bir hayır var derler.
Erdoğan’ın Davutoğlu hakkında taşıdığı hüsnü niyetten kurtulup kendisini
yakından tanıması, biraz da bu başbakanlık dönemi performansı sayesinde
olmuştur. Hiç olmazsa bu sayede, ülke
dış politikada Davutoğlu’nun romantik yörüngesinden çıkmış, makul bir platforma
oturmuştur.
Liyakat
mı dalkavukluk mu
Biraz da Ahmet Hoca’nın iş tutuş tarzından bahsedelim.
Dışişleri bakanlığı süresince ipler neredeyse tamamen eline verildiğinden orada
zaten bir Allah’ın kulunu dinlememiş, hep bildiğini okumuş, saha tecrübesizliği, fren tutmayan hırsları
ve istişare kaldırmayan egosu yüzünden daha önce birçok hatalı karara imza
atmıştı. Başbakanlığı döneminde de dış ilişkilerde dominant karakter
kendisiydi. Başbakanlığı sırasında diğer alanlara da el atmış, kendisine sunuma
gelen bürokratlara kendilerine ayrılan kısa sürede bile konuşma fırsatı
vermemiş, hemen sazı eline alıp vizyon konuşmaları yapmıştı. Bunları sunuma
gidip vaaz dinlemek zorunda kalan bürokratların serzenişinden biliyorum.
Davutoğlu’nun Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’ndeki
arkadaşlarından tesis ettiği ilk sadık halkadan bahsetmiştik. Kısa sürede
merdiven basamaklarını tırmanan Hoca, bu yürüyüşü sırasında kendisine çok
sayıda yeni ve daha sadık müritler edindi. Henüz bıyıkları yeni terleyen bir
delikanlıyken arkasında durmuş ve onun hedeflerine giden yolda önemli
maslahatları deruhte etmiş ilk halkadan benim bildiğim sadece Ali Pulcu ile
sıcak teması sürdürmüş, kendisini milletvekili yapmıştır. Makam büyüdükçe
mesafeler açılmış, birçok eski yoldaşının gönlü kırılmış, bir kısmı da
kendisini terk etmiştir. Bu isimlerin büyük bir kısmını tanıyorum. Bürokraside
ya da siyasette iş yapabilecek donanımlı insanlar. Ama daha sonradan kendisine daha
sağlam şirinlik yapan bir kısım kişilere daha muteber pozisyonları ulufe olarak
dağıtmıştır.
Bu isimlerden çoğunu şahsen tanımam. Bir isim üzerinde
durmak istiyorum. Doğrusu Durmuş Ali
Sarıkaya’nın kendisini de şahsen tanımam. Ama gerek üniversiteden, gerek
bürokrasiden, gerekse siyasetten kendisiyle temas etmiş çok sayıda insanla
arkadaşlığım var. Bir Allah’ın kulu kendisi hakkında pozitif konuşmaz mı
arkadaş? Hoca, siyasi bir figür olarak hiç de matah olmayan bu itici karakteri her
yerde kollamış, danışman, milletvekili yapmış, hatta bakan yapmak için bile
çaba sarfetmiştir. Söylevlerinde liyakat, ehliyet, asalet kelimelerini ağzından
düşürmeyen Hoca’nın gerçek hayattaki prim kriteri, dalkavukluk ve mutlak
itaatten başka bir şey değildir. Sadece dalkavukluğa prim verecek değil
elbette. Ama kendisi için sadece liyakatin de yeterli olmadığını gayet iyi
biliyoruz.
Önemli bir makama atanan kişilerin iş ve lobi
yoğunluğu sebebiyle, eş-dostun aramalarına geri dönüşleri elbette zor
olacaktır. Etrafı kısa sürede menfaatperestler tarafından sarılır ve kafasını
kaldırıp eski dostlarına dönemez. Bir kısım insan bu halkayı kırabilse de çoğunluğu
makam sarhoşluğunda ne oldum delisi oluverir. Davutoğlu hakkında eski bir çok
arkadaşından artık “telefonlarımıza bile dönmüyor” yakınmalarını duyduk. Burada
Hoca’ya biraz haksızlık ediliyor. Bir dışişleri bakanının, hele hele başbakanın
başını kaşıyacak vakti olmaz. Kendisinden eski sıklıkta iletişim beklemek haksızlık
olur. Ailesine bile vakit ayırmakta güçlük çeker.
Burada önemli bir ayrıntıyı açığa kavuşturmak
gerekiyor. Ahmet Hoca’nın lise yıllarından beri hem yakın dostu hem de projelerinin
sponsoru olan Murat Ülker’le aralarına kara kedi girdiğini pek çoğunuz
duymuştur. Bunu, son dönemlerde allak bullak olan sosyolojik atmosfere, değişen
siyasi dinamiklere bağlayanlar için bir şerh düşeyim. İlerleyen dönemlerde
dostlukları hısımlığa dönen bu iki önemli şahsiyetin arası tamamen bu ailevi
meselelerden dolayı açılmıştır. Detaylara girmeye lüzum yok, mamafih bu
kırgınlıkta Davutoğlu ailesi sonuna kadar haklıdır deyip konuyu kapatalım.
Düşene
vurulmaz
Bir de Davutoğlu’nun Fetöcü/darbeci olduğuna dair
ortalıkta dolaşan tezviratlara şerh düşelim. O kadar anlattık. Bir portre
ortaya koyduk. Sizce böyle bir karakterden Fetöcü olur mu? Sıfır ihtimal. Ahmet
Hoca’nın Gülen’in ayaklarını öptüğünü görsem inanmam. Tabiat kanunlarına ters
bir durum çünkü. Siyasi görevleri gereği Gülen’i ziyaret etmiştir, görüşmüştür,
nezaketen ihtiram göstermiştir. Bunlar gayet doğal şeyler. Buradan bir Fetö
iltisakı çıkarmak omurgasız trollerin marifeti olur ancak. 15 Temmuz’da bir
sığınakta gizlendiğine dair çokça dillendirilen şayialara kulak asmayın. Gizlenmişse
bile çok anormal bir durum değil. Darbeyi önceden haber aldığı söylemleri de
kuyruklu yalan. Davutoğlu, normal şartlar altında Fetö-Erdoğan arası bir tercihe
zorlansa, kesinlikle Erdoğan’ın yanında yer alırdı. Darbeyi bilse Erdoğan’a
bildirirdi. Ha keza Davutoğlu Gül’ün adamı falan da değildir. Ezcümle Davutoğlu kimsenin adamı olacak bir
şahsiyet değildir. Ancak birileri onun adamı olur.
Geçenlerde Ak Parti kurucularından bir arkadaşım Ahmet
Hoca’ya bir düğünde rastladığını ve yanına gidip muhabbet ettiğini söyledi.
Hatta fotoğraf çektirmiş, bizimle de paylaştı. Protokol mensubu çok kişinin
katıldığı bu düğünde, insanların Davutoğlu’ndan uzak durduğunu söyleyince,
üzüldüm doğrusu. İnsanların, medeni ilişkilerini bu kadar çıkar odaklı seviyelere
düşürmeleri camiamız adına hayli üzücü. Aynı muameleye bir zamanlar Erbakan
Hoca da maruz kalmıştı.
Haklı olarak, Ahmet Hoca bu kadar yalnız kalmış,
tecrit edilmişken sen niye kendisini bu şekilde eleştiren bir yazı kaleme aldın
sorusunu soracaksınız. Aynı soruyu etrafımdaki çok kişi de sordu, beni
eleştirdi, hatta “düşmüş adama vurmak
delikanlılığa sığıyor mu” diyenler bile oldu. Sebeb-i telifimi 11. yani son
bölümde yazacağımı söyledim. Son bölümde hem yazıyı kaleme alma gerekçemi, hem
de ana hatlarıyla yazının hülasasını arz edeceğim inşallah. Ayrıca bazı sorular
sorup gündeme dair notlar düşeceğim.
Yazının devamı için tıklayınız.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumlarınız küfür, hakaret vs içermediği müddetçe, en sert eleştirileri dahi içerse yayınlanacaktır.